Teröristler. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Teröristler - Пер Валё страница 16
Yol boştu. Uzaklardan bir köpeğin havladığını ve bir dizel motorun çalıştığını duydu ancak yakın civarda her şey sessiz ve hareketsizdi. Adam ceketinin iç cebine burup koyduğu eldivenlerini taktı, garaj duvarından hızlıca öne sıvıştı, köşeyi döndü ve verandanın ön kapısının kolunu aşağı çekti.
Tam tahmin ettiği üzere kapı kilitli değildi.
Kapıyı aralık bıraktı, üst kattaki ayak seslerini duydu, yolun hâlâ boş olduğunu son bir bakışla teyit ettikten sonra gizlice içeri girdi.
Verandanın fayansı, holdeki parke zeminden bir adım daha alçaktı ve adam orada durup sağa, holün ortasından geniş oturma odasına baktı. Evdeki eşyaların düzenini biliyordu zaten. Sağ tarafta üç kapı vardı ve ortadaki açık olan kapının ardında mutfak vardı. Banyo, holün solundaki kapının arkasındaydı. Sonra üst kata çıkan merdivenler geliyordu. Onların devamında da evin arka tarafındaki bahçeye bakan ve adamın göremediği oturma odası vardı.
Sol tarafında bir sürü mont asılıydı ve altındaki fayans zeminde lastik botlar, sandaletler ve ayakkabılar duruyordu. Adamın tam dimdik karşısında, veranda kapısının tam karşısında bir kapı daha vardı. Adam kapıyı açtı, içeri girdi ve sessizce kapıyı kapattı.
Kendini kiler ve malzeme odası gibi bir yerde buldu. Merkezi ısıtma sisteminin kazanı buradaydı. Çamaşır makinesi ve kurutma makinesi, termosifon ünitesinin altında, bir duvara sıralanmıştı. Diğer duvarda ise kocaman iki dolap ve bir çalışma tezgâhı vardı. Adam dolapların içine baktı. Birinde bir kayak pantolonu ve ceketi, koyun postu bir palto ve az kullanılan ya da yaz mevsiminde kaldırılmış başka kıyafetler duruyordu. Diğer dolaptaysa birkaç rulo duvar kâğıdı ve kocaman bir kutu beyaz boya vardı.
Yukarıdan gelen sesler durdu. Adam demir çubuğu sağ elinde tutarak kapıyı aralayıp içeriyi dinlemeye koyuldu.
Birdenbire merdivenlerden gelen ayak seslerini duyunca adam aceleyle kapıyı kapattı fakat kulağını tahta kapı panele yaslayarak beklemeye devam etti. Burada ayak sesleri o kadar net duyulamıyordu, muhtemelen dışarıdaki kişi yalınayak ya da çoraplı gezdiği içindi.
Mutfaktan bir tıkırtı geldi, sanki bir sos tenceresi yere düşmüştü.
Sessizlik oldu.
Derken ayak sesleri yaklaşınca adam demir çubuğu daha sıkı kavradı. Fakat banyonun kapısının açılıp kapandığını ve tuvalette akan su sesini duyunca elini gevşetti. Kapıyı tekrar aralayıp dışarı baktı. Akan su sesinin yanında birinin dişlerini fırçalarken şarkı söylemeye çalışıp çıkardığı tuhaf sesleri duydu. Arkasından ağız çalkalama, boğaz gargarası ve tükürme sesleri geldi. Sonra şarkı tekrar başladı, artık daha net ve daha tizdi. En az yirmi beş yıldır duymamasına ve son derece detone söylenmesine rağmen adam bu şarkıyı tanıdı. Galiba şarkının adı ‘Marsey’deki Kız’dı.
“…ama karanlık bir gecede, ay ışığı altında Akdeniz’de, ölü yatıyordum bir sokak arasında, eski limanda…” Banyodaki kişi duşu açarken duyulan sözler bunlardı.
Adam bulunduğu odadan çıkıp yarı açık banyo kapısından içeri parmak ucunda girdi. Su sesi şarkıyı bastırmıyordu, şimdi homurtular, oflama ve ıslıklarla karışıktı.
