Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan. Stanley Lane-Poole
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole страница 11
“Frenkleri kendi topraklarının ortasında harap etti, müminlerin çektiği acıların intikamını aldı. İslam’ın solan hilallerini yeniden parlatarak, sönmek üzere olan iman güneşinin ateşini alevlendirdi. Müslümanlar, üzerlerinde zaferin ihtişamıyla gururla yürüyüp her dem akan başarı çeşmesinden içtiler. Teslisçileri kalelerinden, surlarından ederek yalanları ve nefretleriyle yalnız bıraktılar. Böylece bir olana inançla Ada’ya ve Suriye topraklarına geri döndü ve İslam ülküsünü savunanlar da buraya akın etti.”
Ne var ki Zengi, haçlılarla kılıç çarpıştırmadan önce yeni ve önemli iktidarında yerini sağlamlaştırmalıydı.
Şimdiye dek, unvanı olan başarılı bir önderdi ama bir hükümdar değildi. Oysa Musul’da, Dicle’den üç yüz altmış kilometre uzakta, fiilen bağımsızdı ve idaresine müdahaleye kesinlikle izin vermiyordu. Sistemi, büyük imparator Melik Şah’ın yönetimine uygundu ve Selçuklu İmparatorluğu’nun yıkıntılarından doğan devletlerin idarelerine örnek teşkil ediyordu. Şahsi idareye dayalı bu sistem, raporları bir ordu dolusu casus tarafından kontrol edilen dikkatli bir müfettiş ağı tarafından işletilmekteydi. Zengi tüm komşu prensliklerin başkentlerine ve hatta imparatorluk sarayına bile casuslar yollamıştı; sultanın sabahtan akşama kadar neler yaptığını bir bir öğreniyordu. Her gün çeşitli bölgelerden ulaklar getirtir ve böylece olan bitenden en önce kendisi haberdar olurdu. Ziyaretçileri en güzel biçimde ağırlanırdı ama tabii sıkı takip hep söz konusuydu. Arazisinden hiçbir elçi gerekli bilgilendirme yapılmaksızın ve izin almaksızın geçemediği gibi, yanına güvenilir bir refakatçi verilirdi ki bu elçi insanlara uygunsuz sorular sorup burayla ilgili casusluk yapmasın. Savunmadaki zayıf noktaları açık etmeleri korkusuyla tebaasının, topraklarını izni olmadan terk etmesi yasaktı; eğer kaçanlar olursa onları teslim olmaya zorlardı. Bir grup köylü Musul’dan Mardin’e göç edince o şehrin Artuklu prensine çağrı gönderip köylüleri geri göndermesini istemişti. Timurtaş “Biz fellahlarımıza iyi bakıyoruz.” diye itiraz etti. “Onların ürettiklerinden aşar alıyoruz; sen de böyle yapmış olsaydın bu köylüler seni bırakmazlardı.”
“Efendine söyle…” dedi Zengi elçisine. “Sen ürünün yüzde birini bile alsan çoktur çünkü görüyorum ki sen o kayalık Mardin’de lüks ve miskinlik içinde yaşıyorsun; oysa ben insanlarımdan üçte iki oranında vergi alsam da hizmetlerimin karşılığında az gelir. Çünkü ben yalnızca kişisel düşmanlarımla savaşmıyorum, bir de kutsal savaşı sürdürüyorum ve ben olmasam sen, Frenklerin hâkimiyetine girmiş olacağın için güvenle bir tas su bile içemezsin Mardin’inde. Bu yüzden o köylüler geri gönderilmediği sürece Mardin’deki her taşralıyı oradan toplar, Musul’a boşaltırım.”
Göçmenler apar topar geri gönderildi. Bir seferinde de Zengi, sultanın kaçak bir asilzadeyi teslim etmesini sağlamıştı; bu talihsiz adam zindana atılmış ve ondan bir daha haber alınamamıştı.
Zengi açıkçası hiç müşfik bir hükümdar değildi. Görevi başında uyuklayan bir kayıkçının nasıl ödünü patlattığına dair bir öykü anlatılır: Kayıkçı, tetikte olup onu beklemesi gerektiği bir anda uykuya dalmış ve uyandırıldığında karşısında korkunç efendisinin dikildiğini görünce dehşete kapılmış ve o anda düşüp ölmüş. Köleleri zalimliği nedeniyle çok şikâyet ederdi, hizmetçileri ondan o kadar çok korkardı ki verdiği bir emri anlamadıklarında tekrar etmesini isteyemezlerdi. Uşaklarından birine tutması için bir peksimet verdiğinde uşağın bunu bırakmaya cesaret edemediği söylenir. Neredeyse bir sene sonra Zengi bunu geri istediğinde uşak anında çıkartıp dikkatlice bir peçeteye sarmış ve uşağın itaatkârlığı cömert bir memuriyetle ödüllendirilmiş.
