Kayıp kıta: atlantis efsanesi. C. J. Cutcliffe Hyne
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kayıp kıta: atlantis efsanesi - C. J. Cutcliffe Hyne страница 15
Phorenice bakışlarımın nereye yöneldiğini anlamıştı. “Bu mevsim,” dedi, “son aylarda oldukça hastalıklı geçti. Alt tabakadaki bu insanlar benim şehrimi süsleyecek güzel evler yapmıyorlar; kendi sefil, çirkin köpek kulübelerinde yaşamayı tercih ediyorlar ve bu yüzden aralarında ateşli humma ile diğer hastalıklar yayıldığı için çalışmaya karşı gönülsüzler. Hem şu an için kazanç hiç kolay değil. Aslında, asilerin şehrimin kapılarına şiddetle saldırdığı bu son altı ayda ticaretin neredeyse durduğu söylenebilir.”
Bunu duyunca çok şaşırdım.
“Asiler!” diye bağırdım. “Atlantis’in kapılarına kim saldırıyor? Şehir bir kuşatma altında mı?”
“Lütfettiler de,” dedi Phorenice usulca, “bize bugünlük bir tatil veriyorlar ve bu yüzden ne mutlu ki seni karşılama törenimde rahatsız edilmiyoruz. Eğer saldırıyor olsalardı gelen gürültüleri duyardın. Haklarını vermek gerekirse, her türlü çabalarında son derece yaygaracılar. Casuslarım, asilerin şehrin duvarlarına karşı kullanmak üzere yeni aletler hazırladıklarını söylüyor ve eğer seni eğlendirecekse bunu araştırmak için yarın dışarı çıkabilirsin. Ama bugün Deukalion, senle ben birlikteyiz; etrafımızda ise barış ve biraz da gösterinin güzelliği var. Daha fazlasını da istersen veririm.”
“Bu isyandan haberim yoktu,” dedim, “ama Majesteleri beni vekili yaptığına göre, bunun kapsamıyla ilgili her şeyi bir an önce bilmem iyi olur. Bu ciddiye almamız gereken bir konu.”
“Bunu ciddiye almadığımı mı düşünüyorsun?” diye sertçe çıkıştı. “Ylga,” dedi arkasındaki kıza, “elbisemin omzunu aç.”
Refakatçi kız, elbisenin omzunu tutan mücevher tokayı açınca Phorenice (bana bunu hiç istemeyerek yapıyor gibi göründü) kumaşı çekerek aşağı sıyırdı ve altındaki pürüzsüz cildi açığa çıktı, bana sol göğsünün hemen altındaki kanlı keten bandajı gösterdi.
“Hiç olmazsa dünkü ciddiyetimin bir kanıtı var,” dedi, bana yandan bakarak. “Ok kaburgama çarptı ve bu beni kurtardı. Eğer kaburgalarımın arasına isabet etmiş olsaydı, Deukalion çok hayran olduğu bu güzel savaş hayvanıma binmek yerine cenazemin yakılacağı odun yığınının yanında duruyor olacaktı. Gözlerini mamuttan alamıyorsun gibi görünüyor Deukalion. Ah, zavallı ben. Senin tüylü yaratıklarından biri değilim ve bu yüzden senin dikkatini asla çekemeyeceğim gibi görünüyor. Ylga,” dedi arkasındaki kıza, “elbisemi tokasıyla tekrar bağlayabilirsin. Efendi Deukalion daha önce de çok yaralar gördü ve burada onun ilgisini çekecek başka bir şey yok.”
Beşinci Bölüm
ZAEMON'UN LANETI
Görünüşe göre, her halükârda şu an kraliyet piramidinde ikamet edecektim. Göz alıcı süvari alayının askerleri, piramidin önündeki taş döşeli büyük meydanı doldurarak gruplar halinde dizildiler. Mamut, kapı girişinin önünde durduruldu ve bir merdiven getirildi, ardından trompetler çalmaya başladı ve yılanların gölgelediği altın tahtırevanda yolculuk eden üçümüz, yere indik.
