Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan. Stanley Lane-Poole

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole

Скачать книгу

anlattı: “Irkım ve ailemin üslubuyla şövalye diyebilirim, zira bir şövalyede hayranlık duyduğumuz şey onun lagar ve boylu olmasıdır.” Üsame’nin tanışıklık kurduğu kişiler Şizar’da veya Frenk topraklarına yaptığı kısa yolculuklarda tesadüfen karşılaştığı birkaç yüksek şahsiyetle sınırlı değildi. Uzun yıllar Şam’da yaşamış; Nureddin’in sarayında onun adına Mısır’la diplomatik görüşmeler yürütmüş; Kahire’de bir süreliğine Fâtımî halifesinin misafiri olmuştu. Ayrıca Kom Aşfin yakınlarında iki yüz büyük baş hayvan ve bin tane koyun yetiştirdiği, zengin hububat ve meyve hasatları kaldırdığı bir iktada çiftçilik yapmış ve son zamanlarında şiirini ve doğaçlama anlatımlarını zevkle dinleyen Selahaddin’le yakın ilişki kurmuştu.

      NORMANDİYALI ROBERT BİR SARAZENİ ATTAN DÜŞÜRÜYOR

      (St. Denys’te bir vitraydan alıntı, 12. yy)

      Üsame, yerleşik hayata geçmiş haçlılar ve onların oryantal yaşama alışıp Müslüman komşularıyla arkadaşlık ilişkileri kuran aileleri ile Filistin’de bu iki inanç arasında oluşan hoşgörüyü yıpratan patavatsız bir coşku ve yağma hırsıyla dolu yeni gelen bir grup bağnaz hacı ve düşkün maceracıyı birbirinden keskin bir çizgiyle ayırıyor. “Aramıza gelip yerleşen ve Müslüman toplumunu geliştiren Frenkler onlara yeni katılanlardan çok daha üstündür.” diyor. “Yeni gelenler Müslümanlara aşina olan diğer yerleşimcilerden değişmez biçimde daha insaniyetsizler.” Yerleşik hayata geçmiş haçlılar ve komşu Müslümanlar arasında kişisel dostluk oldukça sık görülmekteydi ve bir Müslüman’ın bir Hristiyan şövalyesinin konukseverliğinden keyif alması da garipsenecek bir durum değildi. Bizzat Üsame’nin de mason tarikatları içinden, diğer tüm Frenklere tercih ettiği ve “arkadaşlar” dediği, tanışıklık kurduğu kişiler vardı. Kudüs’ü ziyaretinde ona kendi küçük tapınaklarından Hristiyan mabedi hâline gelmiş Mescid-i Aksa’ya yakın olan birini Müslümanca dualarını etmesi için açtılar; tapınağa onunla birlikte yürüdüler; onu Kubbet’üs Sahra’ya ve Kubbetü’l Miraç’a götürdüler. Üsame, St. John şövalyelerinin misafirperverliğine de övgüsünü esirgemiyor. O, tanıklık ettiği törensel kapışmalar ve su işkenceleri Hristiyan adaletine olan saygısını artırmadığı gibi “kâfir”lerle nadiren anlaşma yapan haçlıların yeminli bağlılıklarını sıklıkla ihlal etmeleri karşısında öfkesini gizleyememiştir. Bir taraftan mertliklerine büyük bir hayranlık duyarken, savunma taktikleri, önlemleri, düzenli hareketleri, tuzak ve sürprizlere karşı dikkatli tutumları ve zafer sonrasında kendilerini pervasızlığın hazlarına kaptırmaktan alıkoymaları üzerinde özellikle durmuştur. Diğer taraftan ağırbaşlı bir Doğulu olarak, Frenklerin her düzeyden gereksiz neşe gösterilerini, sevinçli kahkahalarını ve çılgınca eğlence peşinde koşmalarını onaylayamıyordu. Doğulu bir beyefendi olarak sağduyu ve mevki sahibi adamların çocukça maskaralıklarına ve kocaman sırıtışlarına asla anlam veremiyordu. Hatta hassas bir duygu olan tutkunun ufacık da olsa alenen sergilenmesini daha da az kaldırabiliyor, gerçek bir Müslüman gibi bunu hareminin perdeleri arkasına gizliyordu. Haçlı erkeklerinin karılarına sağladıkları şaşırtıcı özgürlüğe kesinlikle tahammül edemiyordu.

      “Ne onurun ne demek olduğunu biliyorlar…” diye yazmıştı, “ne de kıskançlığın… Dışarıda karılarıyla yürürken başka bir erkekle karşılaşırlarsa bu adamın karısının elini tutup onu yanına alarak konuşmasına izin veriyorlar, bu arada kocası da konuşmaları bitene kadar uzakta bekliyor! Kadın konuşmayı fazlaca uzatırsa, kocası oradan ayrılıyor ve kadını arkadaşıyla yalnız bırakıyor!”

