Robinson Crusoe. Даниэль Дефо

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Robinson Crusoe - Даниэль Дефо страница 17

Жанр:
Серия:
Издательство:
Robinson Crusoe - Даниэль Дефо

Скачать книгу

Bu işi yaklaşık olarak iki haftada bitirdim; sanırım yaklaşık iki yüz kırk kilo ağırlığındaki barut tozunu, neredeyse yüz ayrı çuval içine doldurdum. Islak olan barut fıçısına gelince, onun açısından bir tehlike görmediğimden onu yeni mağaramın içine bir kenara bıraktım. Geri kalanını ise kayaların arasına delikler açarak içlerine sakladım, böylece üzerlerine hiçbir ıslaklık gelmeyecekti, sakladığım her noktayı da çok dikkatlice işaretledim.

      Bu süre zarfında, günde en az bir kez silahımla birlikte dışarı çıkarak, hem yemeye uygun bir şey avlayabilir miyim diye etrafta dolaşıyor, hem de elimden geldiğince adanın bitki örtüsünü ve üzerinde neler yetiştiğini öğrenmeye çalışıyordum. Dışarı ilk çıktığım zaman, adada keçiler olduğunu keşfetmiştim, bu beni çok ama çok mutlu etmişti; ama keçilerin fazlasıyla yabani, ürkek ve aşırı çevik olmasından dolayı yanlarına yaklaşmamın çok zor olduğunu anlayınca sevincim kursağımda kalmıştı. Bununla birlikte, cesaretimin kırılmasına izin vermeye hiç niyetim yoktu; hiç şüphem yoktu ki aralarından birkaçını rahatlıkla vurarak avlayabilirdim. Onların uğradıkları ve toplu olarak dolaştıkları yerleri iyice öğrendikten sonra bir süre bekleyerek hareketlerini gözlemledim. Kayaların üzerinde olmalarına rağmen su kenarında beni gördükleri anda korkudan kaçıştıklarını görüyordum ama ben kayaların üzerindeyken, su kenarına indiklerinde beni görseler bile hiç umursamıyorlardı; bu gözlemlerim sonucunda bu hayvanların doğaları gereği her zaman aşağıdaki nesneleri görebildiklerini ve uzak mesafede yukarıda bulunan nesneleri göremediklerini anladım. Böylece, şu yöntemi kullandım: İlk olarak onlardan önce kayalıklara tırmanarak onların üzerinde kalabileceğim bir yere kendimi konumlandırıyor, sonrasında da onları gözlemliyordum.

      Bunların içinden ilk vurduğum, memesinden karnını doyurmaya çalışan yavrusu olan, dişi bir keçi oldu; onu öldürmüş olmanın acısı yüreğimi sızlatmıştı, çünkü yere yığılıp öldüğü anda ben gidip hayvanı alana kadar yavrusu yanından hiç ayrılmamıştı. Sadece bu kadarla da kalmamıştı, ölen keçiyi sırtlanarak evime götürmek için yürümeye başladığımda, küçük keçi yol boyunca peşimden gelmişti. Bunun üzerine avımı çitlerin dışına bırakıp, yavru keçiyi kucağıma aldım ve belki alıştırabilirim umuduyla çitlerin üzerinden onu içeriye bıraktım; ancak zavallı yavru hiçbir şey yemediğinden sonunda onu da öldürerek yemek zorunda kaldım. Bu iki keçinin eti, bana uzun süre yetecek kadar yiyecek sağlamıştı, çünkü azar azar yemeğe dikkat ediyordum, özellikle ekmeğim konusunda çok daha hassas davranıyordum.

      Kalabileceğim yuvamı güzelce yerleştirip bir düzene soktuktan sonra, ateş yakabilmek için bir ocak yapmamın ve gerekli yakacak malzemeyi toplamamın zorunlu olduğunu fark ettim; bütün bunlar için neler yaptığımı ve ayrıca mağaramı nasıl genişlettiğimi, ne gibi kolaylıklar sağladığımı da yeri geldikçe hepinize ayrıntılarıyla anlatacağım. Ama şimdi size öncelikle kendimden ve hayatıma dair düşüncelerimden bahsetmem gerekiyor, elbette bu düşüncelerin de çok az olmadığını herhâlde tahmin etmişsinizdir.

      Durumum aslında pek de parlak görünmüyordu; zira yaşamış olduğumuz korkunç fırtınanın neticesinde, rotamızdan tamamen saparak, insanların ticaret için gelip geçtikleri sulardan yüzlerce mil uzaklara sürüklenerek, böylesi ıssız bir yere düşüşümü ve burada bir başıma yaşayarak ölmemi Tanrı’nın isteğine bağlamam için çok fazla sebebim vardı. Bu düşünceler aklıma geldikçe, yapabildiğim tek şey gözyaşlarına boğulmak oluyordu; bazen Tanrı’nın yarattıklarına neden bu kadar çile çektirdiğini, onların hayatlarını mahvederek, mutsuz olmaları için elinden geleni yaparak, çaresizliğinde hiçbir yardım eli uzatmayarak tamamen kendi yalnızlığına terk etmesini ve sonrasında da bu sefalet içerisinde yaşattığı insanlardan ona şükretmelerini beklemesinin mantıksızlığını sorguluyordum.

