Kayıp kıta: atlantis efsanesi. C. J. Cutcliffe Hyne

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kayıp kıta: atlantis efsanesi - C. J. Cutcliffe Hyne страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kayıp kıta: atlantis efsanesi - C. J. Cutcliffe Hyne

Скачать книгу

düşmanın gemi sayısını beşe düşürüp kendi sayımıza eşit hale getirmiş olsak da bu avantaj uzun süre bizde kalmadı. Düşmanın üç çevik kadırgası hizaya geldi, lostromoların kırbaç şakırtılarıyla birlikte köleler küreklere sarıldılar, az sonra kendi gemilerimizden biri boynuzla parçalanıp battı ve gemideki adamlar kurtarılma umudu olmadan suda boğuldu.

      Ardından, yaşayan en büyük savaşçının yüreğini ısıtacak, göğüs göğse bir yakın dövüş başladı. Gemiler ve kadırgalar, inip kalkan dalgaların üzerinde önsezileri güçlü hayvanlar gibi kendilerini zorlayarak ve birbirlerine sertçe sürtünerek çarpışıyorlardı. Güvertedeki adamlar oklarını fırlatıyor, baltalarını savuruyor, kılıçlarıyla kesip doğruyorlar ve borulardan alev püskürtüyorlardı. Fakat her şekilde mücadele, Bear üzerine yoğunlaştı. Düşmanın tüm hıncı onun üzerindeydi ve Tatho’nun donanmasının diğer mürettebatı, kendi gemileri alev aldığında, batırıldığında ya da ele geçirildiğinde hemen takviye için Bear’a geçiyorlardı.

      Muharebe, biz Rahipler Klanı üyeleri için eski bir tanıdık gibidir ve yeni koloni bölgeleri oluşturmak zorunda kalanlar için ise en yürekli adamları bile bıktıracak kadar çok sıklıkta ortaya çıkar. Burada deneyimli bir adam olarak konuşabilirim. O zamana kadar, yarı ömrüm boyunca, adamların “Deukalion” diye savaş naraları attığını duymuş ve benim zamanımda çok şiddetli çarpışmalar görmüştüm. Ancak bu deniz savaşındaki vahşi şiddet, beni bile şaşırtmıştı. Bizi çevreleyen nahoş ve istikrarsız faktörler, üzerinde savaştığımız sallanan güverteler, korkunç alevleriyle eti ve ahşabı aynı şekilde yakan alev boruları, tepemizdeki gökyüzünde süzülerek uçan insan yiyen büyük obur kuşlar, çevredeki denizin içinde kaynayan ve suya düşenleri kemirip yemek için birbirleriyle yarışan insan yiyen balıklar, bunların hepsi bir ordu için toplanan en cesur askerlerin bile gözünü korkutmaya yetecek bir durum oluşturuyordu.

      Fakat bu kapkara gemiciler, bunların hepsine boyun eğmez bir cesaretle karşı koydular ve asla korkuya kapılıp bağırmadılar. Denizlerde yaşam, öylesine zor ve (engin suları istila etmiş canavarların yarattığı) öylesine vahşi tehlikelerle doludur ki denizcilerin çok aşina olduğu ölüm, sırf bu yüzden korkutuculuğunun yarısını kaybetmiştir. Onlar, sırf boğuşma tutkusu yüzünden, kıyıdaki tavernalarda kendi aralarında sonuna kadar dövüşürlerdi; bu yüzden şimdi burada, bu umutsuz deniz savaşında, adamların içindeki öldürme tutkusu, göklerin gazabıyla ormanlara yağan kızgın ateş taşları gibi yanıyordu ve aldıkları ölümcül yaralara bile gülüyorlardı.

      Bizim tarafımızda savaş narası olarak sadece “Tob!” diye bağırılıyordu ve bu bilinmeyen gemi kaptanının adı, kendi mürettebatımız arasında birçok tanınmış komutanın gıpta edeceği kadar büyük bir güven sağlamış gibi görünüyordu. Düşman tarafında ise bir düzineye yakın savaş narası vardı ve bu onların kafasını karıştırıyordu. Ancak diğer gemi komutanları birer birer öldürülüp geriye şeytanca taktikleriyle sadece Dason canlı kaldığında, bizim “Tob!” naralarımıza karşın, onlar da “Dason!” diye bağırmaya başladılar.

      Gelgelelim ben, sayfamı tek ihtişamı vahşet olan bu belirsiz deniz savaşını daha fazla açıklama yaparak doldurmayacağım. Her iki tarafın gemileri de ya tek tek battı ya da içindeki herkes öldürülmüş olarak öylece bırakıldı, sonunda geriye sadece Da-son’un kadırgası ve bizim Bear kaldı. O an için üstünlük bizdeydi. Yucatan’dan yelken açtığımızda donanmaya alınan denizcilerden on beş yirmi kişi sağ kalmıştı, düşman bize bordalamış ve Bear’ın güvertesini savaş alanına çevirmişti. Öte yandan onlar alev püskürtmekle fazla meşguldüler ve o anda, biz birbirimize öfkeyle saldırırken, bu güçlü gemiden çıkan dumanlar ve alevler, onun artık kurtuluş şansının olmadığını bize açıkça gösteriyordu.

