Kayıp kıta: atlantis efsanesi. C. J. Cutcliffe Hyne

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kayıp kıta: atlantis efsanesi - C. J. Cutcliffe Hyne страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kayıp kıta: atlantis efsanesi - C. J. Cutcliffe Hyne

Скачать книгу

koyda demir atmışlardı; ama yukarıdaki yüksek arazide, yaklaştığımızı alarm vererek onlara bildiren bir keşif birliği vardı ve burnu döndüğümüz zaman gemilerin geçişimizi engelleyecek şekilde sıralandıklarını gördük.

      Bizden geriye şimdi beş gemi kalmıştı, diğerleri ya fırtınalarda kaybolmuş ya da tüm mürettebatı iskorbütten öldüğü için arkada kalmışlardı, yabancılarda ise üç tane güzel gemi ve çok sayıda küreği olan üç kadırga vardı. Hepsi de temiz, parlak ve siyah renkliydiler; bizim gemilerimiz ise fırtınadan hasar görmüş, hava şartlarından yıpranmış haldeydi ve altları, dolanmış yosunlar yüzünden çok kötü vaziyetteydi. Bizim gemilerimizde Tatho ve Deukalion’un renklerini ve sembollerini belirten flamalar, apaçık ve gurur duyulacak şekilde asılıydı; bu yüzden bakan herkes, gemilerin kökenini ve işini bilebilirdi, diğer donanmanın gemileri ise sanki doğdukları için kendilerinden utanç duyan aşağılık yaratıklarmış gibi bir flama ya da köken belirten bir işaret taşımıyordu.

      Ayrıca bir çatışma olmadan geçmemize izin vermeyecekleri açıkça belliydi ve bu alışılmadık şey değildi; çünkü denizlerde uygulanan hiçbir kanun yoktu ve bir gemideki kişi, başka gemideki kardeşini eğer sahilden uzakta, işitme menzili dışında yakalarsa onu yağmalamaktan hiç çekinmezdi, özellikle de diğer kardeş bir yağma veya bir ticaret seyahatinden mal yüklü olarak geri dönüyorsa. Bu yüzden Tob, gemimizi sistemli ve usule uygun olarak savaş düzenine soktu; diğer dört kaptan da kendi gemileri için aynı şeyi yaparak derli toplu bir filo oluşturmak için bize yaklaştılar. Yolculuğun neredeyse sonuna gelmişken hiçbir şekilde esir alınma durumu yaşamak istemiyorlardı.

      Güneş Tanrımız, sanki bu işin devam etmesi için çok istekliymiş gibi, ışıl ışıl parlayarak makinelere tam hız verdi ve iki donanma, çabucak birbirine yaklaştı; üç kadırga ise onlara eşlik eden gemilerle aynı hizada olacak şekilde geride kaldı. Ne var ki aramızda yüzlerce gemi boyunda bir mesafe varken diğer donanma durdu ve kadırgalardan biri öne doğru çıkıp bir barış görüşmesi yapmak istediklerinin işareti olarak direklerine yeşil dallar çekti.

      Bu alışılmadık bir hareketti; ama biz, denizde hırpalanmış donanmamızla gereksiz yere bir savaşa davetiye çıkaracak durumda değildik. Böylece uzaktan, karşılıklı boğuk seslerle bağrıştıktan sonra biz de durduk ve Tob, konuşmaya hazır olduğumuzu, elçilik yapacak kişiye saygı duyacağımızı göstermek için direğe (yeşil dal görevi görmesi için) kuru bir değnek çekti.

      Kadırga bize yaklaştı, kendi etrafında döndü, kıçı bizim küpeşteye sürtünene kadar geri geri geldi ve gemidekilerden biri tırmanıp güvertemize atladı. Züppece giyinmiş, karadan taze erzak tedarik ettiği için son derece sağlıklı görünen genç ve dinç bir adam, büyük bir özgüven içinde hırpani halimizi küçümseyerek etrafına bakındı. Sonra Tob’u görünce tanıdık birini görmüş gibi başını salladı. “Eski içki arkadaşım,” dedi, “karın, ayaklarının dibindeki dört küçük çocukla birlikte Atlantis rıhtımında seni bekliyor. Onu göreli daha on beş gün bile olmadı.”

      “Buraya bana evden haber getirmek için gelmedin,” dedi Tob, “bu kadarına yemin edebilirim. Latifelerini iyice anlamama yetecek kadar içki içtim seninle, Dason.”

      “Sana evinin hâlâ orada olduğunu, karının ve çocuklarının seni içtenlikle karşılamaya hazır olduğunu belirtmek istedim.”

      “Ben hiçbir zaman bunu unutacak bir erkek değilim,” dedi Tob, sert bir sesle, “ve onları her zaman aklımın bir köşesinde tuttuğum için bu gemiyle bir korsandan daha fazlasına meydan okumayı göze alarak denize açıldım; ama eğer bekâr bir adam olsaydım esir düşmekten hoşnut bile olabilirdim.”