Zengi açıkgöz bir insan sarrafıydı ve ne zaman yetenekli bir hizmetçi veya memur bulsa ona daimî bir güven duyar ve destek verirdi. Dahası kendisi sert olduğu hâlde, tebaasına başka kimsenin zorbalık etmesine izin vermezdi; “Ülkeye bir seferde yalnızca bir tiran hükmedebilir.” derdi. Yine bir sefere çıkıldığında en sevdiği önderlerden birinin Yahudi bir aileyi kışın soğuğunda dışarı attığını öğrenince ona dönüp bir bakış atmış ve bu aciz emîr şehirden ayrılıp yağmur çamur ortasında çadırını kurup oturmuştu. Baskı yapmaya ve aşırı özgür davranışlara memurlar arasında asla izin verilmediği gibi o dönem içinde hiç kimse kadınlara karşı yapılan saldırıları bu kadar şiddetle cezalandırmamıştı. Askerlerinin karılarını kendi özel koruması altında tutar ve başka erkeklerin, kocalarının savaşta olduğu dönemlerde bu kadınları aşağılamaları cezasız kalmazdı. Seleflerinin mülk edinmesine izin vermezdi. “Ülkeyi biz elimizde tuttuğumuz sürece askerî iktanız yarar sağlarken malınızın ne faydası olur? Ülke elimizden giderse sizin mallarınız da birlikte gider. Bir sultanın selefi toprak sahibi olursa halka baskı yapar, onları rahatsız eder ve yağmalar.” Ordularının, insanların ürünlerini çiğneyip geçmelerine asla müsaade etmedi -vakanüvisin anlattığına göre iki çizgi arasındaymış gibi yürürlermiş- ve hiçbir askerin bir köylüden parasını ödemeden bir demet saman bile alması mümkün değildi. Şiddet eylemlerinin cezası çarmıha gerilmekti. Vergilendirme konusunda fakirlere çok müsamahakâr davranırken zengin şehirler sefer masraflarını karşılamanın sıkıntısını ağır bir şekilde çekerdi.
Her şeye rağmen bunun karşılığını iyi alıyorlardı. Bu keskin ve iradeli yönetimin sayesinde hükmedilen topraklarda güven ve refah hüküm sürüyor, özellikle de başkent canlılık kazanıyordu. Tarihçi İbnü’l Esir’in babası şöyle naklediyor:
“Şehit38 efendimiz başa geçtiğinde ‘Ada’nın anası Musul’un ne hâlde olduğunu gördüm. Şehrin büyük kısmı yıkıntı hâlindeydi ve çorak arazi seyyar tüccarların mahallesinden hisara ve saraya kadar uzanıyordu… Eski cami metruk kalmış, sur dibindeki evlerin bir taş atımı mesafe yakınına kadar kimse kalmamıştı… Gel gör ki şehidin idaresi başlayalı beri ülke, güvenliğin ne olduğunu anladı, kötü niyetler boşa çıktı ve güçlüler zorbalık yapmaktan alıkondu. Gelişim haberleri dışarılara ulaştı, halk onun arazisine sökün edip buraya yerleşti. Gerçekten ‘cömertlik bağlılık doğurur’. Musul’da ve diğer şehirlerde binalar arttı, hem o kadar ki mezarlıklar bile yeni yerleşim yerlerinin altında kaldı.”
MUSULLU MUHAMMED İBN KUTLUK TARAFINDAN YAPILAN ASTROLOJİ CETVELİ, HİCRİ 639
(British Museum’da)
Zengi, meydanın karşısına büyük hükûmet binasını inşa ettirdi, surların yüksekliğini iki katına çıkarttırdı, kale hendeğini derinleştirdi ve kendi adının verildiği El-İmadi kapısını yaptırdı.
Kendinden önce Musul’da meyve namına pek bir şey bulunmazmış; öyle ki bir pazarcı üzüm satarken ağırlık yapmasın diye üzümün küçük saplarını bile kesermiş. Ne zaman ki Zengi buranın refahını sağladı, çevresinde verimli bahçeler peyda oldu, bu bahçelerde nar, armut, elma ve üzüm yetiştirildi hatta o kadar bolluk yaşandı ki yeni hasat yapılma vakti geldiğinde son yılın mahsulü daha bitmemişti.39
YAĞMA SEFERİNDEN DÖNEN BİR KISIM HAÇLI
(Surlu William’ın on üçüncü yüzyıla
38
Zengi din adına yapılan bir savaşta ölmedi fakat şehit terimi, Zengi gibi, suikasta kurban giden veya başka nedenlerle ölen Müslümanlar için de kullanılmaktadır.
39
İbnü’l Esir, “Atabeyler”,137,142.