Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan. Stanley Lane-Poole

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole страница 14

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole

Скачать книгу

zarar ziyanı telafi edebilmek için elinden geleni ardına koymadı.

      Edessa bir Arap tarihçinin sözleriyle “fetihlerin fethiydi”: Latin Krallığı’nın en sağlam kirişi çökmüştü; Suruç ve bu muhteşem şehre bağlı diğer bölgeler anında teslim oldu, böylelikle Fırat Vadisi en sonunda kâfirlerin baskısından kurtarılmış oldu. “Hakkın geldiği ve batılın ortadan kaybolduğu”47 baştan başa tüm ülkeye ilan edildi çünkü İslam kazanmıştı. Kazanılan zafer tüm halkın dilindeydi, insanlar bu inanılmaz olayın mucizelerini konuşmaktan zevk alıyordu. Uzakta, kapandığı hücresinde çile çeken mübarek bir adam bir gün neşeyle şekil değiştirmiş bir yüz ifadesiyle halvethanesinden çıktı ve “Bir kardeşim bana Zengi’nin bugün Edessa’yı aldığını söyledi.” dedi. Bir zaman sonra kuşatmada savaşmış adamlardan bazıları çilehanesine gelme fırsatı buldu: “Hocam…” dediler, “seni kale duvarı üzerinde ‘Allahu Ekber’ diyerek savaş naraları atarken gördüğümüzde zafer kazanacağımızı anlamıştık.” Eren, Edessa’da olduğunu reddettiği hâlde hepsi onu surların üzerinde gördüklerine samimiyetle yemin ettiler. Bundan daha da ilginci Palermo’daki mütedeyyin Müslüman pirin, Sicilya Kralı Roger’ın birliklerinin Sarazenler karşısında yakın zamanda kazandığı başarıdan sonra böbürlenerek sorduğu “Peygamberiniz neredeydi? İnançlı kullarına yardıma gelmediğine göre?..” sorusu üzerine ettiği sözlerdi: “Edessa’nın fethedilmesine yardım ediyordu!” Saraydakiler kahkahaya boğulmuştu fakat kral onları sert biçimde susturdu; bu sözler onu garip bir şekilde etkilemişti. Kısa zaman sonra çok net bir açıklama alacaklardı.48

      Büyük atabey parlak zaferinin keyfini pek uzun süre yaşayamadı. Sonraki iki yıl yeni bölgeleri düzene sokmakla geçti çünkü Musul’a bir daha dönmedi. Suriye imparatorluğu tasarılarını sürdürmek adına 1146’da Fırat’ın çok yakınındaki Caber Kalesi’ni bilfiil kuşatması sırasında, bir gece şarabın da etkisiyle uyurken kölelerinden bazıları çadırına sızmış ve geri kalanları içiyordu ki çıkardıkları gürültüler Zengi’yi uyandırdı. Zengi bu adamları güzel bir haşladıktan sonra yeniden uykuya daldı. Öyle görünüyor ki adamlar sabah alacakları kesin olan cezadan korkmuşlardı ancak atabey o kadar zalim bir hükümdardı ki onları umutsuzluğa sürüklemek için, kuşatılan kalenin yöneticisi kan parası önermemiş olsaydı bile pek fazla bir şeye gerek yoktu. Cesaretlerini toplayıp onu kalbinden bıçakladılar. Son darbeyi hadım Yaran-kaş indirdi ve üçü de arkalarını dönüp kaleden kaçtılar. Alarm verildiğinde büyük emîr ölümün eşiğindeydi. Orada olan bir kişi efendisini hâlen nefes alırken nasıl bulduğunu anlatıyor:

      “Beni görünce ona son darbeyi indirmeye geldiğimi sandı ve aman dilercesine zavallı parmağını havaya kaldırdı. Duruverdim. ‘Efendim bunu kim yaptı?’ diye bağırdım ama cevap vermeye takati yoktu ve o anda son nefesini verdi.” (14 Eylül 1146)49

      “Emîrlerin Kralı”, “İmanın Kılavuzu” İmadeddin Zengi, atmış iki yaşında hevesini tatmin edemeden ve amacını yarım bırakarak acımasızca kullandığı kılıcın marifetiyle böylece öldü.

      Ekmeğini yemiş olan insanlarca namertçe katledilmiş, orada öylece kaskatı yatarken kimse ona saygı göstermedi; oğulları ve adamları veraset iddiasına girişmişlerdi, halefinin menfaatini güvence altına almaya uğraşıyorlardı. Ordu bu suç ve acı kayıp karşısında donakalmış, yeise kapılmıştı ve onlara liderlik etmiş, onlarla beraber bir krallığı fethetmiş olan adam, velinimetleri, soğuk çadırında yalnız bırakılmıştı. Naaşını alıp beş yüzyıl önce bir sürü inananın şehit düştüğü Sıffin meydanına çabucak gömme işi Rakka’dan gelen yabancılara kalmıştı. Sular biraz durulunca oğulları mezarı üzerine bir kubbe inşa ettirdiler ve hayranı olan tarihçiler ona kahraman ve “Şehit” dediler. Hatta onu, yüzünde sükûnetin verdiği parıltıyla rüyada görüp durumunu sormak, günün ermişlerinden birine düşmüştü:

      “Tanrı sana nasıl davrandı?”

