Sovyet Öykü Seçkisi. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sovyet Öykü Seçkisi - Анонимный автор страница 6
Kuzeyin ışıltısı alevlenerek siyah duvarlarla çevrili ağaçlardan oluşan ormanı, çam ağacının gövdesini, akağacı ve köknarı bir anda ayırdı. Yeşil ve beyaz renkli pırıltılar içinde, dar boğazın ortasında uzanan kütük yığını açıkça görülüyor, giderek ulaşılması zor bir hal alıyor ve felakete yol açacak şekilde büyüyordu. İşçiler ise kendi aralarında konuşuyordu:
“Çocuklar, nehir bize köprüler döşüyor!”
“Aylaklara mezar düzüyor!”
“Çocuklar-r! Kimin yanında kibrit var?”
“Balta ile kesebilirsen, kütüklerden istemediğin kadar kibrit çıkar!”
Baltalar ses çıkarıyor, ağaçlar hışırdıyor, kamp ateşleri sıçrayan alev dairelerinin etrafını sararak birbiri ardına yanıyor, nehir boyunca kırmızı lekeler halinde parlıyordu.
Dağın tepesinde, nehrin alt tarafında bir zamanlar bir köy vardı, fakat artık yok. İzbeleri kaldırdılar, hamamlar ise bir yerlerde kaldı. Tepe üzerindeki hamamlardan birinin önünde bir nöbetçi sureti görünüyor ve belli belirsiz kararıyordu. Koruduğu mekân gibi terkedilmişe benziyordu. Hamamın penceresinden loş bir ışık geliyor ve iki kişi zaman zaman haykırarak şarkı söylüyordu:
Ayı boynuzundan nasıl da tuttu ineği!
E, artık gencim, değilim kocamın uşağı!
Kulübe kilerinin yakınında duran sandalın üzerinde, sacayağının altında işçi başı ve orman müfettişi çay hazırlıyorlardı.
Kıyıda işçiler lapa ve çorba kaynatıyordu. Ateşin yanında kâh siyah kâh gri eski püskü giysiler, ara ara kırmızı bir gömlek parçası ve katranla kötü bir şekilde boyanmış çizmeler, zaman zaman da ıhlamurun iç kabuğu ya da çıplak bacaklar ve katılaşmış ayaklar parlıyordu.
“Su değirmeni gürüldüyor” dedi biri. Diğerleri ise kendi fikrini söylüyordu:
“Baykal’dan rüzgâr esiyor! Şuna bakın, yarın yağmurla birlikte nemli ve bulutlu bir hava gelecek.”
“Evet, yağmur fena ıslatacak… Şeytanlar da hamamda şarkı söylüyorlar.”
“Onları ıslatmaz! Onlar üşümez…”
“Yakacak odun çok, fakat ormandan yakacak odun alınmaz…”
“Peki, kardeşlerim, hamamdakiler kim?”
“Eski işçiler! Haritanko ile Sısovlu Mikişka13”.
“Bak sen! Peki, niye buradalar?”
“Üstler onlara “işten kaytaranlar” diyor.”
“Yalan söylüyorsun!”
“Peki, sana göre nasıllar?”
“Komiser ve iki arkadaşı onlara “içki arkadaşları” diyor. Bak, kaçak içkiyle hamamda kafayı çektiler.”
“Bu işin peşini bırakmayacağım, şehirleri de kontrol edeceksiniz!”
“Bırakacaksın!”
“Bırakmayacağım, olmaz.”
“Bırakacak, çünkü onlarsız asla…”
“Ee?”
Diğer ateşin yanında biri şunları anlatıyordu:
“Dolaştım, dolaştım, açlıktan takatim kesilmiş ve üşümüştüm, kiliseye girdim…Kilise karanlıktı, bir çıra yanıyordu. Rahip bir şeyleri öğütüyordu ama ne olduğunu seçemiyordum. Rahibin de soğuktan dili dolaşıyordu. Baktım, bir kenarda tabut duruyor, şeker kutusundan yapılmış tabutun üzerinde de farklı yerlerde: “Sinitsın’ın Alışveriş Dükkânı” yazıyor. Satıcının karısının öldüğünü düşündüm ve rahip de amma dilenci çıktı, diye sorguladım. Boş verip, yiyecekleri düşünmeye başladım, çünkü mucize yaratanlar, eğer çocukların karınları açlıktan sırtlarına yapışırsa, dine çok bağlı olmayacaklarını biliyor. Hey, çocuklar! Yakında açlık sizden bize geçecek farkında mısınız?”
