İstanbul. Edmondo De Amicis

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İstanbul - Edmondo De Amicis страница 18

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İstanbul - Edmondo De Amicis

Скачать книгу

çevrelenmiş, ipek ve kuğu tüyü püsküller ile işlenmiş, altından ya da gümüşten çiçekler ve yıldız desenleri ile dolu, kumaşın görünmesine izin vermeyecek kadar karmaşık işlemelerle ve yanıp sönen zümrüt ve safir ile sarılmış terliklerle doludur. Kayıkçıların hanımlarına da sultanın hanımlarına da burada bir çifti beş liradan bin liraya kadar pek çok çeşit terlik, Pera’nın çakıllı yollarından yürümeye müsait deri ayakkabılar, harem halıları üzerinde kayabilen pabuçlar, hünkâr hamamların mermerleri üzerinde yankılanan takunyalar, paşanın alevli dudaklarının çivilendiği beyaz satenden hanım terlikleri, sultanın yatağının yanındaki güzel bir Gürcü kızının uyanmasını bekleyen bir çift incili terlik, hepsi buradadır. Ama hangi ayaklar bu pabuçların içine sığabilir ki? İçlerinde perilerin ya da hurilerin ayaklarına göre hazırlanmış gibi duran pabuçlar bulunur, zambak yaprağı gibi uzun, bir gül yaprağı kadar geniş, tüm Endülüs hanımlarını umutsuzluğa düşürerek hayallere daldıracak kadar küçük olanlar, sanki pabuç değil de yalnızca masanın üzerinde seyretmelik bir mücevher, bir şekerlik ya da aşk mektuplarının saklanacağı bir kutu gibi görünenleri vardır, bir çiftini elinize alıp en az bir ay boyunca sevip okşamadan bunların içine bir ayağın gireceğini hayal edemezsiniz. Bu çarşı yabancıların en çok uğradığı yerlerden biridir. Burada sık sık genç Avrupalılara rastlanır: Ellerinde bir hanımın ayak ölçüsü yazılı kâğıtlarla dolanan Fransız ya da İtalyan gençler göz koydukları bazı pabuçların ellerindeki ölçüden daha küçük olduğunu öğrenince şaşırır kalırlar, moralleri bozulur, kimisi de fiyatı öğrenince anında toz olur. Burada da sıklıkla Müslüman kadınlar, geniş beyaz başörtülü hanımlar dolaşır, genellikle istedikleri fiyatı elde etmek için satıcılarla uzun diyaloglara girerler, güzel dillerinin harmonik kelimelerini kulağı sanki bir mandolanın sesiymiş gibi okşayan tatlı ve net bir sesle telaffuz ederler: “Bunu kaça verirsin?” “Bu ne kadar?” “Pahalı.” “Çok pahalı.” “Daha fazlasını vermem.” “Daha fazlasını ödemem.” Sonra yaramaz bir kız çocuğu gibi insanda yanağından makas alma arzusu uyandıran çocukça ve şen bir kahkaha atarlar.

