Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan. Stanley Lane-Poole

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole страница 18

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole

Скачать книгу

açık olan topraklarını koruması için ülkesinden şiddetle bekleniyordu. Her gün, gün boyu devam eden saldırılar karşısında dayanıksız siperlerin arkasına kısılan Şirkuh da kendisini, erzakının tükenmekte olduğu bu güvenliksiz ve nahoş durumdan dolayı daha az endişeli değildi. Böylece bir ateşkes hazırlandı ve iki tarafça imzalandı. 27 Ekim’de Suriyeliler karargâhlarından çıkarak haçlılar ve Mısırlı müttefiklerin safları arasında hizaya girdiler; Şirkuh elinde bir baltayla en geriden geliyordu. Bu savaşçı tavrı karşısında şaşkın bir Frenk memuru bu eski acımasız savaşçıya Hristiyanların yemin etmiş olmalarına rağmen kendisine saldıracaklarından korkup korkmadığını sordu. “Hele bir denesinler!” dedi Şirkuh ve devam etti. Anlaşmaya uygun olarak ordu Şam’a döndü ve burada Nureddin’in zaferlerinin, Banyas’ın teslim oluşu ve Antakya Prensi Bohemond, Trablusşam Kontu Raymond’un, Lusignanlı Hugh ile diğer önemli şövalyelerin yakalanıp zincirlenerek Halep’e gönderilmeleriyle taçlandığı haberlerini aldı.62

      SİTA NEFİSE MABEDİNDEN BİR İBADET HÜCRESİ

      (Kahire Arap Müzesi’nde)

      Mısır seferi şanlı bir sonla bitmemişti ama amaç gerçekleşmişti; topraklar iyice gözlemlenmiş ve Şirkuh bir ilhakın doğuracağı ihtimalleri ve avantajları konusunda istediği bilgiyi edinebilmişti; “Mısır öyle bir ülke ki bir tane adam yok, ayrıca istikrarsız ve aşağılık bir hükûmetçe yönetiliyor.” demişti. Zenginliği ve korunmasızlığı gerginlik yaratıyordu.

      Hırslı general Kahire’de bir genel valilik tacı elde etmek için yanıp tutuşuyordu, bu dakikadan itibaren Nureddin’i sürekli olarak Mısır’ın fethine izin vermesi için sıkıştırıp durdu. Saraydaki daha cesur kişiler onun bu ısrarını desteklemiş, ayrıca Bağdat halifesi de inayetini lütfetmiş ve heretik rakibinin tahtından indirilmesini de içeren bu projeyi desteklemişti. Her zamanki gibi ihtiyatlı olan Nureddin, bir süreliğine bu baskılara direndi fakat Şaver ve Frenkler arasında, yakında oldukça sağlam olduğu ortaya çıkacak olan, daha sıkı bir ittifakın dedikodularının kendisine muhtemelen ulaşmış olması nedeniyle sonunda pes etti.

      Bu, aslında Nil için yapılan bir yarıştı. İlk önce Şirkuh başladı ve 1167 yılı başında iki yüz bin seçkin süvariyle, Frenklerle karşı karşıya gelmemek için Gizlan Vadisi’nden geçen çöl yolunu tercih ederek, fakat yolda şiddetli ve felaket bir kum fırtınasına yakalanarak, Kahire’nin yaklaşık atmış dört km güneyinde yer alan Atfih’te Nil’e ulaştı. Burada saldırı korkusu olmadan nehrin batı kıyısına geçebilirdi; orduyu tam karşıya geçirmişti ki nehrin doğu yakasında düşmanın harekete geçtiğini duyar duymaz Filistin’den aceleyle gelen Amalric belirdi. İki ordu nehrin iki kıyısında Kahire’ye doğru ilerlediler. Amalric, Fustat yakınlarında kamp kurarken Şirkuh Gize’de onun tam karşısına yerleşti. İkisi de karşısındakinin harekete geçmesini bekledi. Bu arada, başta düşman veya dost edinmeye tam olarak karar veremediği Frenklerin ani baskınının şokunu atlatan Şaver kendisini korumaları karşısında duyduğu minnetini azımsanmayacak ölçüde kanıtlamaya girişti. Amalric vezirin dostane eğilimlerini, ortaklıklarını daha resmî bir temele dayandırmak için bir fırsat olarak değerlendirdi. Onun dengesiz bir karaktere sahip olduğundan emin olan Amalric bizzat halife tarafından imzalanacak bir akit talep etti. Belirlenen şartlara göre düşmanın defedilmesine yapacağı yardım karşılığında Mısır krala hemen oracıkta iki yüz bin altın para63 verecek ve daha sonraki bir tarihte bir o kadar daha ödeme yapacaktı. Amalric anlaşmayı mühürleyerek halifenin temsilcilerine verdi ve halifenin de imzalamasını istedi.