Demir çubuklu adam banyonun içine baktı. Adamın kürek kemiklerinin arasında yastık gibi sarkan yağ tabakasına, kızaran sırta ve bel olması gereken yere baktı. Sarkık popoya, çukur çukur olmuş uyluklara ve dizlerle yamuk yumuk baldırların üstündeki şişkin damarlara baktı. Kalın enseye ve kafatasına baktı, incecik siyah saç tellerinin ortasında pembe pembeydi. Bakmaya devam ederken ve küvette dikilen adama doğru adım adım yaklaşırken içi nefret ve kinle doldu. Silahını kaldırıp tüm nefretiyle adamın kafatasını tek darbeyle yardı.
Şişman adamın ayakları kaygan küvette arkaya doğru savrulurken adam yüzüstü yere kapaklandı, vücudu lap diye yığılmadan önce başı küvetin kenarına çarptı.
Katil eğilip musluğu kapattı ve kanla beyin parçacıklarının suyun içinde birbirine karışıp ölü adamın baş ayak parmağının yarı kapattığı oluktan aşağı inişini izledi. Midesi bulanarak bir havlu alıp silahını sildi, havluyu cesedin kafasının üstüne fırlattı, demir çubuğu ceketinin ıslak kolunun içine soktu. Sonra banyo kapısını kapatıp oturma odasına geçti, bahçenin cam kapılarını açtı, buradaki çimenlik alan bu bölgeyi çevreleyen geniş arazinin hemen başında bitiyordu.
Adam karşı taraftaki ormana ulaşana kadar, açık arazide uzun bir mesafe yürüdü. Araziyi çaprazlama geçen, üstünden çok yürünmüş bir patika vardı, adam bu yolu takip etmeye başladı. Daha ileride, zemin ekiliydi ve yeni filizlenen tohumlar yeşeriyordu. Adam arkasını dönüp bakmadı ama sol gözünün ucuyla, eğik çatılı ve parlak pencereli evleri hissedebiliyordu. Her bir pencere ona soğuk soğuk bakan bir gözdü sanki.
Kalın çalılarla çevrili kayalık bir yamaca yaklaşırken patikadan saptı. Ağaçların arasında gözden kaybolmadan ve her yerine batan akdiken çalılarının arasından geçmeden önce demir çubuğu kolunun içinden kayınca demir çubuk, birbirine karışmış ayrık otlarının arasında kayboldu.
Martin Beck evde tek başına oturuyordu, Longtitude dergisini karıştırıyor ve Rhea’nın plaklarından birini dinliyordu. Rhea ile müzik zevkleri aynı değildi ama ikisi de Nannie Porres seviyordu ve plaklarını sık sık çalarlardı.
Akşam saat sekize çeyrek vardı. Martin Beck erkenden yatmayı düşünüyordu. Rhea okulda çocuğunun veli toplantısına katılmıştı ve zaten bu sabah güzelce İsveç Bayrak Günü’nü kutlamışlardı.
‘I Thought About You’nun ortasında telefon çaldı ama Martin Beck, arayanın Rhea olamayacağını bildiğinden cevaplamak için hiç acele etmedi. Arayan Märsta bölgesinin başkomiseri Pärsson’du, yani bazılarının deyimiyle Märs-ta-Pärsta. Martin Beck bu takma adı çocukça bulurdu ve o adamı hep Märsta’daki Pärsson olarak görürdü.
“Önce nöbetçi memuru aradım,” dedi Pärsson, “seni evden aramanın sorun olmayacağını düşündü. Rotebro’da bir vakamız var, cinayet olduğu çok belli. Başının arkasına sert bir cisimle aldığı ağır darbeyle adamın kafatası kırılmış.”
“Nerede ve ne zaman bulunmuş?”
“Tennisvägen’deki sıra evlerden birinde. Adamın metresi olduğunu düşündüğümüz ev sahibesi saat beşte döndüğünde onu küvette ölü bulmuş. Sabah altı buçukta evden çıktığında adam hayattaymış, kadın öyle dedi.”
“Sen ne zamandır oradasın?”
“Kadın bizi saat beş buçukta aradı,” dedi Pärsson. “Biz de hemen hemen iki saat önce buraya geldik.”
Bir saniye durup devam etti. “Kendi başımıza da halledebileceğimiz bir dosya diye düşünüyorum ama sana hemen haber vermek doğru olur diye düşündüm. Bu evrede soruşturmanın ne kadar karmaşık olacağına karar vermek