Kayıp kıta: atlantis efsanesi. C. J. Cutcliffe Hyne
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kayıp kıta: atlantis efsanesi - C. J. Cutcliffe Hyne страница 8
Tatho başını öne eğdi. “Öyle olsun.”
“Yine cömertliğine sığınarak senden kendim için o gemiyi talep edeceğim. Şafak neredeyse sökmek üzere ve burada bu kadar uzun süre hüküm süren bir adamın, azledildikten sonra, sabah gün ışığında sokaklarda yürümesi uygun olmaz.”
“Öyle olsun,” dedi Tatho. “Benim küçük donanmamı alacaksın. Benden çok daha büyük bir şey istemeni dilerdim.”
“Donanmanı değil Tatho, sadece küçük bir gemi istiyorum. İnan bana, daha fazlası israf olur.”
“Şimdi bak,” dedi Tatho, “burada biraz despotluk edeceğim. Ben şimdi buranın genel valisiyim ve bu konuda kendi istediğimi yapacağım. Sen tüm malını mülkünü geride bırakıp dımdızlak gidebilirsin, ona karışamam. Ama Atlantis’e yanında refakatçiler olmadan gitmek, işte bunu yapamazsın.”
Böylece seçim benim dışımda yapıldığı için, Tatho’nun kendi özel gemisi Bear’a binerek ona eşlik eden donanmanın diğer gemileriyle sonunda yolculuğumu tamamladım.
Fakat başta denize hemen açılamamıştık. Gemiler, kumanyaları boşalmış ve mürettebatı bitkin bir vaziyette, iç limanın taş rıhtımlarına demirlemiş olarak duruyordu ve onları bu şekilde hemen tekrar denize açılmaya zorlamak intihar olurdu.
Sonra nezaket formaliteleri, benim kaldığım geminin yanında tamamlandı ve gemi giriş havzasına çekilerek geçiş yolunun dalgaları arasına demirledi, ona ve eşlik eden gemilere, kıyıdan odun, su, kurutulmuş et ve balık alındıktan sonra, gerekli tüm bakımlar yapılarak erişilebilecek en yüksek hızla yola çıkıldı.
Bu benim için yirmi yoğun yıldan sonra ilk defa işe ara vererek dinlenme zamanı bulmam demekti. Emek verdiğim ülkeyle bir daha başka bir bağlantım olmadı. Zaten gerçekten de resmi olarak onu terk etmiştim. Geminin işleyişine yönelik herhangi bir inceleme yapmam veya ilgi göstermem kurallara aykırıydı; çünkü tüm deniz meseleleri, kraliyet patentiyle güvence altına alınan ve büyük bir titizlikle korunan Denizciler Loncası’nın özel mülkiyeti altındaydı.
Bu yüzden bana kalan günüm süresince (eğer istersem) saatler boyu önümde uzanan muhteşem şehrin rıhtımlarına, limanlarına, saraylarına ve temellerinden itibaren üst üste konulan taşlarla birlikte yükseldiğine tanık olduğum piramitlerine bakıyordum ya da duvarların arkasındaki otlakları ve ekili toprakları seyrediyor, bölgemizi büyük zahmetlerle tarla tarla sökerek almış olduğumuz, gerideki sık ormanlara özlemle bakıyordum.
Tatho bu kadar sağlıklı başlamış bir işi devam ettirebilir miydi? Onun bencil sözlerine rağmen buna güveniyordum. Ayrıca ben, Güneş Tanrımız’dan yansıyan parlak ışıkların ya da gecenin yıldızları altında geçen günün her saatinde, bizlerin Rahipler Klanı’nda hiçbir kitap veya alet, görüntü veya tapınak yardımı olmaksızın üzerinde kafa yormak için zihinlerimizin eğitildiği yüksek gizemlerle ilgili araştırmalarımı sürdürmekte serbesttim.
Donanmanın yeniden hazırlanması süratle gerçekleşmişti. Dediklerine göre, denizaşırı yolculuklara çıkan gemiler için hiçbir zaman bu kadar hızlı bir şekilde yeni erzak tedariki yapılmamış, bu kadar çabuk kalafat edilmemiş ve yeni personel takviyesi alınmamıştı. Gerçekten de gemilerin limana çekildikleri günden, duvarların ötesine geçip okyanusun geniş vadileri boyunca dere tepe düz giderek doğuya doğru yolculuğa başlamaları, bir aydan fazla sürmemişti.
