Kayıp kıta: atlantis efsanesi. C. J. Cutcliffe Hyne
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kayıp kıta: atlantis efsanesi - C. J. Cutcliffe Hyne страница 14
Mamut ile eşzamanlı olarak çok daha görkemli bir diğer harika, mamutun sahibesi İmparatoriçe Phorenice, görüntüye girdi. En başta, muazzam büyüklüğü ve bastırılmış vahşi gücüyle gözüme ilk takılan canavar olmuştu; ama onun geniş sırtındaki altın tahtırevanda oturan hanımefendi, bakışlarımı çabucak kendine çekmiş ve o andan itibaren sonsuz cazibesiyle gözlerim bir an bile ondan ayrılmaz olmuştu.
İnsanlar, Phorenice’in yaklaşmasıyla birlikte bağırmaya başladığı zaman ayağa kalktım ve onun sırtına bindiği devasa savaş hayvanı gelip meydanın ortasında durana kadar kırmızı çadırımın önündeki sundurmada bekledim, sonra taş zemin boyunca ona doğru ilerledim.
“Dizlerinizin üstüne çökün, efendim,” dedi arkamdaki teşrifatçılardan biri, korkulu bir fısıltıyla.
“En azından kafanızı eğin,” diye ısrar etti bir diğeri.
Fakat benim bu konularda, birinin kendine saygı duyması için nasıl davranması gerektiğine dair şahsi fikirlerim vardı ve açık alan boyunca başım dimdik halde, gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan İmparatoriçe’ye doğru ilerledim. Beni değerlendirmeye çalıştığı belliydi. Açıkçası ben de onun için aynı şeyi yapıyordum. Tanrılar! Bu birkaç kısa saniye bana, yaşadığını bile hayal edemeyeceğim bir kadının var olduğunu göstermeye yetti.
Devlet için çalıştığım uzun resmi yaşamım boyunca kadınların, benim üzerimde hiçbir etkisi olmadığını bu yazının başlarında belirtmiş olduğumu biliyorum. Ancak onların çoğu zaman başkalarının politikaları üzerinde güçlü bir akıl çelme yeteneğine sahip olduklarını çok kısa bir süre içinde görmüş ve sonuç olarak, bir yandan erkekleri incelerken diğer yandan onları da incelemeyi iş edinmiştim. Fakat mamutun sırtındaki altın tahtırevanda kutsal yılanların altında oturan bu kadın, beni şaşkına çevirmişti. Ne düşündüğüne dair hiçbir fikrim yoktu. Zayıf, esnek vücudunun son derece biçimli olduğunu görebiliyordum ve biraz ufak tefekti. Müthiş bir zekâya sahip olduğu yüzünden okunuyordu, aynı zamanda yeni modaya uygun kısa kesilmiş ve omuzlarında toplanmış kızıl saçlarıyla inanılmayacak kadar güzeldi. Ya gözleri! Tanrılar! Kim Phorenice’in gözlerinin derinliğini ölçebilir veya cennet gibi renginin ufacık bir benzerini bulabilirdi?
Buna karşılık onun da beni ruhumun derinliklerine kadar incelediği açıktı ve bu inceleme onu oldukça tatmin etmiş gibi görünüyordu. Ben ona doğru yaklaşırken başını onaylar gibi hafif hareketlerle sallıyordu ve rütbem gereği yere kapanıp onu saygıyla selamlama görevimi yerine getirdiğim zaman, yakınlardaki herkesin duyabileceği kadar yüksek ve net bir sesle bana, kendisi Atlantis’te hüküm sürdüğü sürece onun adına alnımı bir daha asla yere koymamamı emretti.
“Diğerlerine gelince,” dedi, “ben İmparatoriçe olduğum için onların bunu rütbelerine ve makamlarına göre bir, iki veya birkaç defa yapmaları uygundur; ama sen Deukalion, efendim, ben bugüne kadar seni sadece anlatılanlara dayalı tasvirlerden tanıyordum, şimdi ise kendi gözlerimle gördüm ve değerlendirmemi yaptım. Ve sonunda şu karara vardım: Deukalion, Atlantis’teki diğer tüm erkeklerin üzerindedir ve ona itaat etmekte kusur eden biri olursa, o adam Phorenice’in de düşmanıdır ve öfkesini üzerinde hissedecektir.”
