Riga'nın Köpekleri. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Riga'nın Köpekleri - Хеннинг Манкелль страница 15

Riga'nın Köpekleri - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

değiştiğini ve ülkenin daha fazla sayıda emniyet gücüne ihtiyacı olduğunu konuşurlardı. Wallander geçen zamanla birlikte yetersizliğinin de arttığını hissediyordu. İçindeki bu güvensizlik duygusunu yok etmesi mümkün değildi.

      Buzdolabından bir şişe bira aldı, televizyonu açıp kanepeye uzandı. Ekranda tüm ülkenin heyecanla izlediği şovlardan biri vardı.

      Wallander, Trelleborg Lastik Şirketi’ndeki iş fırsatını düşünmeye koyuldu. Kim bilir belki de bu, ihtiyacı olan değişiklik için eşsiz bir fırsattı. Belki de insan bir süre polis olmalı ve daha sonra da yaşamını tümüyle farklı bir işe adamalıydı.

      Gece yarısına dek yatmadı.

      Telefon çaldığında salonun ışığını kapamak üzereydi. Hayır, bu akşam bari aramasınlar, diye geçirdi içinden. Yeni bir cinayetle uğraşmak istemiyorum. Ahizeyi kulağına götürür götürmez öğlen kendisini arayan adamın sesini duydu.

      “Kurtarma botu hakkında bazı şeyler biliyor olabilirim,” dedi adam.

      “Bize yardımcı olacak her türlü bilgiye açığız,” dedi Wallander.

      “Bildiklerimi size ancak bir şartla anlatırım, anlatacaklarımı polisin kimseye söylemeyeceğini garanti ederseniz.”

      “İstediğiniz süre boyunca kimliğinizi gizli tutabilirsiniz.”

      “Bu yeterli değil. Bu konuşma hakkında hiçbir şeyin açıklanmayacağının garantisini istiyorum.”

      Wallander bir an düşündükten sonra adama söz verdi. Ama adam hâlâ kararsızdı. Bir şeyden korkuyor olmalı, diye geçirdi içinden Wallander. “Size polis sözü veriyorum.”

      “Polis sözüne pek güvenmem.”

      “Güvenmelisiniz,” dedi Wallander. “Kimse hakkımda olumsuz bir şey söyleyemez.”

      Kısa bir sessizlik olunca Wallander, onun hızlı soluk alıp verişlerini duydu.

      “Sanayi sitesini biliyor musunuz?” diye sordu adam birdenbire.

      Wallander biliyordu. Bu, şehrin doğusundaki sanayi bölgesiydi.

      “Hemen oraya gelin,” dedi adam. “Yol aslında tek yönlü ama bu saatte trafik olmaz. Motoru ve farları kapatın.”

      “Nerede durmamı istiyorsunuz? Orası çok uzun bir cadde!”

      “Siz oraya gidin. Ben nasılsa sizi bulurum. Ama yalnız geleceksiniz. Aksi hâlde her şeyi unutun.”

      Adam telefonu kapattı.

      Wallander kaygılanmıştı. Kendisine yardımcı olmaları için Martinson’u ya da Svedberg’i araması gerektiğinin farkındaydı. Ama kaygılarını bir kenara atmaya zorladı kendini. Hem zaten ne olabilirdi ki?

      Kanepeden fırlayarak ayağa kalktı. Sıcaklık sıfırın altına inmişti, boş sokaktaki arabasına binerken soğuktan titriyordu.

      Oto galerileri ve dükkânlarla dolu caddeye saptığında gece zifiri karanlıktı. Yolun yarısına dek gittikten sonra farlarını ve motoru kapadı. Karanlıkta beklemeye koyuldu. Kontrol panelinin üstündeki saatin ışığı gece yarısını geçtiğini gösteriyordu.

      00.30’da hiçbir şey olmadı. Saat 01.00’e kadar kimse gelmezse eve dönmeye karar verdi.

