Tarzan’ın Dönüşü. Эдгар Райс Берроуз
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tarzan’ın Dönüşü - Эдгар Райс Берроуз страница 13
“Pislik!” diye bağırdı Olga. Ayağa kalmış, Tarzan’a yaklaşmıştı; doğrudan onun yüzüne bakıyordu. Çok korkmuştu. Gözlerinde, bir avcının zavallı bir ceylanın gözlerine baktığında gördüğü ifade vardı: korkmuş, aklı karışmış, şaşkın… Titriyordu, dengesini sağlamak için ellerini adamın geniş omuzlarına koydu. “Ne yapacağız, Jean?” diye fısıldadı. “Berbat bir durum bu. Yarın tüm Paris bunu okuyacak; Nikolas ne yapıp eder, herkese duyurur.”
Bakışı, hâli, kelimeleri; asırlardır süregeldiği gibi savunmasız bir kadının, tabii koruyucusu olan erkeğe yakarışıydı. Kadının, göğsüne koyduğu sıcacık küçük ellerinden birini kendi güçlü elinin avucuna aldı Tarzan. Gayriihtiyari bir hareketti bu ve yine bir o kadar gayriihtiyari olan koruma içgüdüsüyle, kolunu genç kadının omuzlarına sardı.
Ortaya çıkan sonuç, müthiş bir çekimdi. Daha önce ona hiç bu kadar yakın olmamıştı. Birdenbire, şaşkınlık ve suçluluk içerisinde birbirlerinin gözlerine baktılar; Olga de Coude iradeli olması gereken yerde, zayıf düştü ve adamın kollarına daha da sokulup kendi kollarını adamın boynuna doladı. Peki ya Maymunların Tarzanı ne yaptı dersiniz? Nefes nefese kalan kadının bedenini, kuvvetli kollarının arasına aldı ve sıcak dudaklarını öpücüklere boğdu.
Raoul de Coude, elçinin uşağının eline tutuşturduğu notu okuduktan sonra alelacele bahaneler uydurup oradan ayrıldı. Sonrasında bu bahanelerin mahiyetini hiçbir zaman hatırlayamadı. Kendi evinin kapısının eşiğine gelene kadar her şey epey bulanıktı zihninde. O noktadan itibaren ise çok soğukkanlı bir hâle bürünüp sessiz ve dikkatlice ilerledi. Esrarengiz bir şekilde Jacques, o daha merdivenlerin yarısındayken kapıyı açmıştı. O an bu durumun tuhaflığı dikkatini çekmese de sonrasında fark etmişti.
Parmak uçlarında sessizce yürüyerek üst kata çıktı ve koridordan geçerek karısının hususi yatak odasının kapısına geldi. Elinde ağır bir baston vardı; niyetinde ise cinayet.
Onu ilk gören Olga oldu. Korkuyla çığlık atıp Tarzan’ın kollarından sıyrıldı. De Coude bastonu tüm gücüyle kafasına indirecekken Maymunların Tarzanı tam zamanında dönüp darbeden kurtuldu. Ağır sopa peş peşe üç kez yıldırım hızıyla indi ve her vuruş maymun adamı, ilkel hâline biraz daha döndürdü.
Erkek maymunların yaptığı kısık, boğazdan bir hırlamayla Fransız adamın üzerine atladı. Koca sopayı elinden kaptığı gibi sanki bir kibrit çöpüymüşçesine ikiye kırıp kenara fırlattı. Ardından, öfkeden gözü dönen vahşi mahluk, rakibinin boğazına saldırdı. Olga de Coude, sonrasında meydana gelen korkunç sahneye kısa bir an dehşet içerisinde bakakaldı. Ardından kendine gelip Tarzan’ın, kocasını öldürmek üzere olduğu yere fırladı. Tarzan; adamı kedinin fareyi tutup ağzında sarsması gibi sarsıyor, boğazını sıkıyordu.
Adamın koca ellerine çılgınlar gibi vurdu. “Tanrı aşkına!” diye bağırdı. “Onu öldüreceksin, öldüreceksin! Dur, Jean, öldüreceksin kocamı!”
Tarzan öfkeden sağır olmuştu. Aniden adamı yere fırlattı ve ayağını adamın göğsüne koyup başını yukarı kaldırdı. Sonra, Kont de Coude’u sarayından rakibini öldüren bir erkek maymunun dehşet verici haykırışı yankılandı. Korkunç ses kilerden tavan arasına kadar tüm uşakların kulaklarına ulaşıp onları korkudan beti benzi atmış ve titrer bir hâlde bıraktı. Odadaki kadın, kocasının başında diz çökmüş dua ediyordu.