Bir işaret yaptı ve bir merdiven getirildi, sonra beni çağırdı; ben de tırmanıp kraliyet yılanlarının gölgelediği altın tahtırevanda onun yanına oturdum. Arkada duran görevli bir kız, parfümlü tüylerle bizi yelpazeliyordu ve Phorenice’in bir sözüyle dev mamut dönüp geldiği yoldan geri giderek bizi kraliyet piramidine götürdü. O sırada diğer tüm ihtişam düzenekleri de harekete geçirildi. Askerler ile şatafatlı sivil tüccarlar, önümüzden ve arkamızdan kafileye katılarak yürürlerken, mamutun her iki yanında ağır silahlı birliklerin tempolu adımlarla yürüdüğünü fark ettim.
Phorenice bir gülümsemeyle bana döndü. “Beni gücendirdin,” dedi, “ilk başta.”
“Majesteleri farkına vardığı pek çok şeyle beni mahcup ediyor.”
“Bana bakmadan önce altımdaki savaş hayvanıma baktın. Bir kadın böyle bir saygısızlığı affetmekte zorlanır.”
“Büyük fetihleriniz için size hep gıpta ettim ve hâlâ da ediyorum. Ben kendim de mamutlarla savaştım ve zamanında onları öldürdüm; ama içlerinden birini canlı tutmayı ve onu ehlileştirmeyi düşünmeye bile asla cesaret edemedim.”
“Cesurca konuşuyorsun,” dedi, hâlâ gülümseyerek, “ve ayrıca iltifat etmeyi de oldukça iyi beceriyorsun. Of, Deukalion, bu insanların bana yaltaklanmaları midemi bulandırıyor. Ben onlarla aynı hamurdan olmadığımı biliyorum; ama sırf Tanrılar’ın kızı olduğum için ister istemez bana karşı ikiyüzlü davranmak zorunda kalıyorlar.”
Demek ki Tatho haklıydı ve domuz çobanı konusu unutulmuştu. Yani eğer o yarattığı kurguyu sürdürmeyi seçmişse, onu yalanlamak benim işim değildi. Doğru ya da yanlış, ben onun hizmetkârıydım.
“Uzun zamandır bana yaltaklanmak dışında hazmedilmesi güç bir davranış gösterecek cesur birinin özlemini çekiyordum,” diye devam etti, “ve en sonunda seni yanıma çağırttım. Senin hakkında söylenenlere dayanarak bir sonuç çıkarabilmek için biraz sıkıntıya girdim, Deukalion ve sen henüz beni tanımasan da ben tanışmadan önce bile seni bütünüyle tanıdığımı söyleyebilirim. Cafcaflı aptal kıyafetleri, aşırıya kaçan ziyafetleri ya da kadınlar tarafından şımartılmayı önemsemeyecek kadar büyük bir akla sahip bir adama hayran olabilirim.” Kendi üzerindeki ipeklere ve ışıltılı mücevherlerine baktı. “Biz kadınlar, üzerimizde renkli şeyler taşımayı severiz; ama bu farklı bir konu. Bu yüzden seni buraya benim vekilim olman ve iktidarın yükünü benimle beraber taşıman için çağırdım.”
“Koca Atlantis’te benden daha iyi adamlar olmalı.”
“Hayır, yok efendim; bunu sana onların hepsini çok iyi bilen biri olarak söylüyorum. Hepsi benim zavallı halime âşık, boş lafları ve arsızlıklarıyla beni yoruyorlar, bana hizmet etmek için yanıp tutuşmalarına rağmen onlar için kendi yükselişleri ve kendi hazinelerinin doldurulması her zaman önce geliyor. Bu yüzden seni çağırdım, Deukalion; tüm dünyadaki tek güçlü adam. Sen en azından benim sevgilim olmak için derin derin iç çekmezsin öyle değil mi?”
Cevabımı gözünün ucuyla izlediğini gördüm. “İmparatoriçe benim efendimdir,” dedim, “ve ona karşı her zaman dürüst bir vekil olacağım. Phorenice’in kadınlığıyla muhtemelen fazla bir işim olmayacak. Ayrıca ben aşk dedikleri oyuncakla oynayacak türde bir adam değilim.”
“Sen yine de yeterince yakışıklı bir adamsın,” dedi oldukça düşünceli bir şekilde. “Ne var ki bu senin gücünü daha fazla kanıtlıyor Deukalion. En azından sen benim zavallı görünüşüm ve inceliğim yüzünden bana vurulacak kadar kendini kaybetmezsin.” Arkamızda duran kıza dönerek “Ylga, yelpazeyi bu kadar hızlı sallama.”
Konuşmamız bir anlığına kesildi ve etrafıma