      Müslümanlar ve Hristiyanlar arasındaki bu ortak hoşgörü ve iyi niyetin oluşturduğu barışçıl tablo pek uzun sürecek gibi değildi. Fanatizmin bir tek kıvılcımı bu ekini tutuşturacaktı. Kıvılcım her iki taraftan da geldi.

      İlk Haçlıların daha hoşgörülü ve uyumlu, hem de dikkatsiz ve hovarda olmalarına oranla, sonradan gelenler güç gösterisi yapmak için daha çok neden buldular. Siyasi bir macera ve askerî bir ilhakın arkasından göstermelik bir hac dönemi ve ona eşlik eden öylece üstü örtülmeye çalışılmış haydutluk… İlk gelen haçlılar Filistin’i dinî bütün ziyaretçiler için güvenli bir bölge hâline getirir getirmez tapınaklar, kısıtlı görgüleri önceki Hristiyan yerleşimcilerin kabul ettiği dünyevi hoşgörüyü anlamaya yetmeyen hacılar tarafından kuşatıldı. Mutaassıpların fanatizmi de buna eklenince ortaya Hristiyan hacılardan oluşan maceracıların, sofuluk kisvesi altında talan arzusunu saklayan kimselerin neden olduğu kanunsuzluk baş gösterdi. Bu iki sınıf, Müslüman kesimi çileden çıkarıp haçlı liderlerini sebepsiz yağmalar yapmaya kışkırttı. Bir Müslüman tarihçi on ikinci yüzyılın ilk çeyreğinde seyreden bu durumu şöyle anlatıyor:

      “Frenkler ülkeyi günden güne yağmaladılar; Müslümanlara anlatılmaz zararlar vererek yıkım ve keder getirdiler… Baskınları Diyarbakır’a kadar uzandı; ne Ortodoks dediler ne dinsiz; Mezopotamya’da insanların ellerindeki gümüşlerini, değerli neleri varsa aldılar. Harran ve Rakka’da insanları hakaret ve hicapla baskı altına aldılar, onlara her gün ölüm kadehinden içirdiler… Rahba’dan ve çölden geçen yol hariç Şam’a giden tüm yollar kesildi; tüccarlar ve gezginler tehlikeli ve yorucu uzun çöl yolculuklarının çilesini çekmeye, hayati tehlikelerle burun buruna göçebe bedevilerin arazilerinden geçmeye zorlandılar. Frenkler komşu kasabalarına da şantaj yaptılar ve hatta Hristiyan kölelerin serbest bırakılması için Şam’a casuslar gönderecek kadar ileri gittiler. Halep’te yaşayanlardan gelirlerinin yarısını hatta Bahçekapı’daki değirmenin hasılatını zorla haraç olarak istediler.”34

      Diğer taraftan Sarazenler, en azından Müslüman Türkler, her ne kadar o an için dağılmış ve düşmana karşı kesin bir karşı duruş sergileyememiş de olsalar, doğaları gereği asker yetiştirici ve soylarına has bir nitelik olarak fanatikleri telkin edici özellikleriyle ön plana çıkıyorlardı. Selçuklular’ın askerî sistemi savaşçı bir ulus yetiştirmişti ve İslam’ı yakın zamanda kabul etmiş olmaları, bilgi eksiklikleri ve bunun sonucu olarak fanatik “molla”ların etkilerini reddediyor olmaları dönüşme gayretleri içerisine girmelerini sağladı. Merkezi otoritenin çöküşü üzerine egemenlik hakkı iddia eden, her biri İslam’ın hararetli savunucusu olan tüm küçük hükümdarlıklar şimdi birer savaşçı üretim çiftliğine dönmüştü. Ganimet ve cennet bir araya geldiğinde Hristiyan rakipleri kadar onları da din adına bir savaş yapmaya istekli kılmıştı fakat hangi neden ağır basarsa bassın, bu dağınık kuvvetleri iman adına ölmeye hazır inanılmaz bir orduya dönüştürmek için gereken şeyin bu birleşim ve bir lider olduğu kesindi. Cihat -kutsal savaş- ilan etmek ve onlara cesaretine ve askerî dehasına herkesin şapka çıkaracağı bir kumandan göstermek kaçınılmaz bir gereklilikti, Türkmen başları ve vasallar haçlıların derhâl dikkate alması gereken “Kilise Savaşçıları”na dönüşecekti. Bu lider bulunmuştu: İmadeddin Zengi.

      SELÇUKLULARI İZLEYEN HAÇLILAR

      (St. Denys’te bir vitraydan alıntı, 12. yy)

      3. BÖLÜM

      MÜJDECİ 1127

      Vaktiyle Melik Şah’ın hizmetlerinden ötürü değerli görevlerle ödüllendirilen kölelerinden olan sayısız Selçuklu memuru arasında

Скачать книгу


<p>34</p>

İbnü’l Esir, “Atabeyler”, 59 ff. Doğu’ya özgü bir ön yargıya ve abartıya izin veriyor olabiliriz ancak unutulmamalıdır ki yukarıda anlatılan olayın yazarı, betimlediği olaylardan çok kısa bir süre sonra yaşamış ve babası bu sahnelerin birçoğuna bizzat şahit olmuştur.