Robinson Crusoe. Даниэль Дефо
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Robinson Crusoe - Даниэль Дефо страница 12
Bütün bu sıkıntılarla boğuştuğumuz sırada, rüzgâr sanki bize inat çok daha kuvvetli esmeye devam ediyordu, bir sabah erken saatlerde adamlarımızdan birinin “Kara!” diye bağırdığını duyduk ve daha dünyanın neresine sürüklenmiş olduğumuzu görebilmek üzere kamaradan dışarı çıkamadan, gemi bir kum tepesine çarparak aniden hareketsiz kaldı. Dalgalar öylesine şiddetli üzerimize boşalıyordu ki, kısa süre içerisinde hepimiz yok olacağımızı düşünmeye başlamıştık. Denizin köpüren ve kamçı gibi üzerimize çarpan sularından korunabilmek için hepimiz olduğumuz yerde bulabileceğimiz en korunaklı yerlere sığındık.
Bu gibi durumlarla hiç karşılaşmamış birisine, yaşanılan acımasızlığı tanımlamak ya da böyle bir felaketi anlatabilmek hiç de kolay değildir. Nerede olduğumuzu ya da hangi topraklara doğru sürüklendiğimizi ve sürüklendiğimiz kara parçasında insan ya da bir yerleşim yeri olup olmadığını hiç bilmiyorduk. Korkunç rüzgârın etkisi biraz olsun hafiflemiş olsa da sarsılmamıza neden oluyordu ve eğer hemen bir mucize gerçekleşerek rüzgârın yönü değişmediği müddetce, geminin parçalanmadan daha uzun süre bu fırtınaya dayanabileceğini düşünmüyorduk. Kısacası hepimiz birbirimize bakarak her an ölümü bekleyen insanlar gibi başka bir dünyaya geçmek için bekliyorduk. Çünkü kendimizi düşmüş olduğumuz bu durumdan kurtarabileceğimiz ya çok az şey kamıştı ya da hiçbir şey kalmamış gibi görünüyordu. Şimdi tek tesellimiz ve biraz olsun rahatlamamızı sağlayan tek şey geminin henüz parçalanmamış olması ve kaptanın rüzgârın hızının yavaş da olsa azalmaya başladığını söylemesiydi.
Rüzgâr biraz olsun dinmiş olmasına rağmen, geminin sertçe kuma çarparak zemine oturmuş olmasından dolayı onu kıpırdatmamız neredeyse imkânsızdı, gerçekten de korkunç bir durumdaydık ve şu an için canımızı kurtarmaktan başka yapabileceğimiz hiçbir şeyimiz yoktu. Fırtınadan önce, geminin arka tarafında asılı duran bir sandalımız vardı, ancak önce geminin dümenine çarparak sıkışmış ve sonrasında yerinden koparak ya paramparça olmuş ya da denizde sürüklenerek kaybolup gitmişti, bu yüzden bir sandala dair umutlarımız da tamamen sönmüştü. Gemide başka bir sandalımız daha vardı, ancak onu da denize nasıl indireceğimiz gayet şüpheliydi. Bununla birlikte, tartışacak zamanımız da yoktu, çünkü geminin her geçen dakika parçalanacağından korkuyorduk. Bazıları ise çoktan parçalanmaya başladığını haykırıyordu.
Bu sıkıntılı durumda, ikinci kaptan daha fazla sessiz kalmaya dayanamayarak sandalı ele geçirdi ve diğer denizcilerin yardımıyla sandalı geminin bordasından aşağıya attı. Hemen arkasından on bir kişilik ekip olarak hepimiz sandala doluştuk ve kendimizi önce Tanrı’nın merhametine sonrasında da azgın denizin kucağına bıraktık. Fırtına önemli ölçüde zayıflamıştı, ancak korkunç derecede yükselmiş olan denizin yüksek dalgaları karayı büyük bir şiddetle dövmeye devam ediyordu, Hollandalılar böylesi azgın denizi Den Wıld Zee (Vahşi Deniz) olarak adlandırıyordu.
Ve şimdi durumumuz gerçekten çok iç karartıcıydı, çünkü hepimiz içinde bulduğumuz sandalın bu yükselen dalgalara dayanamayacağını ve kaçınılmaz sonuç olarak boğulacağımızı açıkça görebiliyorduk. Yelken açmak için elimizde hiçbir şeyimiz yoktu, hem olsa bile ne işe yarardı ki? Bu yüzden hepimizi var gücümüzle küreklere sarılmıştık, ancak tıpkı idam mahkûmları gibi yüreklerimiz ölüm korkusuyla dolu, toprağa ulaşır ulaşmaz parçalanacağımızı kesin olarak bilmemize rağmen karaya doğru ilerlemeye çalışıyorduk. Bununla birlikte ruhlarımızı Tanrı’ya emanet ederek, bizi kıyıya doğru sürükleyen rüzgârı umursamadan, tüm gücümüzle kendi ellerimizle hazırladığımız sona doğru kürek çekmeye devam ediyorduk.