      “Ah, senin yeterince umutsuz bir adam olduğunu biliyorum,” dedi Dason, “ve eğer iş çatışmaya varırsa seni ve sakat adamlarını burada haklayıp çılgın gemilerini rahatça batırmadan önce, birkaç adamımızı seve seve kaybetmeyi göze aldığımızı sana itiraf etmekten çekinmiyorum. Donanmamızın yerine getirmesi gereken emirler var ve benim elçiliğimin amacı, senin mantıklı davranarak bize istediğimizi verip vermeyeceğini görmek istememiz; sonra hepinizin bir sıyrık bile almadan, sapasağlam yolunuza devam ederek evlerinize dönmenize izin verilecek.”

      “Buraya yanlış kazı yolmaya geldiniz,” dedi Tob, gürültülü bir kahkahayla. “Yucatan’dan ayrılırken gemilere hiçbir hazine ya da mal almadık. Limanda sadece yolculuk için erzak tedariki yapıp gemiyi yiyecek ve suyla doldurmaya yetecek bir süre için kaldık, daha fazla değil. Giderken nasıl gittiysek, aynı şekilde çıplak gemilerle geri dönüyoruz. Elbette bana inanmayacaksın, senin yerinde olsam ben de inanmazdım; ama eğer istersen ambarlara gidip bakabilirsin. Orada iskorbüt yüzünden yarım adam haline gelmiş birkaç zavallı denizci dışında hiçbir şey bulamazsın. Hayır, senin burada yumruklardan başka alabileceğin hiçbir şey yok Dason ve biz bunları sana fazla bir şey istemeden verebiliriz.”

      “Yükünüzü bu kadar düşük değerde beyan etmene sevindim,” dedi elçi, “çünkü evinize sağ salim bir şekilde gitme hakkını kazanabilmeniz için, o yükü yanımda kadırgaya götürmem gerekiyor.”

      Tob kaşlarını çattı. “Daha açık konuşsan iyi olur,” dedi. “Ben sıradan bir denizciyim ve süslü konuşmaları anlamıyorum.”

      “Senin Deukalion’u,” dedi Dason, “Phorenice’e destek olması için Atlantis’e geri getirmek üzere gönderilmiş olduğun açıkça görülüyor. Eh, bizler de daha fazla destek olmadan Phorenice’e karşı savaşmanın zor olduğunu biliyoruz ve bu yüzden, Deukalion’la kendi yöntemimize göre ilgilenmek için onun bizim gözetimimiz altında olmasını istiyoruz.”

      “Peki ya ben cimrilik yapıp yükümün bu parçasını sana vermeyi reddedersem?”

      Şık giyimli elçi, hasar görmüş gemiye ve onun yanındaki hırpalanmış diğer donanma gemilerine baktı. “O zaman Tob, hepinizi çok kısa bir sürede denizdeki balıklara yem ederiz ve Deukalion tek başına Tanrılar’ın önüne çıkmak yerine, arkasından sendeleyerek gelen pejmürde tayfalarla birlikte dibi boylar.”

      “Bundan şüpheliyim,” dedi Tob, “ama göreceğiz. Efendim Deukalion’u almanıza izin vereceğimi sanıyorsan, böyle bir şey söz konusu bile değil. Şunu bil ki içki arkadaşım Dason, birincisi eğer Deukalion olmadan Atlantis’e gidersem diğer efendim Tatho, bu günlerden birinde buraya geri döner ve ben onun elinde en yavaş ölümlerden biriyle can veririm; ikincisi ben Efendim Deukalion’un dev bir deniz kertenkelesini öldürdüğünü gördüm ve o gün bana ne kadar düzgün bir adam olduğunu gösterdi ki onu kendi isteği olmadan Tatho’nun kendisine bile teslim etmem; üçüncüsü de kıyıdaki son şarap masamızda payına düşen borcu ödemedin ve sen bu hesabı kapatana kadar sana hiçbir şey vermeden cehennem Tanrıları’nın yanına göndereceğim.”

      “Eh, Tob, umarım kolay boğulursun. Karına gelince, ben onu her zaman çok beğenirdim ve onu nasıl kullanacağımın bir yolunu bulacağım.”

      “Bunun için boynunu koparacağım, seni Avrupalı piç kurusu,” dedi Tob, “ve eğer bu güverteyi terk etmezsen hemen burada koparırım. Defol,” diye bağırdı. “Seni lanet olası! Çek git ki seninle adil bir şekilde savaşayım, yoksa şerefim üzerine senin bağırsaklarını dışarıya döker ve o aptal tayfalarının boynuna kolye diye takarım.”

      Bunun üzerine Dason kendi kadırgasına döndü.

Скачать книгу