Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Antikacı Dükkânı - Чарльз Диккенс страница 41

Жанр:
Серия:
Издательство:
Antikacı Dükkânı - Чарльз Диккенс

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Çocuk bir saniye kadar düşündü, kısa bir süre sonra dilenmek zorunda kalacağını, zengin hanımların gülmek, eğlenmek için araya toplandıkları yerlerden daha iyi dinlenme yeri bulamayacağını hesaba katarak, şimdilik, bu adamlarla birlikte gitmenin doğru olacağına inandı. Bunun için de adama teşekkür etti, arkadaşına ürkek bir bakış fırlatarak yarışların yapıldığı kasabaya kadar onlarla birlikte gitmelerinde bir sakınca yoksa bu teklifi kabul ettiğini bildirdi.

      Küçücük adam:

      – Bir sakınca mı? dedi. Ne olur, Tommy, bir kerecik olsun kibar davranıver de onların bizimle bir arada olmalarından kıvanç duyduğunu söyle.

      Thomas Codlin, düşünürlerin, insandan kaçan kimselerin çoğu gibi pek ağır konuşup pek az yemek yiyen bir adamdı.

      – Sen pek aklı havada adamın birisin, Trotters, dedi.

      Öbürü:

      – Niçin? Bundan bize ne zarar gelebilir ki? diye ısrarla sordu.

      Thomas Codlin:

      – Bugünkü şartlar içinde belki hiçbir zarar gelmez ama, dedi. Bu alışkanlık tehlikeli bir alışkanlıktır… Dediğim gibi, senin de aklın pek havada.

      – E, her neyse, şimdi onlar da bizimle geliyorlar mı, gelmiyorlar mı?

      Codlin:

      – Geliyorlar, dedi. Yalnız, bundan bir kazanç elde edebilirdin, değil mi ya?

      Küçücük adamın gerçek adı Harris’ti ama, zamanla bu ad değişmiş, kulağa daha tatlı gelen Trotters olup çıkmıştı. Bacaklarının kısalığından ötürü adına “Bodur” lakabı da eklenmiş, Bodur Trotters oluvermişti. Yalnız, Bodur Trotters pek uzun bir addı; dostça konuşmalar arasında kullanışlı değildi; onun için, yakınları arasında ya Bodur ya da Trotters diye anılıyordu. Törenlerle ağırbaşlı konuşmalar dışında da hiçbir zaman ona Bodur Trotters denilmiyordu.

      Bodur ya da Trotters okuyucu bu adlardan hangisini beğenirse onu kullanabilir, arkadaşı B. Thomas Codlin, sitem dolu havasını bıraksın diye, ona hoş, neşeli bir karşılık vermek istedi. Ondan sonra da haşlanmış soğuk et, ekmek, tereyağından ibaret kahvaltısını büyük bir iştahla yemeye koyuldu, dostlarına da aynı şeyi yapmak öğüdünü verdi. B. Codlin daha önceden içinin alabileceği kadar yemiş olduğu için böyle bir ısrara ihtiyacı yoktu. Şimdi, dilinin pasını sert bir birayla gidermeye çalışıyor, sessiz sessiz, içkisinden bol bol yudumluyor, hiç kimseye de içki ikram etmiyordu; böylece, insanları sevmeyen bir kimse olduğunu yine açığa vuruyordu.

      Kahvaltı sonra erince B. Codlin hesabı istedi, içtiği içkinin tutarını da öbürkülerin hesabına ekletti (Bu da, insan düşmanlarına özgü bir davranıştı.). Getirilen hesabı iki eşit bölüme ayırdı; birini kendisiyle arkadaşı, öbürünü de Nelly ile dedesi ödeyecekti. Bu iş de bitirildikten sonra hancıyla, karısıyla vedalaşıp yola düzüldüler.

      İşte burada da B. Codlin’in toplumda yanlış bir yer aldığı; bunun da adamcağızın zaten yaralı olan ruhunu adamakıllı etkilediği pek kuvvetli bir şekilde açığa vurulmaktaydı: Bir gece önce Punch’ı seyirciye “usta” diye tanıtmış, onu kendisine eğlence sağladığı için yanında tuttuğunu anlatmıştı; şimdi ise o Punch’ın tapınağının yükü altında acı çekerek ezile ezile yürüyordu, bunu güneşli bir günde, tozlu yollarda omuzlarında taşımaya katlanıyordu. O neşe saçan Punch da, sönmek bilmeyen zekâ ateşinden kıvılcımlar saçıp efendisine neşeli neşeli bir şeyler anlatacak yerde, etsiz, kemiksiz, bir torba gibi kocaman kutunun içine atılmış, bacakları boynuna doğru ikiye katlanmış bir hâlde duruyordu; artık onun toplum içindeki değerlerinden hiçbiri kalmamış sayılırdı.

