Riga'nın Köpekleri. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Riga'nın Köpekleri - Хеннинг Манкелль страница 14
“Hepimiz zaman zaman bu tür duygulara kapılıyoruz,” dedi Wallander. “Ben havaalanına gidip şu adamı karşılayayım bari. Adı neydi?”
“Törn.”
“Bu ilk adı mı?”
“Bilmiyorum.”
Wallander odasına dönünce Martinson’la Svedberg’in kendisini beklediğini gördü. Svedberg, Martinson’a Björk’ün nasıl sinirlendiğini anlatıyordu. Wallander görüşmeyi kısa tutmaya karar verdi. Onlara kendisini arayan adamla ilgili bilgi verdikten sonra kurtarma botunu birden fazla kişinin gördüğüne inandığını söyledi.
“Seni arayan buralı biri miydi?” diye sordu Martinson.
Wallander evet anlamında başını salladı.
“O zaman onun izini bir şekilde mutlaka bulmalıyız,” dedi Martinson. “Petrol tankerleriyle şilepleri bir kenara bırakalım. Geriye ne kalıyor?”
“Balıkçı tekneleri,” dedi Wallander. “Skåne’nin dışında kaç balıkçı teknesi var?”
“Çok sayıda,” dedi Martinson. “Şimdi şubattayız ve çok azı limanda demirli duruyordur. Denizdeki balıkçı teknelerinin izini sürmek kolay olmayacak ama yapacağımız başka bir şey de yok galiba.”
“Buna yarın karar veririz,” dedi Wallander. “Her şey yarın değişebilir.”
Wallander arkadaşlarına Björk’ün anlattıklarını söyledi. Martinson buna kendisi gibi bir tepki verdi ama Svedberg yalnızca omuz silkmekle yetindi.
“Bugün daha fazla yol alacağımızı sanmıyorum,” dedi Wallander toplantıyı bitirirken. “Olanlara ilişkin bir rapor yazmam gerekiyor. Siz de kendi raporlarınızı yazsanız iyi olur. Yarın da cinayet masasından ve narkotikten gelecek polislerle oturup tartışırız. Tabii bir de Dışişleri’nden gelecek olan Bay Törn var.”
Wallander havaalanına erkenden gitmişti. Her zamanki gibi yorucu ve uzun mesai saatleriyle düşük ücretlerden şikâyet eden polislerin yanına giderek onlarla kahve içti. Saat 17.15’de de gelen yolculara ayrılan bölüme geçip beklemeye başladı. Arada sırada da duvara monte edilmiş televizyon ekranına bakıyordu. Stockholm uçağının indiği haber verilince Wallander birden Dışişleri’nden gelen bu adamın kendisini üniformalı bir polisin karşılayacağını düşünmüş olabileceğini fark etti. Ellerimi arkama alıp volta atarsam belki benim polis olduğumu anlar, diye geçirdi içinden.
Gelen yolcuları dikkatle incelemeye koyuldu ama hiçbirinde karşılanmayı bekleyen bir ifade yoktu. Tüm yolcular çıktıktan sonra adamı kaçırdığını anladı. Dışişleri’nde çalışanlar acaba nasıl insanlardır, diye geçirdi içinden. Sıradan insanlara mı yoksa diplomatlara mı benzerler? Peki ama diplomatlar neye benzer?
“Kurt Wallander,” diye seslendi biri arkasından. Hızla dönünce genç bir kadın gördü.
“Buyurun,” dedi. “Ben Kurt Wallander.”
Kadın eldivenini çıkararak elini uzattı. “Ben Birgitta Törn,” dedi. “Dışişleri’nden. Herhâlde bir erkek bekliyordunuz?”
“Haklısınız,” diye karşılık verdi.
“Hâlâ fazla kadın diplomat yok,” dedi Birgitta Törn. “Ama yine de bu durum İsveç’in dışişlerinin büyük bir kısmının kadınların ellerinde olmasına engel değil.”
“Güzel,” dedi Wallander. “Skåne’ye hoş geldiniz.”
Bagajları beklerlerken Wallander, onu gizlice süzüyordu. Çok çekici bir kadın değildi ama bakışlarında insanın dikkatini çeken bir şey vardı. Valizi aldığında, dönüp ona bakınca dikkatini çekenin ne olduğunu anladı. Gözlerinde lens vardı. Evliliklerinin ilk yıllarında Mona da lens takıyordu.
Arabaya gittiler. Wallander, ona Stockholm’de havanın nasıl olduğunu ve rahat bir yolculuk yapıp yapmadığını sordu. Genç kadın onun sorularını yanıtladı ama araya mesafe koyduğu da hissediliyordu.
“Sekelgården adındaki bir otelde yer ayırttım,” dedi Törn, Ystad’a doğru yola koyulduklarında. “Şimdiye dek hazırladığınız tüm raporları okumak istiyorum. Tüm materyallerin bana verilmesi gerektiğiyle ilgili size bir talimat verildiğini sanıyorum.”
“Hayır, verilmedi,” dedi Wallander. “Kimse bu konuda bana bir şey söylemedi ama ortada bir sır olmadığına göre elbette raporları okuyabilirsiniz. Dosya arka koltukta!”
“Çok iyi,” diye karşılık verdi.
“Artık her şey açığa kavuştuğuna göre size bir şey sormak istiyorum,” dedi Wallander. “Buraya neden geldiniz?”
“Doğu’da olan, alışılmışın dışında gerçekleşen her olay dışişlerini ilgilendirir. Ayrıca Interpol’e üye olmayan ülkeler hakkında yasal bilgi edinme konusunda size yardımcı olabiliriz.”
Politikacı gibi konuşuyor, diye geçirdi içinden Wallander.
Söylediklerinde kuşku uyandıran bir şey yoktu.
“Alışılmışın dışında her olay,” diye yineledi Wallander. “İlginç bir saptama. İsterseniz size kurtarma botunu gösterebilirim, emniyette duruyor.”
“Hayır, teşekkür ederim,” dedi Törn. “Polisin işine karışmak istemem ama yarın sabah için bir toplantı ayarlarsanız memnun olurum. Olayların ne durumda olduğuna ilişkin bir brifing almak isterim.”
“Toplantı için en iyi saat 08.00,” dedi Wallander. “Genel müdürlükten bize ekstra polis gönderileceğini duydunuz mu, bilmiyorum. Onların yarın burada olacaklarını sanıyorum.”
“Haberim var,” dedi Törn.
Sekelgården meydanın hemen arkasındaydı. Wallander arabasını otelin önüne park etti ve arka koltuktaki dosyayı aldı. Sonra da bagajı açarak genç kadının valizini çıkardı.
“Daha önce Ystad’a gelmiş miydiniz?” diye sordu.
“Hayır.”
“O zaman Ystad polisi adına sizi bu akşam yemeğe davet etmek isterim.”
Genç kadının yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi.
“Çok naziksiniz,” dedi. “Ama çalışmam gerek.”
Wallander sinirlendiğini hissediyordu. Belki de bu kadın taşra polisiyle yemek yemeyi bir küçüklük olarak görüyordu.
“Continental Oteli’nin yemekleri çok güzeldir,” dedi. “Meydana çıkınca hemen sağda. Sabah gelip sizi almamı ister misiniz?”
“Ben kendim gelirim,” dedi. “Her şey için çok teşekkür ederim.”
Wallander