Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan. Stanley Lane-Poole

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole

Скачать книгу

Şunu biliyoruz ki kendisi “mükemmel özellikler” taşıyan bir genç olarak arzıendam etmişti; Nureddin’den salahiyet yolunda nasıl yürünmesi gerektiğini, nasıl erdemli olunacağını ve kâfirlerle savaşırken ne kadar gayretli olacağını öğrendi. Gözde bir valinin oğlu olarak ayrıcalıklı bir konuma sahipti fakat gelecekte göstereceği azamete ilişkin hiçbir işaret vermiyordu; “soylu zihinlerin son zayıflığı”ndan sakınan o mütevazı erdemin parlak bir örneğiydi. Selahaddin’in yirmi beşinci yaşına kadar bize tüm anlatılanlar bunlardır.

      Suriyeli asiller -Selahaddin’in statüsü artık yüksekti- gençliklerini eğitimle, olgunluk dönemlerini savaş ve avla ve bilimi desteklemekle geçiriyordu. Aslan avına çıkmak en seçkin spordu fakat köpeklerle ve doğanlarla yapılan avcılık bitmez tükenmez bir enerji gerektiriyordu. Büyük bir özen ve bilimsel yollarla yetiştirildikleri Konstantinopoli’den düzenli olarak şahin ve seter cinsi köpeklerin getirtildiğini okuyoruz. Ne var ki genç Selahaddin’in başarılı bir avcı olduğunu destekleyecek tek bir kelime bile bulamıyoruz; bütün bildiğimiz onun inzivayı tercih ettiği ve cevval amcası yerine arif babası gibi hayatını ihtiyat ve sükûnetle geçirdiğidir. Biri çetin fakat onur ve şöhrete, diğeri huzur dolu bir sıradanlığa giden iki yol arasında tercih yapmaya gelince; Selahaddin göreceğimiz gibi ikincisini seçmeye çalışmıştır fakat bu, biçimsel bir noli episcopari durumdan ziyade münzevi bir ruhun hırslı bir kariyerin koşturmaca ve baskısını reddetmesi mahiyetindedir. O, yüceliğin ihsan edildiği insanlardan biriydi ve gücünü geliştirme fırsatlarını bu işlere açıkça atılmasından itibaren hiç kaçırmamış olmasına rağmen arkadaşlarının ihtiyacı olmasaydı böyle bir yolu seçer miydi, orası da şüphelidir. Sakin bir genç olarak hayatına sessizce devam ederdi ve Avrupalıların telaffuz etmekte zorlanacağı bir isimle basitçe Şamlı Salah-ed-din olarak kalırdı.

      Âlim veya şair olarak da sivrilmezdi. Edebî zevklerinin teolojik eğilimleri vardı; şiiri gerçekten sevdiği hâlde mantıkla daha çok ilgiliydi; kutsal geleneklerin köklerine inilip doğrulandığını, dinî kuralların formüle edildiğini, Kur’an’dan parçaların açıklandığını ve geleneksel öğretinin hakkının korunduğunu duymak ona değişik bir haz veriyordu. Babası Eyüb gibi o da her şeyden önce mütedeyyin bir Müslüman idi ve Şam’da din bilgisini geliştirmek için yeterli fırsatı vardı. O günlerde bilim her şeyden çok teolojik donanım kazanma anlamına geliyordu; Doğu’dan, Batı’dan, Semerkand’dan, Kordoba’dan âlimler buradaki cami ve medreselerde eğitim vermek ve eğitim görmek için Şam’a akın ediyordu. Bu insanlar başka toprakların, başka kültürlerin ve sanatların bilgisini beraberlerinde getirmiş olmalılar. Belki Selahaddin de İbn Ebu Asrın burada ders verirken Büyük Emevi Camii’nin batı köşesine oturup onu dinlemişti. “Yetenekleriyle ve hukuk bilgisiyle çağının lideri” unvanını alan ve Nureddin’in kendisiyle birlikte Şam’a getirdiği ve hatta o ders verir de muhteşem hünerleri herkesçe edinilir diye Suriye’nin önemli şehirlerinin çoğunda medreseler inşa ettirdiği bu adamdan daha iyi bir eğitmene sahip olamazdı. Mezopotamya’da kadı olan bu âlim Selahaddin’in eski bağlara ne kadar sadık olduğundan takdirle bahsediyor; yaşlı adam görme yetisini kaybettiğinde sultanların en büyüğü olan Şamlı gencin onun bu haysiyetli memuriyetinden yoksun kalmasına izin vermediğini anlatıyordu.

