BİR AŞK BİR ÜLKE BİR GECE. Bülent Tokgöz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу BİR AŞK BİR ÜLKE BİR GECE - Bülent Tokgöz страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
BİR AŞK BİR ÜLKE BİR GECE - Bülent Tokgöz

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      O fakr u zaruret günleri geride kaldı. Paçavralar, çullar, yırtık ayakkabılar hatıralarda kaldı. Annem de ben de artık herkesten daha güzel giyinir olduk. Üniversite ikinci sınıfa geldiğimde artık tipik bir orta sınıftık… Dayımla halam hasetten hasta düşecek olmuşlardı. Meğer kendi iyiliklerini bile değil, sadece bizim kötülüğümüzü istiyorlarmış.

      Annem dindar bir ailede gizli bir laik olarak büyümüştü. Dindarlığın iyi bir insan olmaya yetmeyebileceğini tokat darbelerinden ve sövgülerden hareketle biliyordu. O yüzden bizim dindar olmamız için hiç de heveskâr olmadı. Sadece ağırbaşlı olmamızı istedi: “Kız kısmısı erkeklerle konuşmaz!” Benim annemden aldığım terbiye bundan ibarettir. Seninle konuşarak büyük bir ihlalde bulunuyorum Zahit, bilesin. Sırıkla atlama rekortmenleri için bile çok yüksek çıta bu. Bir annenin en büyük öğüdünün üstünden atlamak. Ben bir rekortmenim Zahit.

      Ablalarımı daha çok sıkardı. Babamın her sözü yalan olduğundan güvensizleşmişti kadın. Her sözün muhakkak yalan, her konuşmacının mutlak yalancı olduğuna imanı tamdı. O yüzden söylediğinin aksini kesin doğru sayardı. Şüphesi metodik olmaktan uzak olduğu için onu atlatmanın yollarını bulmak hayta zekâm için çok zor olmadı. Ama bunu sadece yedeğimde tuttum. Seninle burada konuşurken o yedek rezervlerimden kullanıyorum.

      Annem hemen arkanda bana parmak sallıyor, “Kız kısmısı erkeklerle konuşmaz!” diyor dudakları. Duymazsın sen. Siz erkekler duymazsınız. Annelerimiz bizi hiç yalnız bırakmaz, hele bir erkekle baş başayken, asla. Buna rağmen konuştum seninle bu kadar, konuşuyorum. Annemin kızıyım işte. Genimde direngenlik var. O kocasına ve erkeklere karşı bir kadının neleri başarabileceğini ispatlamak istemişti. Bense ona, bir kadına bir kadının aşkı nasıl başarabileceğini göstermek istiyorum.

      Onun varlığından rahatsızlık duymuyorum, yanı başımızda dikilmesinden. Hatta memnunum. Seninle konuşmalarımızdaki içtenliği duysun istiyorum. Bir kez bile erkeklerle sahiden konuşamamış zavallı annem ikimizin bu dostane, bu şefkatli hasbihalini duysun. Ben büyük bir dava güdüyorum Zahit. Anneminkinden bile büyük bir dava. Yardımını esirgeme benden olur mu? Beni yoldaşsız koma…

      Pirler

      Adımı niye Zahit koymuşlar?.. Güzel soru. Cevabı bir çırpıda verilebilen suallere güzel soru denmez biliyorsun. Cevabı çetrefilli olacak ki güzel soru olsun. Herkesin adının bir hikâyesi vardır, varsın rastgele konmuş olsun. O rastgelelikte bile bir mana ve müphem hakikatlere bir ima olabilir. İsmiyle müsemma denir ya bazı insanlar için, adını bir sıfat gibi üstünde taşıdıklarından ötürü. Zahit adı da benim için ideal bir ad olmuş; başka bir isim koysalar olmazmış, durmazmış üstümde. Züht, dünyadan el etek çekme manasıyla değil ama; bambaşka bir bağlamda… Neresinden başlasam ki?

      Öncelikle ismim bir türküden mülhem. Aslında bir nutk-u şerif. Halvetî tarikatının büyüklerinden bir şair, Bezcizade Mehmed Muhyiddin’e ait. Dinlemiş miydin daha önce, baştan sona dinlemiş miydin? Tamam, mırıldanayım senin için, çok da dikkat çekmeksizin gelen geçenler arasında. Başlıyorum:

      “Zahit bizi tan eyleme

      Hak ismin okur dilimiz

      Sakın efsane söyleme

      Hazret’e varır yolumuz

      Sayılmayız parmağ ile

      Tükenmeyiz kırmağ ile

      Taşramızdan sormağ ile

      Kimse bilmez ahvalimiz

      Erenlerin çoktur yolu

      Cümlesine dedik beli

      Gören bizi sanır deli

      Usludan yeğdir delimiz

      Muhyi sana ola himmet

      Âşık ise cana minnet

      Cümle âlemlere rahmet

      Saçar şu yoksul elimiz”

      Teveccühünüz efendim… Evet, hakkını vermeyi çok istediğim bir ezgidir. Ne kadar güzel okusam gene de hakkına riayet edemediğim hissinden kendimi alamam. Madem bu kadar beğendin, tarihçesine kısaca değineyim şu hâlde.

