Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan. Stanley Lane-Poole
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole страница 12
Daha güçlü ve çevik bir Artuklu lideri daha vardı; bu, 1108’de Hasankeyf Kalesi’ne geçen ve Diyarbakır’ın en ünlü beyi olan kuzeni Davud’du. Oklarından birini Türkmenlerin arasında dolaştırdığında yirmi bin asker sevinçli bir çarpışma beklentisiyle kılıcını kuşanıp kısa zamanda sancağı altında toplanırdı. Böyle bir bey, ilk sırayı yeni gelene bırakacak değildi; kısa zamanda Zengi de daha geniş topraklara yayılmadan önce Davud’la hesaplaşması gerektiğini anladı. Diyarbakır sindirilmeli ve silahsızlandırılmalıydı, yoksa bir yan taarruz korkusu taşıyarak asla Suriye içlerine ilerleyemezdi.
Musul boyunduruğundan daha yeni kurtulmuş olan Cezire İbn Ömer kasabasına hareket etti ilk olarak; ordusunu Dicle’nin karşı kıyısına kimini yüzdürerek kimini sandalla geçirdi ve buranın güvenilmez sakinlerinin yardımıyla kasabaya tam zamanında girdi, zira ertesi gün insan boyunda bir taşkın meydana gelmiş ve nehir geçilemez olmuştu. Cezire’den bir zamanların şanlı başkenti, Trajan’ın fethettiği -bu sayede Parthicus (Parthialı) lakabını almıştı- Nusaybin’e doğru yürüdü. Burası artık bir Artuklu şehriydi, Zengi bir kurnazlık yaparak burayı ele geçirdi; düşmanın, Mezopotamya’da ve Suriye’de yaygın biçimde ulak olarak kullanılan taşıyıcı güvercinlerinden birini yakalayıp bileğindeki mektupta yazılanları değiştirerek Nusaybin’in derhâl teslim olmasını salık veren bir mesaj yolladı ve bu emir Sancar tarafından derhâl yerine getirildi.
Burada kendisini yeni bir tehlike bekliyordu. Fırat’ın yukarı kesimlerine hâkim olan Edessa, Suruç, Bira vb. Hristiyanların ileri karakollarını oluşturuyordu ve Courtenay’li Joscelin’in elinde bu garnizonlar birer “seçilmişler topluluğu” idi. Bunları önlem almadan arkada bırakmak düşünülemezdi. Zengi bu zorluğun üstesinden, böyle inanılmaz bir hasımla girilecek bir mücadelenin ertelendiğine muhtemelen memnun olan Joscelin’le ateşkes yaparak geldi; böylece atabeyin Suriye’ye ilerlemesinin önünde bir engel kalmamıştı. Halep’ten kendisini Frenklerin kestiği haraçtan kurtarmasını talep eden bir çağrı aldığı sırada o, yeni bölgelerde düzen tesis etmekle meşguldü. İşte bu, tam aradığı fırsattı; derhâl Fırat’ı aştı (1128), Menbiç’i geçti ve Halep’te minnetle karşılandı. Haçlılara karşı durabilmiş tek Suriye hükümdarı, Şam Atabeyi Tuğtekin yeni ölmüştü. Zengi (şimdi “Suriyeli”) tam zamanında “her şeyden önce” onun yerini almaya ve umutsuz Müslümanları kâfirlere karşı savunmaya gelmişti.40
Halep’in efendisi Zengi, Kuzey Suriye’de Hristiyanlara olabildiğince eziyet vermek üzere bir yıldan uzun süre kaldı. Sultanın Batı illeri hükümdarı beratıyla kuşanmış, uzun zamandır kendisi için bir tehlike teşkil eden, Halep’e bir günlük yol mesafesi uzaklığında yer alan çetin Atharip (Frenk’lerin Cerep’i) Kalesi’ni kuşattı. Seçkin savaşçılarla dolu garnizonu, pozisyonu ve savunucularının mizacıyla bu kale, Latinlerin en müthiş kalelerinden biriydi. Uzun bir süre Zengi’nin dehşetli saldırılarını püskürtmüşlerdi ancak o daha içerilere ilerledi ve asla yılmadı. Kuşatma altındakiler darboğazdaydı. Kudüs’te bulunan Kral Baldwin bir savaş konseyi düzenleyerek kaleyi teslim edip etmemek konusunda fikir aldı. Bazıları Sarazenlerin yakın zamanda hep yaptıkları üzere geri çekileceklerinden emin, bunun önemsiz bir mesele olduğunu iddia etti fakat vakanüvisin “tam bir şeytan” olarak betimlediği bir üye Zengi’nin bu hareketinde daha ciddi bir şey olduğunu iddia ederek “Bu kıvılcımların ardından bir alev yükselecek.” dedi. “Ve bu dumanın altında yanan bir ateş var. Bu, Taberiye’ye ayak izlerini bırakan genç aslan değil mi?”