Bu uzun deniz yolculuğu için temin edilmesindeki zorluklar nedeniyle kürek çeken Avrupalı köleler alınmamıştı; çünkü modern insanlık, kıtalarındaki geleneğe göre, onların birbirlerini yemelerine izin verilmesini yasaklıyordu ancak yedekteki yelkenler tek başına yetersiz kalıyordu. Gerçi modern bilim, önü bulutlarla kapalı olmadığı zaman güneşten nasıl güç alınacağını göstermişti ve (bir şekilde denizciler tarafından gizli tutulan) bu iş, geminin ön tarafından deniz suyunun içeri çekilerek rüzgâr ters yönden esse bile gemiyi fark edilir derecede ileri itebilecek kadar bir güçle kıç tarafından dışarı püskürtülmesiyle yapılıyordu.
Denizcilik, bir başka konuda da büyük bir gelişme göstermişti. Artık, yön bulmak için (kara görüş menzili dışındayken) eskiden olduğu gibi büsbütün yıldızlı bir geceye güvenmek gerekli değildi. Her geminin ön tarafına, dengede duracak şekilde bir kolu ileriye uzanmış ve sürekli gökteki Güneyhaçı takımyıldızının bulunduğu yönü gösteren, küçük bir heykel yapılmıştı. Böylece bir açı ayarlamak suretiyle, geminin rotası doğru olarak saptanabiliyordu. Okyanusun sularında doğru bir pozisyon bulmak için başka aletler de vardı; çünkü yeni bir denizcinin Tanrılar’a olan güveni, denizdeyken çok azdır ve büyük oranda kendi kas gücü ile zekâsına güvenir.
Her şeye rağmen, modern günlerde bile bu kapkara adamların oradan ayrılırken liman şehriyle son defa vedalaşmalarını görmek eğlencelidir. Malzemeler yüklenip gemi denize açılmaya tamamen hazır olduğunda, onlar da yıkanıp en gösterişli elbiselerini giyerler. Dindar yüzlerinde ciddi bir ifadeyle karaya çıkarlar ve Tanrı’nın kıyı halkıyla fazla iç içe olmadığı, gözden uzak tapınaklar ararlar; burada gürültü patırtı içinde savurgan harcamalarla kurban keserler. En sonunda, Tanrı’nın onuruna bir ziyafet verilir ve ardından gemiye geri dönülür; hepsi oburlukları ve diğer aşırılıklarıyla ağırlaşmış, çoğunlukla sarhoş bir halde somurtarak denize açılırlar.
Yolculuk, benim önceki deniz yolculuğumdan çok farklıydı. Kıyılarla teması kesmeden ve ürkek bir halde emekler gibi yavaş yavaş gitmiyorduk. Açık körfezin sularında dosdoğru yurdumuzun istikametine doğru ilerledik ve karşımıza çıkan Karayip Adaları şeridinin içinden, sanki denizyolunu işaretlemek için oraya konulmuş yön levhalarının arasından geçer gibi güvenle geçtik; odun, su ve meyve tedariki için sadece iki defa durduk. Bu emtialar da yabanilerin bize ücretsiz olarak getirdikleri şeylerdi ve itaatleri o kadar büyüktü ki hiçbir yerde bir kavga belirtisi bile olmadı. Bu, Atlantis’in ve onun en güzel denizaşırı kolonisinin büyüyen gücünün en büyük göstergesiydi.
Sonra yönümüzü bulmakta bize yardım etmeleri için Tanrılar’a hiçbir kurban sunmaksızın, cesaretle ötelerdeki uçsuz bucaksız okyanusa açıldık. Kimileri bu kaba saba denizcileri Tanrılar’a saygısızlık ettiği için kınayabilir ama bu adamların olağanüstü yetenekleri ve özgüvenleri karşısında onlara hayranlık duymadan edemezdi.
Issız denizin tehlikeleri, Tanrılar’ın kendi isteklerine göre belirlenir ve insan, onları sadece olduğu gibi göğüslemek dışında bir şey yapamaz. Fırtınalarla karşılaştık ve denizciler onlara karşı inatçı bir dirençle savaştı, gökten tıslayarak tam yanımıza iki defa yanan bir taş düştü; ama gemilerimizden herhangi birine zarar vermedi ve kaçınılmaz