“Hiçbir şeyin farkında değilim! Size hiçbir şey dokunmuyor, hepiniz koruma altındasınız.”
Aynı ateşin yanında diğer taraftan başka bir ses:
“Böylece köye geldi, silah aldı.” “Hâlâ asilzade sınıfındanım ben, hey gidi komünist fakirlik!” “İzbesi eski, fakat büyüktü. Her zamanki gibi pencerelere ve ikonlara ateş etmeye başladı. Kardeşinin atlarını tekneye koşar, tekneye tekerlek takar, kazıkla ittirerek sanki suyun üzerindeymiş gibi giderdi – şaka tabi ki. Gençler önünde, yaşlı kadınlar arkada yürüyorlardı. Aptal bir kadın buldu ve onunla evlendi. Brr! Sonbaharda soğuk erken bastırdı, izbe buz gibi oldu, saman üzerinde uyuyorlar, pencereleri yastıklarla tıkıyorlardı. Rahip bu çılgın kadının çocuğunu korudu ve gökyüzünün hâkimiyeti devam etsin diye öldü.”
Etraf çim kokuyor, nehirde su akmaya devam ediyor, ateşin dumanı tütüyordu. Yeni yetmeler çalışıyor, en yakınlarında bulunan çiti ve ardıç çalılığını kesiyor, kestiklerini ateşe atıyor, alevler titriyor, küçük yıldızlar karanlık gökyüzüne saçılıyordu. Nehrin yarısına kadar uzanan dalgaların tepelerinde çavdar yeleleri dans ediyordu. Kıyılarda pürüzlü derelerin karanlık parıltısında insanların gölgeleri dolaşıyor, şelalelerin gürültüsü duyuluyordu.
Diğer ateşin yanında birisi yüksek sesle masal anlatıyor, insanlar oraya doğru gidiyor ve git gide kalabalıklaşıyorlardı. Hatta aşağıdan ateş görünmüyor, sadece yüzler ve kafalar parlıyordu.
“İki ihtiyar vardı. Ne kardeşleri ne de çocukları vardı ve “Ahmakça yaşadık” diye düşünüyorlardı. Birisi “Satış işine girelim”, diye düşündü. “Peki hangi malı getirelim, ya da bütün yaşlı kadınları neden et için keselim?” “Hayır, neden yaşlı kadınları keselim? Sen kızağa kar koy ben de kum koyayım da birlikte şehre gidelim.”
Tepenin üzerinde şarkı söylüyorlardı:
Bütün kocalar evlenene kadar iyidir.
Eşlerine kunduz derisi giydirir.
“Bak şeytana!”
“Eh, evet! Çocuklar-kardeşler! İhtiyarlar mallarını satamadan eve dönüyorlardı. Biri yine, “Malları takas edelim mi?” diye düşündü. “Haydi, edelim,” dedim. “Ben kar alacağım sen de kum al. Ancak kum kardan daha pahalıdır. Kar erir, fakat kum asla erimez. Ek olarak da üç kapik istiyorum.” “Pekâlâ, evde vereceğim” dedi. Yaşlı adam eve geldi ve evde hatırladı: “Üç kapiği papaza verdim, daha da param yok,” dedi. Diğer yaşlılar da onun fakir olduğunu bildiklerinden, borcunu istemeyeceklerini biliyordu. Düşündü, taşındı ve dedi ki:
“Yaşlı kadın, şapele gidelim, soyunayım,
11
Bu iki isim ilerleyen bölümlerde siyah varlıklar (черные существа) olarak geçmektedir. Eserde hamamda yaşıyor olarak betimlendiklerinden dolayı “hamam cini” olduklarını düşünmek mümkündür. Çünkü hamam cinlerinin insan boyunda, siyah uzun saçlı, sıra dışı bir insana benzediği ifade edilmektedir.