Riga'nın Köpekleri. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Riga'nın Köpekleri - Хеннинг Манкелль страница 16

Riga'nın Köpekleri - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

karıştırdı ama bulamadı.

      “Acele etme,” dedi Wallander. “Her şeye başından başlayalım. Botu fark ettiğinde tam olarak neredeydin?”

      “Nerede olduğumu yazmıştım,” dedi adam. “Ystad’dan altı deniz mili uzaktaydım, güneye doğru gidiyordum. Bot ise kuzeybatı yönünden geliyordu. Onun tam konumunu yazmıştım.”

      Wallander’e buruşuk bir kâğıt parçası uzattı. Rakamlar ona hiçbir şey ifade etmemesine karşın Wallander adamın doğru söylediğini fark etmişti.

      “Kurtarma botu suda sürükleniyordu,” dedi adam. “Kar yağmasaydı fark etmezdim.”

      Biz de fark etmezdik, diye geçirdi içinden Wallander. Adamın her birinci tekil şahıs kullanışında Wallander içgüdüsel olarak onun gerçeğin yalnızca bir kısmını anlattığını düşünüyordu.

      “Bot teknenin iskele tarafına doğru sürükleniyordu,” diye sürdürdü konuşmasını adam.

      “Onu çekme halatıyla İsveç kıyılarına doğru çektim, sonra da kıyıyı görünce bıraktım.”

      Bu da bottaki halat parçasının nereden geldiğini açıklıyor, diye geçirdi içinden Wallander. Aceleleri vardı ve tedirgin olmuşlardı. Halatı koparmayı bile göze almışlar.

      “Balıkçı mısın?”

      “Evet.”

      Hayır, diye geçirdi içinden Wallander. Yine yalan söylüyorsun ve çok kötü bir yalancısın. Neden korktuğunu doğrusu çok merak ediyorum.

      “Eve dönüyordum,” dedi adam.

      “Teknende mutlaka bir telsiz olmalı,” dedi Wallander. “Neden sahil güvenliği uyarmadın?”

      “Geçerli bazı nedenlerim vardı.”

      Wallander adamın korkularını gidermek zorunda olduğunu fark etti, aksi hâlde hiçbir şey öğrenemeyecekti. Güven duymalı, diye geçirdi içinden. Bana gerçekten güven duyabileceğini hissetmeli.

      “Daha fazlasını öğrenmem gerekiyor,” dedi Wallander. “Burada söylenenleri soruşturmada kullanmam gerekecek ama bunları nereden duyduğumu hiç kimse bilmeyecek.”

      “Kimse bir şey söylemedi. Kimse telefon etmedi.”

      Wallander birden adamın kimliğini açıklamak istememesinin son derece basit bir açıklaması olduğunu fark etti. Martinson’la konuşurken adamın teknede yalnız olmadığını fark etmişti ama şimdi teknede kaç kişi olduklarını öğrenmek zorundaydı. Belki iki kişiydiler. Üç olamazdı, ikiden fazla olamazdı. Ve bu adam da o ikinci adamdan korkuyordu.

      “Kimse telefon etmedi,” dedi Wallander. “Bu tekne senin mi?”

      “Bunun ne önemi var?”

      Wallander olanları yeniden düşünmeye başladı. Bu adamın bottaki cesetlerle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığından artık emindi. Bu adam o sırada yalnızca bir rastlantı sonucu teknedeydi ve botu görünce onu kıyıya çekmişti. Bu da işleri kolaylaştırıyordu ama adamın neden bu kadar korktuğunu da bir türlü anlayamıyordu. Diğer adam kimdi?

      Tam o sırada jetonu düştü. Kaçakçılar. Ya mülteci ya da içki taşıyorlardı. Bu tekne kaçakçılık işleri için kullanılıyordu. İşte bu yüzden de teknede balık kokusu yoktu.

      “Botu gördüğünde denizde başka bir gemi var mıydı?”

      “Hayır.”

      “Bundan emin misin?”

      “Sadece gördüklerimi anlatıyorum.”

      “Ama daha önce tahmin ettiğini söylemiştin.”

      Bu sözlere aldığı yanıt kesindi.

      “Bot uzun zamandır denizde gibiydi. Denize yeni atılmış olamazdı.”

      “Neden?”

      “Çünkü çevresinde yosunlar oluşmaya başlamıştı.”

      Wallander botu ilk kez inceldiğinde yosun gördüğünü hatırlamıyordu.

      “Botu bulduğumuzda yosun falan yoktu.”

      Adam kısa bir an düşündü.

      “Botu kıyıya doğru çekerken yosunlar temizlenmiş olmalı. Çünkü suya batıp çıkıyordu.”

      “Sence bot ne zamandan beri denizdeydi?”

      “Bir haftadan beri olabilir. Ama kesin bir şey söylemek zor.”

      Wallander adamı incelemeye koyuldu. Son derece huzursuz bir hâli vardı ve en küçük bir ses karşısında da hemen tedirgin oluyordu.

      “Bana söylemek istediğin başka bir şey var mı?” diye sordu Wallander. “Küçücük bir ayrıntı bile çok önemli olabilir.”

      “Bot bence Baltık ülkelerinden birinden buraya gelmiş olabilir.”

      “Neden böyle düşünüyorsun? Almanya’dan gelmiş olamaz mı?”

      “Ben bu suları iyi bilirim. Botun Batık ülkelerden birinden geldiğine eminim.”

      Wallander söz konusu bölgenin haritasını gözlerinin önünde canlandırmaya çalıştı.

      “Çok uzun bir yol,” dedi. “Polonya sahillerini baştan başa geçtikten sonra, dosdoğru Alman karasularına girmesi gerekiyor. Buna inanamıyorum.”

      “İkinci Dünya Savaşı sırasında mayınlar kısa zamanda uzun yollar alabiliyordu. Son günlerde esen sert rüzgârlar botun yolculuğunu da hızlandırmış olabilir.”

      Birden gaz lambasının ışığı azaldı.

      “Bildiklerim bu kadar. Daha fazla anlatacak bir şeyim yok,” dedi adam haritayı katlarken. “Verdiğin sözü hatırlıyorsun, değil mi?”

      “Verdiğim sözleri asla unutmam. Ama bir sorum daha var. Neden korkuyorsun? Neden gecenin bir yarısı buluştuk?”

      “Korkmuyorum,” diye karşılık verdi adam haritayı kaldırırken. “Ayrıca korkuyor olsam da bu yalnızca beni ilgilendirir.”

      Wallander çok geç olmadan sorması gereken başka sorusu olup olmadığını düşündü.

      İkisi de teknenin hafifçe sallanmaya başladığını fark etmemişti. Bu son derece hafif bir sallantı olduğu için fark edilmemesi olağandı.

      Wallander ranzadan kalkarak el feneriyle dümenin bulunduğu yerin duvarlarını aydınlattı. Tekneyi daha sonra kendisine hatırlatabilecek hiçbir şey bulamadı.

      “Gerekirse seni nerede bulabilirim?” diye sordu rıhtıma çıktıklarında.

      “Bulamazsın,”

Скачать книгу