Teröristler. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Teröristler - Пер Валё страница 15
Derken yayının can alıcı noktası. Televizyon şirketi görünüşe göre son derece stratejik ve talihli bir noktaya bir kameraman yerleştirmişti. Adam yirmi metre daha yakında olsaydı, herhâlde şu anda hayatta olmazdı. Öte yandan, eğer yirmi metre uzakta olsaydı, gösterecek bir görüntü olmazdı. Her şey çok hızlı yaşanmıştı; önce dev bir duman bulutu yükseliyordu, içinde arabalar, hayvanlar ve insanlar parçalanarak havaya karışıyordu, ardından bir atom bombasından çıkan mantar bulutuymuş gibi yükselen bulutun içine çekilip kayboluyorlardı. Ardından kameraman çevreyi çekiyordu, çok güzeldi; akan bir çeşme, palmiye ağaçları dikilmiş geniş bir cadde vardı. Arkasından bir zamanlar bir araba olan bir metal yığını ve kısa süre önce sapasağlam bir insan olan ama şimdi tamamen bambaşka olmuş bir şeyin görüntüsü geliyordu.
Görüntüler boyunca muhabir, sadece Amerikalı muhabirlerin başarabildiği o hevesli, nefes nefese konuşmayla olayları hiç durmadan anlatarak yorumluyordu. Sanki, büyük bir zevkle, dünyanın sonuna şahit olmuştu.
“Of Tanrım,” dedi Rhea, yüzünü sandalyenin minderine gömerek. “Ne kadar berbat, iğrenç bir dünyada yaşıyoruz.”
Ancak Martin Beck için durum bir nebze daha zor olacaktı.
İsveç haber spikeri tekrar ekrana çıktı. “Az önce öğrendiğimiz kadarıyla İsveç polisinin, suikast yerinde özel bir gözlemcisi bulunuyordu: Stockholm’deki Şiddet Suçları Şubesi’nden Komiser Gunvald Larsson.”
Ekrana Gunvald Larsson’un zekâ engelli gibi göründüğü bir fotoğrafı geldi ve ismi her zamanki gibi yanlış telaffuz edilmişti.
“Maalesef şu anda Komiser Larsson’a ne olduğuna dair bir haber alınamadı. Buradaki haberimize son verirken ajans haberlerine geçiyoruz.”
“Kahretsin,” dedi Martin Beck. “Kahretsin.”
“Ne oldu?” diye sordu Rhea.
“Gunvald. Nerede bir bok olsa, o tam orada oluyor.”
“Onu hiç sevmediğini sanıyordum.”
“Ama seviyorum. Çok sık dile getirmesem de.”
“Düşündüklerini söylemelisin,” dedi Rhea. “Hadi gel, yatalım artık.”
Yirmi dakika sonra, Martin Beck yanağı Rhea’nın omzunda uyuyakalmıştı.
Rhea’nın omzu uyuştu, sonra da kolu. Kıpırdamadı, sadece karanlıkta öylece yatıp onu sevdiğini düşündü.
5
Stockholm Merkez İstasyonu’ndan kalkan gecenin son banliyö treni Rotebro’da durup bir yolcuyu indirdi.
Koyu mavi kot ceket, siyah spor ayakkabı giymiş adam platformda hızlı hızlı yürüdü, merdivenlerden indi ve istasyonun parlak ışıklarını arkasında bırakırken yavaşladı. Banliyönün eski villaların olduğu kısmında yavaş yavaş yürümeye devam etti. Çitleri, alçak duvarları, bahçelerin etrafındaki düzgün budanmış çalıları geçti. Hava soğuk ama durgundu ve mis gibi kokuyordu.
Gecenin en karanlık vaktiydi fakat yaz gün dönümüne iki hafta vardı ve bu haziran ayında gökyüzü, tepesinde koyu mavi bir kubbe varmış gibiydi.
Yolun iki tarafındaki evler karanlık ve sessizdi, duyulan tek ses adamın lastik ayakkabılarının kaldırıma sürtmesiydi. Adam tren yolculuğu boyunca gergin ve huzursuzdu ama şimdi sakin ve dingindi, düşünceleri kendince oradan oraya savruluyordu. Elmer Diktonius’ın bir şiiri aklından geçti, kafiyesi adımlarıyla uyumluydu.