      Fakat ben böyle düşündükçe, içimden bir ses sürekli beni azarlayarak düşüncelerimi kontrol altında tutmamı söylüyordu; özellikle de bir gün elimde silahımla deniz kenarında aklımda tüm bu düşüncelerle dalgın bir hâlde yürüdüğüm sırada, aklıma birden bambaşka bir soru geldi. “Eh, acınacak durumda olduğun ortada ama yine de kendi hâline şükret, geride kalanlar nerede şimdi? Buraya çıkmadan önce, sandalda on bir kişi değil miydiniz? Diğer on kişi nerede? Neden onlar kurtulmadı da sadece sen kurtuldun? Neden sadece sen seçildin? Burada olmak mı daha iyi yoksa onların yerinde olmak mı isterdin?” ve bunları söyledikten sonra, doğrudan denize doğru döndüm. Tüm kötülükler, içlerindeki iyilikle ve onlardan çok daha kötüsünün olabileceği durumlarla birlikte düşünülmelidir.

      Sonra tekrar aklım başıma geldi, aslında hayatta kalabilmem için ihtiyacım olan neredeyse her şeye sahiptim, eğer o gemi kıyıya bu kadar yakın konumda karaya vurmamış olsaydı, içinden ihtiyacım olabilecek tüm eşyaları karaya taşıyabilecek kadar yakınıma gelmemiş olsaydı ve ben onları karaya çıkaracak kadar vakit bulamasaydım, ilk buraya düştüğüm hâlimle kalacak olsaydım ne olacaktı? “Özellikle de…” dedim yüksek sesle kendi kedime. “Silahsız, mühimmatsız, herhangi bir şey yapmana olanak tanıyacak herhangi bir araç olmadan, hiçbir şey yapamadan, kıyafetin, çadırın ve yatağın olmasaydı, ne yapacaktın?” Şimdi bunların hepsinden elimde yeterli miktarda vardı ve cephanem bitse, silahsız yaşamak zorunda kalsam bile kendimi idare edebilecek kadar eşyaya sahiptim. Bu şekilde, en azından hayatta olduğum sürece hiçbir şeyin eksikliğini çekmeden yaşayabileceğime inanıyordum; zira baştan itibaren başıma gelebilecek her türlü kazaya karşı nasıl davranmam gerektiğini, mühimmatım bitecek, sağlığım bozulacak ya da gücüm kesilecek olsa bile neler yapmam gerektiğini düşünerek tüm önlemlerimi almıştım.

      Bu arada, barutumun bir yıldırım düşmesi sonucunda tamamen yok olma düşüncesini hâlâ kaldıramadığımı da itiraf edebilirim elbette; bu yüzden hâlâ gök gürlediği ya da şimşek çaktığı zaman korkarak irkilmeme mani olamıyorum.

      Ve şimdi, belki de dünyada daha önce hiç duyulmamış ıssız bir yaşama adım atmış olduğumdan, size her şeyi sırasıyla baştan başlayarak anlatacağım. Daha önce söylediğim gibi 30 Eylül tarihinde o korkunç fırtına yaşandı ve sonrasında kendimi bu adada buldum; o zamanlar sonbahar döneminde olan güneş, neredeyse tam tepemdeydi, zira yapmış olduğum gözlemlere göre dokuz derece yirmi iki dakikalık kuzey enlemi üzerinde bulunduğumuzu düşünüyordum.

      Adaya geldikten on, on iki gün sonra elimde defter, kalem ve mürekkep olmadığından günlerimin sayısını şaşıracağımı, belki de pazar günlerini de normal çalışma günüyle karıştırabileceğimi düşündüm; ancak bunu önlemek adına büyük bir tahtayı alarak üzerine bıçakla, büyük harflerle karaya vurduğum ilk gün olan 30 Eylül 1659 tarihini kazıdım. Bu tahtayı tıpkı bir haç gibi direklerden birinin üzerine çakarak, sonrasında her geçen gün için tahtanın üzerinde bir çentik attım ve her yedinci çentikte bir haftanın tamamlanmış olduğunu belirlemek üzerine çentiklerin üzerine yatay bir çizgi çektim, her ayın ilk günü geldiğinde çizgiyi çekmesi gerçekten çok zor oluyordu; işte böylece haftalık, aylık ve yıllık zamanımı hesaplayabileceğim bir takvim yapmıştım kendime.

      Daha önce yukarıda da bahsettiğim gibi, gemiye gidiş gelişlerim sırasında getirmiş olduğum birçok eşya arasında, değeri fazla olmasa bile işime gerçekten çok yarayan bazı eşyalar da vardı; daha önce size bahsetmediğim bu eşyaların arasında özellikle kalemler, mürekkepler ve kâğıtların yanı sıra, kaptan ve ikinci kaptanın, topçunun ve marangozun kamaralarından toparladığım birkaç paket, üç, dört pusula, bazı matematik araçları, dürbün, harita, gemicilik

Скачать книгу