Kıyıda bizi ne bekliyordu, sahil şeridi kum muydu, yoksa sarp ve dik kayalardan mı oluşuyordu, sığ mıydı yoksa derin miydi bilmiyorduk. Mantıklı bir şekilde bize en azından beklentilerimiz için bir umut kaynağı olabilecek bir koy, bir körfez ya da bir nehir ağzına ulaşabilmeyi diliyorduk ve şansımız da yaver gidecek olursa belki de kendimizi durgun sulara bırakabilir ve bu sayede düzgün bir şekilde karaya çıkabilirdik. Fakat hiçbir şey umduğumuz gibi görünmüyordu; kıyıya yaklaştıkça karşımıza çıkan kara parçası denizden çok daha korkunç görünmeye başlamıştı.
Kürek çekmeye devam etmek için mücadele ediyorduk, ancak fırtına yüzünden yalnızca sürüklenebiliyorduk, bir buçuk mil kadar sürüklendikten sonra bir anda dağ gibi yüksek azgın bir dalga bize arkamızdan bindirdi ve ölümcül darbesini üzerimize indirdi. Öylesine korkunç bir şiddetle bize çarpmıştı ki tek seferde sandalı alabora etmişti. Hepimiz sandaldan dışarı fırlayarak bir yerlere dağılmıştık, “Yüce Tanrı’m!” bile demeye vakit kalmadan büyük bir dalga hepimizi bir anda yutmuştu.
Suya battığımda hissettiğim karmakarışık duyguları hiçbir şekilde tarif edebilmem mümkün değil; çok iyi yüzmeme rağmen, dalgalardan başımı çıkararak nefes almaya dahi olanak bulamıyordum, sonunda dalgaların beni sürüklemesine izin verdim ve bir süre sonra beni sürükleyen dalga kırılarak kıyıdan geri çekilmeye başladığında kendimi neredeyse yarı ölü hâlde bir kumsalda buldum. Suyun akımı oldukça güçlüydü ve yeni bir dalga gelip beni kara parçasından tekrar koparamasın diye kendimi biraz olsun toparlayarak ayağa kalktım ve mümkün olduğunca hızlı karaya doğru koşmaya başladım, nefes almakta bile zorlanıyordum. Ancak dalgalardan öyle kolay kurtulamayacağımı da hemen anlamıştım, arkamdan dağ gibi yükselen bir dalganın, büyük bir öfkeyle, kudurmuş bir düşman gibi üzerime geldiğini görebiliyordum. Ne nefes alabilmek, ne de kendimi suyun üzerinde tutabilmek için yeterli gücüm kalmamıştı, tek yapabileceğim şey mümkün olduğunca nefesimi tutarak, kendimi suyun üzerinde tutacak şekilde sakin bırakmak ve dalganın beni kıyıya fırlatmasına izin vermekti, tekrar nefes almayı başaracak ve ayaklarımın altında yeniden zemini hissedecek olursam bir şekilde hızlı davranarak kendimi karaya çekmek zorundaydım. Beni kıyıya doğru fırlatıp atan dalganın, geri çekilirken tekrar denize sürüklememesi için dua ediyordum.
Arkamdan gelen dalga, sonunda bana ulaşmış neredeyse yirmi otuz ayak derinliğe kadar beni sürükleyerek yutmuştu, büyük bir güç ve hızla karaya doğru taşındığımı hissedebiliyordum, hemen nefesimi tuttum ve bedenimde kalan tüm gücümle dalganın itme kuvvetinden destek alarak ileriye doğru yüzmeye çalıştım. Nefesimin neredeyse tükendiğini ve boğulmak üzere olduğumu anladığım anda, birden yeniden yükseldiğimi, başımın ve ellerimin suyun yüzeyine çıktığını hissettim, iki saniyeliğine de olsa nefes alabilecek olmam beni rahatlatmış ve kendimi toparlayabilmem için bana cesaret vermişti. Bir süre daha dalganın içine çekildim ancak bu seferki çok uzun sürmemiş ve kendimi yeniden suyun yüzeyinde bulmuştum. Dalganın tekrar kırılarak geri çekildiğini gördüğüm sırada, kendimi bir anda öne doğru attım ve ayaklarımın altındaki toprağı hissettim. Nefes alabilmek için olduğum yerde birkaç saniye öylece durdum ve sular üzerimden akıp gittikten sonra bütün gücümü toplayarak karaya doğru koşmaya başladım. Ancak bu çabam da peşime düşmüş olan denizin öfkesinden beni kurtarmaya yetmemişti, çok daha yüksek bir dalga beni yeniden ele geçirerek ayaklarımı yerden kesmiş, kıyı çok düz olduğu için beni iki kez yeniden ileriye doğru taşımıştı. Bu son iki dalganın etkisi benim açımdan neredeyse ölümcül olmuştu, çünkü deniz beni yine kendi bağrına çekip, sonrasında büyük itici gücüyle tekrar karaya doğru fırlattığında, bu sefer kumlu zemin yerine bir kaya