Kayıp kıta: atlantis efsanesi. C. J. Cutcliffe Hyne
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kayıp kıta: atlantis efsanesi - C. J. Cutcliffe Hyne страница 6
“Hatırlıyorum,” dedim kuru bir sesle, “buraya gelmeden önce Atlantis’te yaşadım ve o zamanlar oradaki çoğu erkek kadar saray yaşantısını görmüştüm. Ben o zaman da evlenmeye hiç meyilli değildim.”
Tatho kıs kıs güldü. “Atlantis çok değişti, bugün görsen ülkeyi pek tanıyamazsın. Her şeyi, özellikle de karşı cinsi değiştiren yeni bir çağ başladı. Eski kralın zamanındaki kadınları çok iyi hatırlıyorum; ne kadar korkunç görüntüleri vardı, nasıl yürüyeceklerini veya kendilerini nasıl taşıyacaklarını neredeyse hiç bilmezlerdi, elbise seçimleri bile insanın içini acıtacak kadar kaba sabaydı. Yemin ederim ki bugün sizin Yucatan’daki kadınlarınız, bizim o zamanki kadınlarımızın olduğu kadar taşralı değil. Ama şimdi onları orada görmelisin. Enfesler. Ama İmparatoriçe’nin cazibesi hepsinin ötesinde. Ah Deukalion! Sen çok yakında, bu güzel günlerin birinde Phorenice’i tüm görkemli güzelliği ve ihtişamı içinde görecek ve dizlerinin üstüne çöküp tövbe edeceksin, inan bana.”
“Belki görebilirim ve belki (senin söylemine göre) hayatımın gidişatını değiştirebilirim. Tanrılar her şeyi mümkün kılar. Ama şu an için olduğum gibi kalıyorum, yani bekâr olarak ve bunun aksine hareket etmeye hiç niyetim yok. Dolayısıyla bu süre içerisinde, senin hikâyenin devamını dinleyeceğim.”
“Bu uzun bir başarı hikâyesi. Phorenice, Zaemon’u ismen ve resmen görevinden azletti, sonrasında haber yayıldı ve Rahipler Klanı büyük öfkeye kapıldı. Birbirine komşu iki eyalet valisi, onu esir almak ve idam etmek için güçlerini birleştirmeye karar verdiler. Zavallı adamlar! Emirlere uymaya çalıştılar ve beklendiği gibi ona saldırdılar. Gelgelelim Phorenice savaşta onlarla alay etti. Her ikisini de öldürdü ve birlikler arasında katliam yaptı. Hayatta kalan ve ona esir düşen mahkumlara her zamanki teklifini yaptı: ya kılıç ya da ona hizmet. Doğal olarak adamların seçim yapmaları çok uzun sürmedi; böyle sıradan insanlar için şu veya bu hükümdar pek fark etmiyor, sonuçta Phorenice’in ordusu güçlenmiş oldu.
“Üç kere onun üzerine askeri güç gönderildi ve o üç kere daha muzaffer oldu. Üçüncüsü en son çabaydı. Önceleri, birdenbire ortaya çıkan bu maceraperest kadını hor görmek alışılmış bir şeydi. Ama sonra rahipler, içinde bulundukları tehlikeyi fark etmeye başladılar; tahtın kendisi tehlikedeydi ve eğer onu ezmek istiyorlarsa ellerinden gelenin en iyisini ortaya koymak zorunda olduklarını anladılar. Eli silah tutan her adama kendilerine hizmet etmesi için baskı yapıldı. Bilinen her türlü savaş sanatının devreye sokulması emredildi. Atlantis’in o zamana kadar yetiştirdiği en büyük, en donanımlı ordu kuruldu ve Rahipler Klanı, başkomutan olarak bu ordunun başına kendi generalini koymayı uygun gördü: Tatho’yu.”
“Sen!” diye bağırdım.
“Ta kendisi, Deukalion. Ama bil ki buna şiddetle karşı koydum. O zamanlar ben Phorenice’e kulluk eden biri değildim. Sonraları bu yola girdiğimde (çünkü en yükseğe çıkmam için beni teşvik etmek istiyorlardı) Rahipler Konseyi, benim gelecekteki başarı şansıma dikkat çekti. Çok uzun zamandır bildiğimiz kral, hasta ve yorgun bir ihtiyardı; kendini tamamen dünya dışı gizemleri araştırmaya adamıştı ve onları yakından bilmenin sevincine o kadar kapılmıştı ki dünyevi meseleler artık onun için tiksinti verici hale gelmişti, her an ölmeye karar verebilirdi. Rahipler Klanı, yeni bir kralın seçiminde kendi takdirini kullanır; ama halkın hassasiyetine de dikkat eder, bu kritik zamanda büyük bir seferberlikten muzaffer olarak dönen, ayrıca sürekli silahların gölgesinde olmaktan bezmiş bir halkı kurtaracak olan bir general, o anda herkesin idolü olacaktır. Bunlar bana resmi olarak ve tüm konsey üyelerinin huzurunda anlatıldı.”