      Fakat Tob’un gözünü hiçbir şey korkutmuyordu. O gürültülü kahkahasıyla, “Eğer istiyorlarsa burada kalıp kızarabilirler,” diye bağırdı, “ama şu anda kadırga bizim için yeterli. Deukalion’u koruyun ve benimle gelin, gemi yoldaşlarım!”

      Adamlarımız savaş çılgınlığının coşkusu içinde, “Tob!” diye bağırdılar ve ben de, “Tob!” diye bir savaş narası atmaktan kendimi alamadım. Lider olmamak benim için değişik bir durumdu, ama kaba saba tavır ve planlarına rağmen bir kereliğine olsun bu Tob’un arkasında savaşmak bir lüks sayılırdı. Gelişme biraz yavaş olsa da bu yeni hücumu durdurmak düşünülemezdi. Tob, kanlı baltasıyla önden yol açarken baştan ayağa savaş tutkusuyla dolu olan bizler, öfkeyle saldırdık. Tanrılar! Ne savaştı o öyle!

      Zavallı Bear, arkamızda alevler ve dumanlar içinde yanarken on kişi kadırgaya çıktık. Arkamızdan gelmeye çalışan herkesi dönüp çılgınca şişledik ve gemileri bir arada tutan çengelleri keserek ilerledik. Denizin dalgaları, Bear’ın parçalarını sürükleyip götürdü.

      Kadırganın kürek çekilen banklarına zincirlenmiş olan köleler, aralarına bazı başıboş mızrakların geldiği durumlar hariç kimin ne yaptığıyla ilgili değillerdi ve çatışmayı kayıtsız gözlerle izliyorlardı. Bu arada bir avuç savaşçı, Bear’ın içinde yanarak can vermektense her türlü kaderi göze alarak çaresizlik içinde arkamızdan kadırganın güvertesine tırmanmışlardı ve bunların derhal icabına bakılması gerekiyordu. Bu adamlardan içlerinde hâlâ kor gibi savaş öfkesi yanan üç tanesi, kurnazlıkla ve en tahrip edici şekilde öldürüldü; silahlarını denize atan beş tanesi, ölen kölelerin yerine kürek ıskarmozlarına zincirlendi ve geriye sadece kaderiyle yüzleşecek olan Dason kaldı.

      Çatışma gözünü yıldırmış ve silahlarını denize atmıştı, asık suratla başına geleceklere karşı hazır bir şekilde bekliyordu; Tob, sevinçli bir yüzle onun yanına gitti.

      “Ee, içki arkadaşım Dason,” diye bağırdı, “bir saat önce Atlantis’in oralardaki rıhtımda veletleriyle birlikte yaşayan kadınım hakkında bir sürü laf etmiştin. Şimdi sana hoş bir seçenek sunacağım; ya seni eve götürüp ona, tüm gemi mürettebatının önünde (pek çoğu şimdi öldü, zavallı adamlar) neler söylediğini söyleyeceğim ve bunu sana ödetmek için neyi uygun görürse onu yapması için bedenini ona vereceğim ya da diğer seçenek olarak, şimdi burada seninle bizzat kendim ilgileneceğim.”

      “Verdiğin şans için teşekkür ederim,” dedi Dason ve diz çöküp boynunu baltanın altına uzattı. Böylece Tob, onun başını kesti ve bunu herkese ilan etmek için kelleyi kadırganın önündeki uzun burna astırdı. Gövdesini yan tarafa attı ve havada dönüp duran, yakınlardaki insan yiyen dev kuşlardan biri alçalarak gelip onu kaptıktan sonra gövdeyle birlikte kayaların arasındaki yuvasına doğru uçtu. Böylece, kürek çeken esirler kadırgayı hızla başkente doğru götürürken biz de yemek olarak kadırgada bulunan meyvelerden ve taze etlerden istediğimiz her şeyi serbestçe aldık.

      Geminin kıç kasarasında bir şarap tulumu vardı, bir boynuz alıp şarap doldurdum ve kutlama amacıyla onu Tob’un ayaklarına döktüm. “Dostum,” dedim, “bana gerçek bir dövüş gösterdin.”

      “Teşekkürler,” dedi Tob, “senin bu konuda uzman olduğunu biliyorum. Devam ederken güzeldi ve adamlarımın çoğunun iskorbüt hastalığından çökmüş olduğunu bildiğim için, onların inanç sayesinde savaştıklarını söyleyebilirim. Efendim Tatho’nun donanmasını kaybettim, ama sanırım Phorenice beni burada haklı görecektir. Eğer ona karşı olanlar, kendisine yardıma gelen Efendim Deukalion’u

Скачать книгу