Baldwin nihayet etrafı sarılmış olan şehirden çekilmeye karar vererek “atlıları, piyadeleri, sancakları ve haçları, prensleri, şövalyeleri ve kontlarıyla” Taberiye aslanını karşılamak için ilerledi. Zengi’nin danışmanları Halep’e doğru geri çekilmeyi önerdiler ama o hiçbirini dinlemedi: “Allah’a güvenelim ve sonucu ne olursa olsun onlarla yüzleşelim.” Çekilen orduyu beklemek yerine ileri atılarak karşılarına çıktı ve bunu dehşetli bir savaş izledi. Zengi, adamlarının başında, peygamberinin “Cehennemin tadını alacaksınız!” nidasıyla düşmanlarına saldırdıkça saldırdı. Haçlılar tamamen bozguna uğramıştı: “Tanrı’nın kılıçları düşmanlarının boğazlarını kın edindi.” Ancak birkaçı savaş meydanında olanları anlatmak için sürünerek kaçabildi. Kaçmaya yeltendiler fakat ne fayda! İş işten geçmiş, ok yaydan çıkmıştı bir kere, kimseye af yoktu; “şehit” bir kan denizine dalarak, bütün meydan ezilmiş cesetler ve kopmuş vücut parçalarıyla kaplanana kadar kafa kesti, kemikleri etlerden ayırdı. Yalnızca bu vücut yığınlarının altına saklananlarla gecenin karanlığından faydalanabilenler kurtuldu.
Son umudunu da kaybeden Atharip cebren alınarak hisarları yıkıldı, garnizonu ya esir edildi ya da kılıçtan geçirildi; kemik yığınları yıllarca açıkta kaldı. Böylece Cerep’te yaşanan terör sona erdi. Ne var ki kayıp tek taraflı değildi; Zengi yurduna dönmek ve adamlarını dinlendirmek arzusundaydı. Komşu kale Harim’le (Harenç) anlaşmaya vardıktan sonra 1130 yılında Müslümanlığın bu en meşhur lideri Musul’a geri döndü. Yaptıkları hakkında dedikodular yayıldı, adı yiğitlik ve vahşet anlamlarına gelen bir deyiş hâline geldi. Atharip meydanında Hristiyanlar adını “Kanlı” diye yazdılar, o da kanla imzaladı!
Zengi kutsal savaşa dört yıl ara verdi. Komşu beyler üzerindeki üstünlüğünü korumaya çalışırken Musul’da onu oyalayan çok şey vardı. Hükümdar sultanın 1131’de ölümü, Selçuklu halefleri için, Zengi’nin de payını aldığı yeni bir savaşı gündeme getirdi. İşte bu mücadele sonunda Zengi, Saki Karaya tarafından mağlup edilmiş, ordusuyla beraber Dicle’ye kadar takip edilmiş ve burada Tikrit’in idarecisi tarafından felakete uğramaktan kurtarılmıştı. Halife bu terslikten yararlanmak ve atabeylere geçmiş günlerin hesabını sormak istemişti, 1133 yılında Musul’u kuşattıysa da Zengi, kuşatmacıların etrafını bütün bütün sararak tam manasıyla haklarından geldi ve halife üç ay süren beyhude ataklarının ardından geri çekildi. Ufkun doğusunun bir kez daha sükûnete kavuşması üzerine atabey gözünü bir kez daha Suriye’ye dikti. Cihadı başarıyla yürütebilmek için Suriye’nin kalbi Şam’ı ele geçirmek hayati önem taşımaktaydı, hoş, burası şimdi Frenklerin bir ileri karakolu gibi bir şeydi ama Şam onun olmalıydı; arkasından Suriye ordularıyla “Ada”nınkileri birleştirip “Hristiyan köpeklerini” denize dökebilirdi.
Bu, ölümünden sonra neredeyse gerçekleşecekti ama yine de onun kaderine yazılmamış bir hayaldi. 1135’teki ilk denemesi başarıyla geri püskürtüldükten sonra Şam’ı bir grup sözde toprak sahibi adına yöneten becerikli devlet adamı Muineddin Unar (Latin vakanüvislere
40
Talihsiz bir olay sekteye uğrattı hareketini. Halep hükümdarlarının hazine ve giysilerini incelerken kanlı bir gömlek buldu; bu, babasının idam edilirken giydiği gömlekti ve yanındaki karısı bu emri veren Selçuklu Tutuş’un torunuydu. Kontrol edilemez bir tiksintiyle Zengi onu bir kenara itti ve kadının tüm yakarışlarına ve yargıcın itirazlarına rağmen bir anda onu boşadı.