“Ne! Sana tahtı mı vaat ettiler?”
“Aynen öyle. Gördüğün gibi önüme sürülen yüksek bir hedefle bu işe girdim. Phorenice’i daha önce hiç görmemiştim, onu canlı yakalayacağıma ve askerliğim için alay konusu yapacağıma yemin ettim. O zamanlar kendi stratejime çok güveniyordum, Deukalion. Fakat o sıralar itimat ettiğim kadim Tanrılar, eskiydiler ve bana yeni bir şey öğretmediler. Ben ordumu, eski yoldaşlar olarak seninle birlikte öğrendiğimiz ve birçok çetin savaşta çok iyi sonuçlar veren yöntemlere göre çalıştırdım ve eğittim, onları o zaman bildiğimiz en seçkin silahlarla, sapan ve topuzla, yay ve mızrakla, balta ve bıçakla, kılıç ve alev toplarıyla silahlandırdım; vücutlarını metal plakalarla kapladım, midelerini bile düşündüm ve savaşan birliklerin arkasına sığır sürüleri kattım.
“Ama çarpışma ânı gelip çattığında, karşı tarafa verdikleri zarar ancak birer bostan korkuluğu kadardı. Phorenice, kendi zekâsıyla, iki ok menzili ötesine öldürücü mızraklar atan fırlatma boruları yapmıştı ve birliklerini yönetme şekli beni âdeta büyüledi. Bizi bir kanattan tehdit ederken, diğer kanattan tekrarlı hücumlarla yordular. Bu bizim alıştığımız gibi bir savaş değildi. Daha yeni, daha ölümcül bir oyundu bu ve ben muhteşem ordumun, dalgaların bir kum tepesini aşındırması gibi eriyişini izlemek zorunda kaldım. Hiçbir zaman onları yakın çarpışmaya zorlama şansım olmadı. Phorenice’in icat ettiği bu yeni taktikler, benim karşı koyma ya da anlama yeteneğimin ötesindeydi. Onun bir adamı, bizim sekiz adamımıza bedeldi ve bizim sıkışık düzen savaş tarzımız, askerlerimizin çok daha kolaylıkla katledilmesine yol açmıştı. Bir panik yaşandı ve kaçabilenler kaçtı. Benimse geri dönüp başarısız bir generali bekleyen görevden alınmayı kabullenmeye hiç niyetim yoktu. Orada, bulunduğum yerde dövüşerek ölmeye çalıştım. Ama ölüm gelmedi. Sonuncusu tam bir arbedeydi Deukalion.”
“Phorenice seni esir mi aldı?”
“Ben diğer üç kişiyle sırt sırta vererek bir ölüm çemberinin ortasında durdum ve bizi saran düşman çemberi gittikçe daralıyordu. Alay ederek üstümüze gelmelerini söyledik. Göğüs göğse bir çarpışmada kendimizi koruyabildiğimizi onlara daha önce göstermiştik, bu yüzden güvenli bir şekilde bizi uzaktan vurabilecekleri fırlatma borularına ihtiyaçları vardı. Sonra Phorenice çıkageldi. ‘Siz ne yapıyorsunuz böyle?’ diye sordu adamlarına. ‘Size karşı gelen Efendi Tatho’yu öldürmeye çalışıyoruz,’ dediler. ‘Demek Tatho bu, öyle mi?’ dedi Phorenice. ‘Gerçekten de boylu poslu, gösterişli bir adam ve görünüşe bakılırsa eski usule göre çok iyi bir savaşçı. Daha yeni yöntemleri öğrenecek kapasitede biri olduğuna şüphe yok. Şimdi bak Tatho,’ dedi, ‘benim yendiğim insanlara ya kılıç (ki inan bana, şimdiye kadar boynuna hiç bu kadar yakın olmadı) ya da sancağımın altında bana hizmet etme seçeneği vermek gibi bir âdetim var. Bir seçim yapacak mısın?’”
Ona dedim ki: “Gördüğüm en adil kadın ve dünyaya gelmiş en iyi komutan olarak, niteliklerinle fena halde aklımı başımdan aldın; ama bizim Klanımız’da bir gelenek vardır, yediğimiz ekmeği verene her zaman sadık kalırız. Ben hâlâ Kral’ın adamıyım ve sana hiçbir şekilde hizmet edemem.”
“‘Kral öldü,’ dedi. ‘Bir ulak haberi daha yeni getirdi, yani bu karar tamamen sana kalıyor. Ben İmparatoriçeyim.’”
“Seni kim İmparatoriçe yaptı?” diye sordum.
“‘Bana bu savaşı kazandıran ve en kudretli olan el,’ dedi. ‘Gördüğün gibi, bu kudretli bir el ve eğer ona hizmet etmeyi seçersen aynı zamanda nazik bir el de olabilir. Kral öldüğüne