      Mevzu 17’nci asırda cereyan ediyor. Kadızadeliler diye bir taife var; Dördüncü Murad zamanında Ayasofya Camii vaizi Kadızade Mehmet Efendi ile başlamış bu hareket; devletin içine kadar sızmış, toplumda da belli bir karşılığa ulaşmış. Bugünkü Fetullah gibi düşün, ama onlar radikal İslamcı. Tasavvufa şirk diyorlar. Her türlü tarikatın, zikrin, devranın, semahın yasaklanmasını istiyorlar. Tekkeleri basıp dervişleri darp ediyor, korku saçıyorlar. Gemi azıya aldıkları dönemde karşılarına çıkmaya kim cesaret ediyor? Halvetî şeyhi Abdülmecid Sivasî. Hemşerimin çıkışını müteakip kavgaya Kadızadeliler ile Sivasîlerin ihtilafı deniyor.

      Kadızadeliler devleti ele geçirdiklerini düşünüp sufilere son bir darbe vurmak, tekkeleri yakmak, bidat gördükleri minareleri yıkmak, salâları susturmak için Fatih Camii’nde toplanma kararı aldıklarında devlet işe el koyuyor ve karşı darbe ile bunları derdest ediyor. Önce katline ferman çıkarıyor hepsinin, sonra da cezalarını sürgüne çevirip bu taifeyi tasfiye ediyor.

      İlahi, zahide seslenerek başlıyor. Zahid dediği, dervişlerin ulaşmayı arzuladığı makama eren kişi değil aslında. İslam’ın zahirine takılıp kalan, muhabbetsiz, gergin, haşin bir tiptir. Rind değildir, çabuk gönül kırandır, gönül ehli değildir. Diyor ki “Zahid bizi tan eyleme”, yani kınama, dervişleri ayıplama, kötüleme. “Sakın efsane söyleme” yani tasavvuf ve sufiliğin asılsız, bidat olduğunu iddia etme. “Hazret’e varır yolumuz”, bu işin aslı, şeyh silsilesi Hazreti Muhammed’e varır demek istiyor… Mevzu derin yani, derin ve narin.

      “Sayılmayız parmağ ile, tükenmeyiz kırmağ ile…” Kadızadelilerin kıyımlarına karşı bu meydan okuyuşla birlikte işin rengi değişiyor. Sonradan ilave olunan “İmam Ali’dir ulumuz” mısraının da cazibesiyle Bektaşî deyişi olarak söylenip Alevî muhitlerde revaç buluyor. Oradan da solcuların eline geçiyor. Yetmişli yıllarda devrimci hareketin sloganı hâline geliyor.

      İş burada kalsa benim adım gene Zahit olmayacak. 1971’de Yılmaz Güney bir film çekiyor: Ağıt. Film bir eşkıya topluluğunun macerasını anlatıyor. Filmin sonunda başroldeki kahraman (Yılmaz Güney) vurulmuş, onun böğründen kurşun çıkarılırken işte bu ilahiyi, türküyü eşkıya arkadaşları söylüyor. Dağ başında bir mağarada, kartal yuvasında. Havada kartal uçuyor, mağarada ise daha tüyü bitmemiş yavruları aç ağızlarını annelerinin şefkatini celbetmek için sonuna kadar açıyor. Dağların doruklarından kayalar yuvarlanıyor. Eşkıyalar hep bir ağızdan “Zahit bizi tan eyleme!” diye döktürüyor; Yılmaz Güney ecel terleri döküyor, âşığı olan kız, böğründen kurşunu çekerken herkes kan ter içinde. Seyirciler gözyaşı döküyor.

      Babam bu filmi yazlık bir sinemada seyretmiş. Birbirine bağlı tahta sandalyeler üzerinde. Çok etkilenmiş filmden, annem hamileymiş o günlerde, “Oğlan olursa Zahit koyacağım” demiş. Doğmadan adım konmuş benim yani. Tam da Türkiye’nin en devletçi adamının bir devrimcinin filminden etkilenerek oğluna koyacağı bir isim. Sivas’ta, fay hatları üstünde doğan birine konmak için de ne uygun. Sünnî ilahiler ile Alevî nefesleri arasında dünyaya gelmiş birine. Kadızadeliler ile Sivasîler arasındaki kavgalarda hep arada kalıp her iki taraftan yumruk

Скачать книгу