      Hristiyan elçilerin halifenin huzuruna çıkarılması eşi görülmemiş bir olaydı, zira en soylu Müslümanların bile ancak çok azı buraya kabul ediliyordu fakat Amalric kendi kurallarını koyacak bir konumdaydı. İzin lütfedildi ve bu emsalsiz göreve Kaysâriyeli Hugh ile Geoffrey Fulcher seçildi. Vezir onlara Fâtımîlerin büyük sarayında yapılan Doğu’ya özgü seremoni ve takdimlerin her anında şahsen rehberlik etti. Esrarengiz koridorlardan ve ardında ellerinde çıplak kılıçlarıyla onları selamlayan iri kıyım Sudanlılarla karşılaştıkları, muhafızlarla korunan kapılardan geçtiler. Tavanı açık, etrafı mermer sütunlar üzerinde duran kemerlerle çevrili ferah bir avluya ulaştılar; tablalı tavanlar altın ve çeşitli renkli oyma ve kakmalarla bezeliydi ve yerler mozaikle döşenmişti. Kaba şövalyelerin yadırgayıcı gözleri, her adımların karşılarına serilen bu stil ve incelik karşısında hayretle açılmıştı. Burada mermerden şelaleler, Batı dünyasına yabancı olan çok çeşitli kuşlar ve fevkalade tüyler gördüler.

      Biraz daha ötede ilkinden daha da seçkin, “ressamın mahir ellerinin çizebileceği, ehil bir şairin yaratabileceği veya uykudaki bir insanın gece rüyalarında hayal edebileceği, doğu ve güney bölgelerinin gerçekten sunduğu fakat Batı’nın hiç göremediği hatta nadiren duyduğu bunun gibi bir sürü hayvanın” bulunduğu bir salona geçtiler. Nihayet birçok dönüş ve dolambaçtan sonra mükellef giysileri ile efendilerinin ihtişamını yansıtan bir sürü iç oğlanlarının bulunduğu taht odasına eriştiler. Vezir, Allah’ına aciz bir yakarış içerisindeymiş gibi kılıcını çözerek üç kere yere kapandı; sonra ani ve çevik bir el hareketiyle altın ve incilerle işlenmiş ağır perdeler iki yana açıldı ve altın bir tahtta oturan, kralınkinden daha da süslü kaftanıyla halife göründü.

      Vezir tevazuyla yabancı şövalyeleri tanıttı ve Kudüs kralının asil dostluğu olmazsa karşılaşacakları kaçınılmaz tehlikeyi mütevazı sözcüklerle ifade etti. Çocukluktan çıkmakta bulunan -koyu tenli, uzun vücutlu, güzel yüzlü- yağız bir delikanlı olan halife nazik bir ağırbaşlılıkla cevap verdi; sevgili müttefikiyle kurulacak birliktelikleri tamamen onaylamak istediğini belirtti. Fakat bağlılık yeminine imza atması istendiğinde tereddüt etti ve bunu müşahede edenlerin içini yabancıların bu cüretinin bir infial yaratacağı korkusu kapladı. Bir duraksamadan sonra halife eldivenli elini Sir Hugh’ye uzattı. Dobra şövalye direkt ona hitap ederek: “Efendim bağlılığın kılıfı olmaz; prenslerin samimiyetinde her şey çıplak ve açıktır.” dedi. Sonunda istemeyerek, itibarından feragat ediyormuşçasına, yüzünde zoraki bir gülümsemeyle eldiveni çıkarıp elini Hugh’un eline verdi halife ve ahde gerçekten ve iyi niyetle bağlı kalacağına yemin etti.64

      Anlaşma böylece imzalanmış oldu. Amalric Nil’in karşı yakasına sallardan oluşan bir köprü yaptı fakat karşı yakada düşmanın olması planları bozdu, o da yeni bir plan yaptı. Askerlerini geceden nehrin iki ana kola ayrıldığı yerdeki bir adaya, sonra da gemiyle diğer tarafa geçirdi. Şirkuh bu hareketi engellemek için çok geç kalmıştı; bu nedenle Yukarı Mısır’a doğru çekildi. Onu takip eden kral “İki Kapı”da (el-Baban), Minya’nın yaklaşık on altı km güneyinde düşmanıyla karşı karşıya geldi. Burası, verimli toprakların sonunda çölün başladığı ve sayısız kum tepelerinin savaşçılara korunak sağladığı bir açık alandı. Şirkuh’un komutanları başta savaş riskini göze almamasını önerdiler ama aralarından biri çıkıp mertçe “Ölüm veya esaretten korkanlar krallara hizmete uygun değildirler; bırakın onlar çiftçilik yapsın veya karılarıyla evlerinde kalsın!” dedi. Selahaddin ve diğerleri onu alkışladı ve her zaman çetin cevizlere alışık olan Şirkuh memnuniyetle savaşa girdi (18 Nisan 1167).

      Teçhizatı, saldırının esas yükünü karşılayacak olan Selahaddin’in birliğinin ortasına koydu. Selahaddin’in emirleri, saldırı anında

Скачать книгу


<p>62</p>

Surlu William, xix, 9.

<p>63</p>

Arap dinarı olarak; dinar günümüzün yarım altınından biraz daha ağır ve yaklaşık 24 ayardı.

<p>64</p>

Surlu William, Historia rerum in partibus transmarinis gestarum, ktb. xix, bşl, 19, 20. Arap tarihçiler elçilerden söz etmemektedir.