      Selahaddin’in gençliğinde ve erken olgunluk döneminde sürdüğü münzevi hayata ilişkin bir olumsuz delil de 1154-1164 yılları arasındaki on yılın neredeyse tamamını Şam’da sarayla yakın ilişkiler içinde geçirmiş olan Üsame’nin ondan hiç söz etmiyor olmasıdır. Nihayet 1174’te karşılaştıklarında aralarında gayet resmî bir tanışma gerçekleşmiş gibi görünüyor.57

      EMEVİ CAMİİ, ŞAM

      Selahaddin sürekli sarayda kalmış olsaydı Üsame onu tanırdı ama aynı zamanda unutulmamalıdır ki Arap şeyhi o sırada altmış ila yetmiş yaşları arasındaydı ve böyle sade bir delikanlıya dikkat etmemiş olması muhtemeldir. Dahası, yaşlı şairin bohem doğasıyla vakur genç adam arasında pek ortak bir yan yoktu muhtemelen. Selahaddin yüksek ihtimalle Üsame’ye hüzünlü bir uyarı gözüyle baktı ve bu asi, yaşlı Arap da belki buna karşılık yöneticinin ketum oğlunun sadece bir ukala olduğunu düşünmüştü.

      Daha sonra zamanının en tanınmış lideri olacak olan Selahaddin’in yirmi beş yaşına kadar tamamen muğlak bir karaktere sahip olduğu gerçeği, sonradan onu sosyal hayata sokacak olan amcası Şirkuh’un Nureddin’in sağkolu ve yetkin, hırslı generali58 olduğu düşünüldüğünde oldukça merak uyandırıcıdır. 1159 yılında Halep’te bir hastalık sebebiyle yatağa düşmüş Nureddin’in ölüm döşeğinde aylarca can çekiştiği bir sırada, Suriye’de o dönemin tartışmasız ilk sıradaki asilzadesi Şirkuh tahta el koymanın eşiğine gelmiş ve bundan ancak Eyüb’ün ölçülü danışmanları tarafından vazgeçirilebilmişti; efendisinin gerçekten ölüp ölmeyeceğini bekleyip görmek akıllıca olabilirdi.

      1160 yılında Şam’dan Mekke’ye giden hac kervanında Şirkuh liderliği üstlenerek bu işi oldukça abartmıştı. Ne var ki bu etkileyici insanlar arasında Selahaddin’in adını duymadığımız gibi güçlü bir dinî itikadı olmasına rağmen Müslümanlar arasında İslami fazileti taçlandırmak anlamına gelen bu ziyareti herhangi bir zamanda gerçekleştirmiş olduğuna ilişkin de bilgimiz yok. Şirkuh tabii ki Nureddin’in 1162’de Harim’i (Harenç) Frenklerden geri almak ve takiben elli Suriye kalesini ele geçirmek adına yapılan savaşlarında önemli roller üstlendi. Bu savaşlarla Zengi’nin ihtiyatlı oğlunun krallığı kuzeyde Anadolu Selçukluları’nın sınırındaki Maraş’a, güneyde Hermon Dağı eteklerinde yer alan Banyas’a ve Havran’a (Busra) kadar genişledi.

      Bütün bunlarda Selahaddin’in hiç katkısı yoktu; herhangi bir savaş benzeri mücadelede en ufak bir görev üstlenmiş olsaydı emin olabiliriz ki ona hayranlık duyan biyografi yazarları bunu kaydederdi. “Müslümanların müstakbel sultanı” gönüllü inzivasından ancak ve ancak Şirkuh’un Mısır’a düzenlediği seferlere katılmak için çıkmış ve Zengi’nin üstlendiği “İslamiyetin kahramanı” rolünün gerçek ardılı olarak amcasının sarayına mertçe adım atmıştı.

      6. BÖLÜM

      MISIR’IN FETHİ 1164 – 1169

      Mısır, iki yüzyıl boyunca Peygamber Muhammed’in kızı Fatıma’nın soyundan gelmekle övünen harici halifelerin hanedanının yönetimine katlandı. Fâtımîler olarak bilinen bu hanedan, Şiilere mahsus mistik felsefeyle Ali ve Fatıma’nın soyundan gelecek imamlarda kozmik bilincin vücut bulacağını iddia etti ve aynı seçilmiş soydan gelecek olan son imam Mehdi’nin zuhur edeceği inancını besledi. Kahire’nin güney surlarının dışında, çölün ortasındaki mezarı hâlen büyük saygı gören Eş-Şafi’nin öğretilerinin yolundan giden çok büyük kısmının katı gelenekçi tavrına karşın Fâtımî halifeler, kendi otoritelerini, itaate ve inanç konusunda esnekliğe alışmış bu insanlara fazla zorluk çekmeden dayatarak birkaç nesil boyunca Müslüman devletlerin arasında ön plana çıkan bir hükümdarlık sürdüler.

      Donanmaları, Kordoba halifesininkiyle beraber Sicilya’yı başarıyla işgal etti, Sardunya’ya ve Korsika’ya akınlar düzenledi; gemileri sıklıkla Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’na açıldı ve hatta Cebelitarık Boğazı’ndan Batı Afrika kıyılarına kadar ilerledi. Afrika’nın kalbine nüfuz edip Çad Gölü’ne

Скачать книгу


<p>57</p>

Derenbourgh, “Ousama”, 368

<p>58</p>

İbnü’l Esir, “Atabeyler”, 305