Açık havadan çıkıp piramidin büyük taş labirentlerinde yer alan dairelere gideceğimiz belliydi ve ben hiç düşünmeden, doğamın bir parçası haline gelmiş bir alışkanlık ve kutsama içgüdüsüyle şehrin üzerinde korkutucu bir görüntüyle yükselen Kutsal Dağ’ın haşmetli kayalarına doğru dönerek her zaman yaptığım gibi saygıyla yere kapandım ve mutat duamı ettim. Dediğim gibi bunu bir içgüdü ve genel bir alışkanlık olarak yapmıştım; ama ayaklarımın üzerine doğrulduğumda, o şatafatlı elbiseler içindeki kalabalık seyircilerin arasında bir yerden kıs kıs gülüşmeler duyduğuma yemin edebilirdim.
Kaşlarımı öfkeyle çatarak o alaycılara doğru baktım ve sonra bu yaptıkları saygısızlığın derhal cezalandırılmasını talep etmek için Phorenice’e döndüm. Fakat burada garip bir şey vardı. Onu fiil ve kural olarak saygıyla yere kapanıp ettiği duadan kalkarken görmeyi ummuştum; ama o da yerinde dimdik duruyordu ve alnının asla yere değmediği apaçıktı. Üstelik bana anlayamadığım, tuhaf bir bakışla bakıyordu.
Aklında her ne varsa, o sırada meydanda toplanmış insanların önünde bu konuda bağırmak gibi bir planı yoktu. Bana, “Gel,” dedi ve kapıya doğru dönerek içeri girişi sağlayan o gün için belirlenmiş gizli şifreyi haykırdı. Sundurmanın önünü kapatan ağır taş bloklar, menteşelerinin üzerinde kayarak geriye doğru açıldı ve Phorenice, peşinde onu saygıyla takip eden yelpazeci kızla birlikte azametle yürüyerek sıcak gün ışığından serin karanlığa geçti. Kalbimde büyümeye başlayan bir ağırlıkla birlikte, ben de piramidin içine girdim ve taş kapılar uğursuz bir gümbürtüyle arkamızdan kapandı.
O anda fazla ileri yürümedik. Phorenice, bekleme salonunda durdu. Kırmızı duvarlarındaki kralların resimleriyle taş zeminin ortasında yerden fışkıran ve bronz bir ağızdan püskürerek yanan ateşten fıskiyenin alevinin aydınlattığı bu yeri çok iyi hatırlıyordum. Ölmüş yaşlı kral yirmi yıl önce, ben Yucatan’daki genel valilik görevim için yola çıkmaya hazırlanırken bana veda etmek için lütfedip buraya kadar gelmişti. Ancak salonun havası eski günlerdekinden farklıydı. O zamanlar buranın havası doğal ve hoştu. Şimdi ise yayılan bir esans kokusuyla ağırlaşmıştı, ben bunu iç bayıltıcı ve bunaltıcı buldum.
“Vekilim,” dedi İmparatoriçe, “kasıtlı hakaret suçundan sana beraat veriyorum; ama bence sömürge havası seni çok basit bir adam yapmış. O dağa karşı senin bir dakika önce saygıyla yere kapanman, benim bu krallığı yönetme görevine geldiğimden beri hiç yapılmadı.”
“Majesteleri,” dedim, “ben Rahipler Klanı’nın üyesiyim ve onların öğretilerine göre yetiştirildim. Bana, bir eve girmeden önce Tanrılar’a ve özellikle de Güneş Tanrı’mıza, bize sağladıkları güzel hava için şükretmem öğretildi. Kaderimde birkaç kere, dağların aniden kaynamaya başlamaları sırasında akan ateş dereleri ve pis kokulu hava tarafından kovalanmak da vardı; bu yüzden ben bu mutat duayı doğruca kalbimden gelerek okurum.”
“Sen Atlantis’ten ayrıldığından beri durumlar değişti,” dedi Phorenice, “artık şükür duaları o eski Tanrılar’a yapılmıyor.”
Onun neyi kastettiğini anladım ve dine karşı yapılan bu saygısızlık karşısında neredeyse ürktüm. Eğer burada böyle yeni bir kural varsa benim bununla hiç işim olmazdı. Kader bana nasıl isterse öyle davranabilirdi. Ben kendimi, iktidardaki hükümdara sadakatle hizmet etmek için hazırlamıştım; ama kutsal şeyleri savsaklamak, duaların ve tapınmanın kendisine yapılması gerektiğini emreden bir domuz çobanının kızını tanrı olarak kabul etmek, benim erkekliğime sığacak bir şey değildi. Bu yüzden bile bile bir krize davetiye çıkardım.