      “Merhametle”

      “Neden?”

      “Edessa’dan ötürü.”

      Bu arada haçlılar “Kanlı”nın trajik ölümü üzerine değersiz Latince şiirleriyle kelime oyunu yaptılar:

      Quam bonus eventus! Fit sanguine sanguinolentus

      Vir homicida reus nomine Sanguineus 50

      Fakat çok erken sevinmişlerdi. Zengi ölmüştü, evet, ama hiçbir Hristiyan prensinin geri döndüremeyeceği bir iş başarmıştı ve gerisinde oğlu Nureddin’i, ondan sonra da Selahaddin’i, onun başladığı işi tamamlamayı bilen liderleri bırakmıştı. Büyük Atabey’in ölümünden kırk yıl sonra, Kutsal Topraklar Selahaddin’indi ve Kudüs yeniden ve günümüze dek Müslümanların koruması altına girmişti.

      2. KISIM

      MISIR 1138 – 1174

      5. BÖLÜM

      SELAHADDİN’İN GENÇLİĞİ 1138-1164

      Eyüb’ü 1138’de acı bir şekilde, kardeşiyle birlikte tam da Selahaddin’in doğduğu gece Tikrit’ten ayrılırken bırakmıştık. Musul’da Zengi’ye başvurmuşlardı ve gelişleri hoş karşılanmıştı. Büyük atabey Dicle’deki sandalı unutmamıştı, ayrıca iyi bir savaşçıyı geri çevirecek bir kişi değildi. İki kardeş birçok savaşta onun ordusuna hizmet etti ve Baalbek 1139 Ekim’inde düştüğü zaman Eyüb ele geçirilen bu şehrin idarecisi oldu. Baalbek veya “Güneş Şehri” Heliopolis yalnızca eski uygarlıkları ve onların tapınaklarıyla değil, bulunduğu yüksek konumuyla da ün kazanmıştı. Lübnan ve Anti-Lübnan dağları arasında, Litani Vadisi tepesinde, denizden yaklaşık üç bin metre yüksekte yer alıyordu ve denilene göre Suriye’nin en serin şehriydi. Bir efsaneye göre insanlar Soğuk’a “Seni nerede bulalım?” diye sormuşlar o da “Beni mekânım Baalbek.” demiş. Antonius Pius’un kısmen bugün de ayakta olan büyük tapınağı yaptırdığı dönemdeki muhteşem hâlinden oldukça uzak da olsa Baalbek, Eyüb’ün zamanında verimli tarlalar, bağlar ve bahçelerle çevrili ve batı tarafından güçlü bir sur ve hisar veya akropolle korunan önemli bir kentti. Henüz Moğolların vandalizmini hissetmemiş veya onu bugünkü harap durumuna getiren depremle sarsılmamıştı. “Öğütücülerinden üzüm taşıyor”, içinden tatlı sular akıyor, değirmenler ve su çarkları her tarafta mevcut olan berekete tanıklık ediyordu.51 Böyle zengin bir kentin idaresine gelmek Zengi’nin kendisine duyduğu güvenin bir deliliydi; hele ki bu kent hasım şehir Şam’ın karşısında, onun yalnızca altmış km uzağında konuşlanmış en güney noktadaki ileri karakol pozisyonunda ise.

      İdarecinin oğlu Selahaddin çocukluğunun birkaç yılını burada geçirdi; söylenilenlere bakılırsa bunlar mutlu geçen yıllar olmalı çünkü bu dönemle ilgili hiç kayıt yok. 1139 ila 1146 yılları arasında, Baalbek’te yaşadıkları döneme ilişkin Eyüb’ün ailesiyle ilgili hiçbir bilgi yok elimizde. Şüphesiz Selahaddin Müslüman bir erkek çocuğunun alması gereken eğitimi aldı ve kumandanın oğlu olarak muhtemelen en iyi eğitmenler tarafından eğitildi. Eyüb tam bir

Скачать книгу


<p>47</p>

Kur’an, xvii, 83

<p>48</p>

İbnü’l Esir, “Atabeyler”, 124,125

<p>49</p>

İbnü’l Esir, “Atabeyler”, 132.

<p>50</p>

Ne mutlu olay, Kanlı adıyla bilinen adam kanlı bir cinayetle kanlandı.

<p>51</p>

El İdrisi, 1154 yılında yazdığı yazı.