Dikkatli yürü yolda
Sayma adımını asla
Korku öldürür yoksa
Zaman zaman kendi de şiir yazmaya çalışmış, pek becerememişti ama adam şiir okumayı severdi ve sevdiği şairlerin şiirlerini de ezbere bilirdi.
Yürürken eliyle kot ceketinin sağ kolunun içine soktuğu, otuz santim uzunluğundaki sağlam demir çubuğu sapasağlam sıkarak tuttu.
Adam Holmbodavägen’de karşıdan karşıya geçip sıra evlerden oluşan sokağa yaklaşırken hareketleri daha dikkatli ve tetikteydi. Şu ana değin kimse çıkmamıştı karşısına ve hedefine ulaşmasına çok az kala da kimseyle karşılaşmamayı umuyordu. Burada kendini daha bir dımdızlak ortada hissetti, bahçeler evlerin arka kısmındaydı ve evlerin önüyle kaldırımın arasındaki daracık alanda biten bitkiler çiçeklerden ibaretti, çalılar ve çitler onu gizleyemeyecek kadar alçaktı.
Yolun bir tarafındaki evler sarıya boyalıydı, karşı kaldırımdakilerse kırmızıya. Tek fark bu gibiydi; bunun haricinde hepsinin dış cephesi tıpatıp aynıydı, iki katlı, mansard çatılı ahşap evlerdi bunlar. Evlerin aralarında sanki evleri hem bağlamak hem de ayırmak için yapılmış garajlar ya da alet kulübeleri vardı.
Adam bu sıra evlerin en sonundaki eve doğru gidiyordu, bu evden sonra binalar biterken tarlalar, çayırlar başlıyordu. Köşedeki evlerden birinin garajının üstüne sessizce ve hızlıca çıktı, gözleriyle sıra evleri ve yolu taradı. Ortalıkta kimsecikler yoktu.
Garajın kapısı yoktu, içeride araba da yoktu, sadece girişin hemen içinde bir duvara dayanmış bir kadın bisikleti ve onun karşısında bir çöp kovası vardı. Saklanacağı yere önceden karar vermişti ve bunun kadar iyisini bulmak çok zor olurdu.
Paketleme kasalarıyla duvarın arasında kalan alan dardı ama adamın içine sığışabileceği kadar alan vardı. Adam kasaların arkasına kıvrıldı, bu kasalar da ham çamdan yapılmıştı ve yaklaşık tabut büyüklüğündeydiler. Tamamen gizlendiğini düşününce kolunun içindeki demir çubuğu çıkardı. Nemli, soğuk betona yüzüstü uzandı, yüzünü kolunun kıvrımına gömdü. Sağ elinde demir çubuk vücut ısısı nedeniyle hâlâ sıcaktı. Şimdi tek yapması gereken, dışarıdaki yaz gecesi aydınlanırken beklemekti.
Kuşların cıvıltısıyla uyandı. Dizüstü doğrulup kol saatine baktı. Saat neredeyse dört buçuktu. Güneş doğmaya başlamıştı; dört saat daha beklemeliydi.
Saat altıya yaklaşırken evden sesler gelmeye başladı. Zayıf ve belirsiz seslerdi ve kasaların arkasındaki adam kulağını duvara bastırıp bu sesleri dinlemek istedi ama yoldan geçen biri görür diye cesaret edemedi. İki sandığın arasındaki daracık yarıktan yolun ve karşıdaki evin bir kısmını görebiliyordu. Bir araba geçti, adam kısa süre sonra yakında bir motorun çalıştığını duydu, bir araba daha geçti.
Saat altı buçukta duvarın diğer tarafından yaklaşan adım seslerini duydu; tahta sabo giymiş birisi yürüyordu sanki. Gümleyen ayak sesleri defalarca azalıp yok oldu ve geri geldi, sonunda kalın bir kadın sesi gayet net bir şekilde şöyle dedi; “Hoşça kal öyleyse. Ben gidiyorum. Beni bu akşam arayacak mısın?”
Adam cevabı duyamadı ama ön kapının açılıp kapandığını duydu. Gözleri