      B. Codlin ağır ağır yoluna devam ediyordu, arada sırada Bodur’la bir iki laf ediyor ya da dinlenmek için durup homurdanıyordu. Bodur bütün kafilenin öncüsüydü; oyassı bavuluyla, çıkın hâline getirilmiş yüküyle, omuzundan sarkan borazanıyla gidiyordu. Nell ile dedesi onun arkasından geliyorlardı, Thomas Codlin de en arkadaydı. Bir şehre ya da kasabaya girince, hatta şöyle derli toplu güzel görünüşlü bir evin önüne varınca, Bodur borazanını çalıp Punchların hepsinin sık sık söyledikleri neşeli türkülerden birinden bir parçayı okumaya koyuluyordu. Ahali pencerelere üşüşecek olursa, B. Codlin hemen sahneyi kuruveriyor, Bodur’u da perdelerin arkasına gizleyip temsile hazırlanıyordu. Ondan sonra da hazırlık tamamlanır tamamlanmaz, temsili başlatıyorlardı. Oyunun uzunluğunu Codlin kararlaştırıyor, oyunda kahramanın başarıya ulaşmasını, seyirci sayısına göre, çarçabuk ya da daha geç sağlıyordu. Müşterilerin hepsinden para toplanınca da, yükünü yükleniyor, gene yola düzülüyorlardı. Bir köprünün üzerinde ya da bir gemide temsil verdikleri de oluyordu. Bir keresinde de parayla geçilen bir yolun ağzında, para toplama memuruna temsil vermişlerdi. Adamcağız, yalnızlığını unutmak için, sarhoş olmuş, oyunlarına karşılık onlara bir şiling vermişti. Bir keresinde de oyunda sırmalı elbise giymiş zengin birinin aslında odun kafalı bir aptal olarak gösterilmesi şehrin yöneticilerini kızdırmış, oyunlarını kesip oradan gitmeleri emredilmişti. Yalnız, gittikleri yerlerde genellikle iyi karşılanıyorlardı, peşlerine bir sürü çocuk takılmadan bir kasabadan ayrıldıkları da pek olmuyordu.

      Bu duraklamalara rağmen, uzun gün boyunca yola devam ettiler; öyle ki, ay gökyüzünde belirdiği zaman onlar hâlâ yoldaydılar. Bodur, türkülerle, taklitlerle, onlara zamanın nasıl geçtiğini anlama fırsatı vermiyor, olup bitenleri en iyi yanından yorumlamaya bakıyordu. Buna karşılık, B. Codlin kaderine lanet okuyor, yeryüzünde ne varsa hepsine, hele Punch’a küfürler yağdırıyordu; en acı kedere gömülerek, sırtında tiyatrosu, topallaya topallaya yoluna devam ediyordu.

      Dört yolun birleştiği noktada, yön gösteren tabelanın altına oturup dinlenmeye koyuldukları sırada, Codlin de yükünü sırtından indirmiş, kutuların arkasına gizlenmiş, tek başına, kaderine lanetler yağdırıyordu. İşte tam bu sırada iki dev gölgenin onların geldikleri yoldan kendilerine doğru yaklaştıklarını gördüler. Çocuk bu iki devi görünce birden dehşete kapılmıştı ama Bodur, ona korkulacak bir şey olmadığını söyledi, borazanını öttürdü. Borozana neşeli bir çığlık karşılık verdi. Bodur yüksek sesle:

      – Grinder Topluluğu bu, değil mi? diye haykırdı.

      İki cırlak ses birden:

      – Evet, diye karşılık verdi.

      Bodur:

      – Öyleyse, gelin buraya, dedi. Gelin de sizi bir görelim bakalım. Ben de gelenlerin siz olduğunuzu anlamıştım.

      Böylece davet edilen Grinder Topluluğu bir kat daha hızlı onlara doğru yaklaşmaya başladı, çok geçmeden de küçük kalabalığa yetişti.

      B.Grinder’in kumpanyası, adına topluluk denilirdi ama, sopalar üzerinde yürüyen genç bir beyle genç bir hanımdan, bir de yürümek için kendi bacaklarını kullanan, sırtında bir davul taşıyan B. Grinder’den ibaretti. Genç çiftin temsil kıyafeti dağ köylülerinin kıyafetiydi; yalnız, o gece hava soğuk, ıslak olduğu için genç adam elbisesinin üzerine boyu ayak bileklerine kadar inen bir palto giymiş, başına da parlak bir şapka geçirmişti. Genç kadın da kürk taklidi kumaştan eski bir pelerine sarınmış, başına

Скачать книгу