screen_95_230_146

      Silah Çarşısı

      En zengin ve en renkli çarşılardan biri de silahlar çarşısıdır. Aslında burası bir çarşıdan çok hazinelerle dolup taşan, insanın aklına birtakım efsaneleri ve hikâyeleri getiren görüntülerle dolu ve inanılmaz bir merak duygusu uyandıran bir müze gibidir. Burada, Mekke’den Tuna’ya kadar olan İslam savunmasında kullanılmış, sanki Yavuz Selim ve Muhammed Peygamber’in ateşli askerlerinin elinden daha şimdi alınmış gibi duran kılıçlar, Anadolu’dan Avrupa’ya kadar kesilmiş başlar ve parçalanmış organlar saçan o yenilmez sultanların, cengâver yeniçerilerin, sipahilerin, azapların ve silahtarların kan çanağına dönmüş gözlerinde parlıyormuş hissi veren en tuhaf, en tüyler ürpertici silahlar bulunur. Havadaki kuş tüylerini bile parçalayabilen, küstah elçilerin kulaklarını uçuran meşhur palalar, tek bir hamlesiyle insanın kafatasını parçalayıp kalbe kadar inen ağır hançerler, Sırp ve Macar miğferlerini ezen topuzlar, bıçağının üzerinde hâlâ kesilen kafaların sayısını gösteren çeltiklerin yer aldığı, sapı fil dişi kakmalı, ametist ve yakutla süslü yatağanlar, gümüş, kadife ya da saten kılıflı, akik ya da fil dişi kulplu, işlemelerle, mercan ve turkuazlarla süslenmiş, Kur’an’dan ayetlerin altından harflerle dokunduğu, kavisli ve eğri bıçağı sanki saplanacak bir kalbi arıyormuş gibi duran hançerler bulunur. Kim bilir belki de bu karmaşık ve korkunç cephanede Orhan Gazi’nin palası, savaşçı derviş Abd-El-Murad’ın güçlü kolları ile tek hamlede kafaları uçurduğu ahşap kılıç ya da Sultan Musa’nın Hassan’ı omzundan kalbine kadar parçaladığı ünlü yatağan, İstanbul surlarına ilk merdiveni dayayan Bulgar devinin devasa kılıcı, II. Mehmed’in Ayasofya’nın tonozları altında yağmacı bir askeri öldürdüğü yarasa, İskender’in surların altındaki Firuz Bey’i ikiye ayıran büyük kılıcı bile vardır. Burası Osmanlı tarihinin en korkunç kılıç darbelerini ve en korkunç katliamlarını akla getirir ve özellikle de bu bıçakların üzerinde hâlâ bu kanların durduğunu, şu dükkânlardaki ihtiyar Türklerin katliamın yapıldığı yerden cesetleri ve silahları bizzat topladığını ve her bir köşesi dağılmış iskeletleri karanlık bir köşede sakladığını sanırsınız. Silahların ortasında hilaller ile işlenmiş kırmızı ve mavi kadifeden eyerler, altın ve inciden yapılma yıldızlar, tüylerle süslü at koşumları, gümüşten gemler ve görkemli taht çuhalarına benzeyen örtüler vardır: Bir peri padişahının hayallerini süsleyen şehre girişi için kullanılan, Binbir Gece Masalları’ndan alınmış at koşum ve giysileridir sanki. Tüm bu hazinelerin en üstünde, duvarlarda çarklı misket tüfekleri, büyük Arnavut tabancaları, mücevher gibi işlenmiş uzun namlulu Arap tüfekleri, kaplumbağa kabuğundan ve su aygırı derisinden yapılma antik kalkanlar, Çerkez zırhları, Kazak kalkanları, Moğol miğferleri, Türk yayları, cellatların satırları ve her biri bir suçu ifşa edercesine duran ve saplandığı kişinin acı ile kıvranışlarını akla getiren bıçaklar asılıdır. Bu tehditkâr ve görkemli malzemelerin tam ortasında Kapalıçarşı’nın çoğu kasvetli, kederli, sultanlar gibi bir başına ve mağrur, Hicret vaktinden gelmişler gibi giyinmiş ve yozlaşmış torunlarına atalarının hâl ve hareketlerini hatırlatmak için mezarından çıkıp gelmiş gibi duran ve Türk oldukları ayan beyan ortada tüccarlar bağdaş kurmuş otururlar.

screen_97_460_205

      Görülmesi gereken bir başka pazar bitpazarıdır. Eğer görebilseydi Rembrandt kesinlikle burada yaşamak isterdi ve Goya son kuruşunu burada harcardı. Hayatında hiç Doğu işi bir eskici dükkânı görmemiş biri buradaki çeşit çeşit paçavraları, renk karnavalını, kontrastların ironisini, bir zamanların hem gösteri havasında hem de barbar görünümlü kıyafetlerinin nasıl bir manzara oluşturduğunu hayal edemez; haremlerden, kışlalardan, saraylardan, tiyatrolardan gelen paçavraların hemen hepsi buraya yığılırlar ve kendilerini resmedecek bir ressamın ya da bir dilencinin gelip de onları gün ışığına çıkarmasını beklerler. Surların içindeki uzun duvarlara hepsi sanki bir hançerle delik deşik edilmiş gibi yırtık pırtık, yağ kir içinde ve Apses mahkemesinin masalarında görülen, katledilmiş insanların geriye kalan uğursuz eşyalarını hatırlatan eski Türk üniformaları, kırlangıç kuyruklu paltolar, eski beylerin dolmanları, dervişlerin cüppeleri, Bedevilerin harmanileri asılıdır. Bu paçavraların arasında yer yer Arap işi yaldızlı nakışlar parlar: eski ipek kuşaklar, yıpranmış sarıklar, yırtık şallar, öfkeli bir hırsız tarafından hırpalanmış gibi duran tüyleri ve incileri dökülmüş kadife cepkenler, belki de şu anda Boğaz’ı diplemiş bir çuvalda uyuyan, sadakatsiz güzele ait şalvar ve peçeler, fişekleri paslanmış Çerkez kaftanlarının, uzun Kara Yahudi togaslarının, kim bilir kaç kez haydutun silahını, katilin kamasını sakladığı ceketlerin ve ağır paltoların arasında hapsolmuş ince, yumuşak renkli kadın kıyafetleri ve süs eşyaları görülür. Akşama doğru, tonozların deliklerinden sızan gizemli ışıkta, tüm bu asılı kıyafetler asılmış cesetler gibi belli belirsiz bir görünüm alır ve insan bir dükkânın dibinde parmaklarını çengel gibi yaparak alnını kaşıyan, kurnaz gözleri ışıldayan yaşlı bir Yahudi görse, onun bu idam iplerini sıkan cellat olduğunu düşünebilir ve çarşının kapanacağı korkusuyla gözlerini kapıya dikebilir.

      Şayet bu tuhaf şehrin tüm sokaklarını görmek istiyorsanız, bir günlük tur asla size yetmez. Sırada Fas’tan Viyana’ya kadar tüm ülkelerin feslerinin bulunduğu fes pazarı var. Burada; insanı kötü ruhlardan koruyan Kur’an ayetleri ile bezeli fesler, İzmir’in güzel Rum kızlarının madeni paralarla parlayan

Скачать книгу