Tarzan’ın gözlerinin önündeki kırmızı perde yavaş yavaş kalktı. Etrafını görmeye başladı; medeni insan bakış açısı ona dönüyordu. Gözleri, yerde diz çökmüş kadını buldu. “Olga!” diye fısıldadı. Kadın başını kaldırıp baktı. Kendisine bakan gözlerde manyak bir katilin ışıltısını görmeyi beklerken keder ve pişmanlık gördü.
“Ah, Jean!” dedi. “Ne yaptığını gördün mü? O benim kocamdı. Onu seviyordum ve sen onu öldürdün.”
Tarzan, Kont de Coude’un hareketsiz bedenini dikkatli bir şekilde kaldırıp kanepeye taşıdı. Ardından kulağını adamın göğsüne koyup dinledi.
“Biraz konyak getir, Olga.” dedi.
Kadın konyağı getirdi ve birlikte adamın dudaklarının arasından döktüler. Çok geçmeden adamın rengi atmış dudaklarından zayıf bir nefes sesi geldi. Başını çevirdi ve inledi.
“Ölmeyecek.” dedi Tarzan. “Tanrı’ya şükür!”
“Bunu neden yaptın, Jean?” diye sordu kadın.
“Bilmiyorum. Bana vurunca deliye döndüm. Kabilemdeki maymunların da aynı şeyi yaptıklarını defalarca gördüm. Sana hikâyemi hiç anlatmadım, Olga. Bilseydin daha iyi olurdu; o zaman belki bunlar olmazdı. Ben babamı hiç görmedim. Annem bildiğim tek mahluk ise vahşi bir maymundu. On beş yaşıma kadar hiç insan görmedim. Beyaz insan gördüğümde ise yirmi yaşımdaydım. Daha bir yıldan biraz fazla bir zaman öncesine kadar, Afrika ormanlarında yaşayan yarı çıplak, yırtıcı bir hayvandım.”
“Beni çok kınama. Beyaz ırkın on binlerce asırda başardığı değişimi, iki yılda başarabilmek pek mümkün değil.”
“Kınamıyorum, Jean. Hata bende. Şimdi gitmelisin; şuuru yerine geldiğinde seni burada görmesin. Hoşça kal.”
Kont de Coude’un sarayından başı önde çıkıp giderken Tarzan, epey üzgündü.
Dışarı çıkınca aklı tamamen yerine geldi; öyle ki yirmi dakika sonra Rue Maule’un yakınlarındaki polis karakolundan içeri giriyordu. Orada, birkaç hafta evvelki meseleden tanıdığı memurlardan birini buldu. Polis memuru, kendisini fena hâlde paralayan adamı gördüğüne hakikaten de memnun olmuştu. Kısa bir sohbetten sonra Tarzan, ona Nikolas Rokoff ya da Alexis Paulvitch diye birilerini duyup duymadığını sordu.
“Çok sık duyuyorum aslında, mösyö. İkisinin de sabıka kaydı var. Şu an haklarında herhangi bir şikâyet olmasa da olur da lazım olur diye yerlerini sürekli takip ediyoruz. Her malum suçlu için tatbik ettiğimiz bir tedbir bu. Siz neden sordunuz, mösyö?”
“Kendileriyle tanışıklığım var.” diye cevap verdi Tarzan. “Ufak bir iş meselesi sebebiyle Mösyö Rokoff’la görüşmek istiyorum. Bana kaldığı yeri tarif edebilirseniz çok makbule geçer.”
Birkaç dakika sonra polis memuruna hoşça kal deyip pek saygın olmayan bir mahalledeki adresin yazılı olduğu kâğıdı cebine atarak en yakındaki taksi durağına doğru hızlı adımlarla yürüdü.
Rokoff ve Paulvitch evlerine dönmüş, oturmuş, akşamki vukuatın muhtemel neticelerini tartışıyorlardı. Sabah gazetelerinden iki tanesinin bürosuna telefon etmiş, ertesi gün Paris sosyetesini karıştıracak skandalı nakledecekleri gazetecilerin gelmesini bekliyorlardı.
Merdivenlerden ayak sesleri duyuldu. “Oo, bu gazeteciler bayağı dakik çıktı.” dedi Rokoff heyecanla. Hemen ardından kapıya vuruldu. “Girin, mösyö!” diye seslendi Rokoff.
Ziyaretçinin ciddi, gri gözleriyle karşılaştığında Rus’un yüzündeki