      Adam arabanın yanına gelinceye dek onu fark edememişti. Telaşla camı açtı. Wallander, adamın yüzü karanlıkta olduğundan onu göremiyordu. Ama sesini hemen tanımıştı.

      “Arkamdan gel,” dedikten sonra adam gecenin karanlığında yok olup gitti.

      Birkaç dakika sonra ters yönden bir araba yaklaştı ve farlarını yakıp söndürdü. Wallander onu takip etti, kasabanın doğu kesiminden çıktılar.

      Wallander birden korktuğunu hissetti.

      5

      Brantevik’teki limanda kimseler yoktu. Yalnızca suya yansıyan tek tük bir iki ışık vardı. Wallander elektriklerin mi kesildiğini yoksa belediyenin enerji tasarrufu mu yaptığını kestiremedi. Hayatımız her gün daha da kasvetli bir hâl alıyor, diye düşündü. Bu gerçek kendini her geçen gün daha fazla belli ediyor.

      Önündeki arabanın farları söndü. Wallander de kendi farlarını söndürdü. Kontrol panelinin üstündeki saat 01.25’i gösteriyordu. Birden bir el fenerinin ışığı ortalığı aydınlattı. Işık karanlıkta dans ediyor gibiydi. Wallander arabasının kapısını açıp dışarı çıktı. Soğuk hava yüzüne bir tokat gibi çarpmıştı. El fenerli adam birkaç metre ilerisinde duruyordu. Wallander onu hâlâ tam olarak göremiyordu.

      “Rıhtıma gidelim,” dedi adam.

      Belirgin bir İskandinav aksanıyla konuşuyordu. Wallander insanın bu aksanla tehdit edercesine konuşmasının olanaksız olduğunu geçirdi aklından. Bu kadar nazik başka bir aksan bilmiyordu.

      “Neden?” diye sordu. “Neden rıhtıma gitmemiz gerekiyor?”

      “Korkuyor musun?” dedi adam. “Rıhtımda bizi bekleyen bir tekne var.”

      Arkasına dönerek rıhtıma doğru gitti, Wallander de onu izledi. Buz gibi bir rüzgâr esiyordu. Bir balıkçı teknesinin yanında durdular. Deniz ve yakıt kokusu yoğundu. Adam, Wallander’e feneri uzattı.

      “Halata doğru tut feneri.”

      Wallander adamı ancak o zaman doğru dürüst görebildi. Kırk yaşlarındaydı. Dışarıda çok zaman geçiren birinin sert yüz hatları vardı. Lacivert bir tulumla gri bir ceket giymişti. Adam halatı çözerek tekneye atladı. Gecenin karanlığında dümene doğru gitti. Wallander bekledi. Gaz lambası yandı ve adam güvertede belirdi.

      “Tekneye hoş geldin,” dedi.

      Wallander güvertenin buz gibi soğuk parmaklığına tutunarak tekneye atladı. Dümene dönen adamın arkasından gitti.

      “Sakın düşeyim deme,” dedi adam. “Su çok soğuk!”

      Dümenden makine dairesine giden adamı izledi. İçeride yoğun mazot ve yağ kokusu vardı. Adam gaz lambasını duvardaki bir kancaya astı.

      Wallander adamın çok korktuğunu fark etmişti. Telaşlı bir hâli vardı. Wallander son derece rahatsız ve üstünde kirli bir battaniye olan ranzaya oturdu.

      “Umarım sözünde durursun,” dedi adam.

      “Ben her zaman sözümde dururum,” diye karşılık verdi Wallander.

      “Kimse sözünde durmaz ama,” dedi adam. “Başıma gelebileceklerden kaygılanıyorum.”

      “Adın ne?”

      “Bunun bir önemi yok.”

      “Ama kurtarma botundaki iki cesedi gördün, değil mi?”

      “Görmüş

Скачать книгу