Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой страница 39
Aradan iki dakika geçmemişti ki sırtında üç nişanlı ceketiyle Prens Vasili girdi salona, azametli bir tavırla. Başını dimdik tutuyordu. Sabahtan bu yana zayıflamıştı sanki, gözleri her zamankinden daha büyük gibiydi… Piyer’i fark edince yaklaştı hemen, delikanlının elini tuttu ve âdeta sağlamlığını denemek istercesine aşağıya doğru çekti (Oysa o güne dek bir defa olsun böyle bir yakınlık göstermemişti genç adama.). Aceleyle konuştu:
“Courage, courage, mon ami. Il a demandé à vous voir. C’est bien…”218
Aslında konuşmayı burada kesmek ve geçip gitmek istemişti Prens Vasili. Ama Piyer, “Sağlık durumu nasıl?” diye sormak mecburiyetini hissetti.
Hiç beklenmedik bir şekilde, kekeleyerek konuşmuştu. Ölüm döşeğinde kıvranan Kont’tan nasıl söz edeceğini, onu nasıl sıfatlandıracağını kestiremiyordu bir türlü. “Kont” demek konusunda kararsızlığını yenemiyor, “babam” demekten de nedense utanıyordu.
Açıklamada bulunmak zorunda hissetti Prens Vasili kendisini:
“Il a eu encore un coup il y a une demi heure. Courage, mon ami…”219
Piyer’in kafası o kadar karmakarışık bir hâldeydi ki “darbe” anlamına gelen “coup” sözünü işitince bunu, Kont Bezuhof’un gerçekten bir vuruşa maruz kaldığı şeklinde yorumladı; Prens Vasili’ye bakakaldı şaşkınlık içinde ve “darbe” sözünün kalp hastalığıyla ilgili olduğunu neden sonra akıl edebildi.
Prens Vasili, Lorrain’e ayaküstü birkaç kelime söyledikten sonra parmaklarının ucuna basarak Kont’un yattığı odaya girdi. Parmaklarının ucuna basarak yürümeyi beceremediği için bütün bedenini sarsarak âdeta zıplar gibi ilerliyordu.
Onu Büyük Prenses; Büyük Prenses’i de din adamları, duacılar, uşaklar, hizmetçiler izledi. Bir kıpırtı işitildi kapının arkasından. Sonra da Anna Mihailovna, hep solgun yüzünde kesin kararlı bir ifadeyle kapıda belirdi; koşarak gelip Piyer’in kolunu dürttü hafifçe ve fısıldayarak konuştu:
“La bonté divine est inépuisable. C’est la cérémonie de l’extrême onction qui va commencer. Venez.”220
Zemini kaplayan kalın halının üzerinden geçerek odaya girdi Piyer. Yaverin de o tanımadığı hanımın da bazı uşakların da onun arkasından ilerleyerek sanki artık bu odaya girmek için hiç kimseden izin almak gerekli değilmişçesine geldiklerini fark etti.
XX
Sütunlarla ikiye ayrılmış ve her tarafı İran halılarıyla döşenmiş olan bu büyük odayı gayet iyi biliyordu Piyer. Odanın sütunlarının arkasına düşen yanında, ipek perdelerle kapalı bir köşede, yüksek bir karyola vardı. Odanın öbür yandaki, ikonalarla süslü büyük bir girinti şeklindeki kısmı ise tıpkı akşam ayini sırasında kiliseler gibi kırmızı ışıklarla aydınlatılmıştı. İkonaların ışıl ışıl parıldayan çerçeveleri altında uzun bir Voltaire koltuk duruyor; koltukta da altına biraz önce kılıfları değiştirildiği belli, kar gibi beyaz ve hiç kırışmamış yastıklar yerleştirilmiş, üstü yarı beline kadar yeşil bir yorganla örtülmüş olan Kont Bezuhof yatıyordu. Evet; Piyer’e hiç de yabancı gelmeyen bu silüet, o azametli babasıydı. Saçları, geniş alnının üzerinde bir aslan yelesini andırıyordu yine; kızıla çalan kumral tenli yüzünde de yine o kendisine özgü ve soyluluğunu dışa vuran derin anlamlı çizgiler görülüyordu. İkonaların tam altındaydı ve kalın parmaklı kocaman ellerini yorganın üzerine koymuştu. Avucu aşağıya doğru olan sağ eline, başparmakla işaret parmağı arasına bir mum sıkıştırılmıştı. İhtiyar bir uşak; koltuğun arkasından eğilmiş, mumu tutuyordu düşmesin diye… Koltuğun başucunda, gösterişli giysileri içinde, uzun saçlarını omuzlarının üzerine bırakmış din adamları duruyor; ellerinde mumlar, tumturaklı bir sesle, büyük bir kutsal tören yaptıklarını vurgulayan bir ciddilik içerisinde, dualar okuyorlardı. Prensesler; ellerinde belirli aralıklarla gözlerini kuruladıkları mendillerle, hemen onların arkasında yer almışlardı. En önlerinde Katiş vardı. Belirgin şekilde öfkeli bir tavırla, bundan böyle olup biteceklerden ancak arkasına bakmadığı takdirde sorumlu tutulmayacakmış gibi gözlerini bir an bile ikonalardan ayırmaksızın dimdik duruyordu. Anna Mihailovna, yanında kim olduğu bilinmeyen bir hanımla birlikte, yüzünde Kont’un bütün kusurlarını bağışladığını belirten kederli ama aynı zamanda candan sevgiyle dolu bir hâldeydi. Prens Vasili, kapının öbür yanında, koltuğun daha yakınında, arkalığını kendisine döndürmüş olduğu oymalı ve yer yer kadife kaplı bir sandalyeye, mumu tutan sol elini yaslamıştı; sağ eliyle de haç çıkarmakta ve parmaklarını alnına her götürüşünde gözlerini gökyüzüne kaldırmaktaydı. “Bu duyguları anlamıyorsanız yazıklar olsun size!” der gibi bir ifade vardı yüzünde.
Prens’in arkasında yaver, hekimler ve erkek uşaklarla hizmetçiler yer almıştı. Kilisede olduğu gibi burada da erkeklerle kadınlar ayrılmış durumdaydılar. Hepsi susuyor, haç çıkarıyordu. Ağır ve uzun bir ezgi hâlinde dualar yükseliyor; ara sıra susulduğunda da ayak tıkırtıları ve iç çekişler kaplıyordu salonu…
Anna Mihailovna, ne yaptığını bilen insanların kendinden emin tavrıyla, salonun öbür yanına giderek Piyer’e yaklaştı ve delikanlıya da bir mum verdi. Mumu yaktı Piyer ve hemen çevresinde olup bitenleri seyre daldı. Ardından da mumu tutan eliyle haç çıkarmaya başladı farkında olmaksızın…
O anda Piyer’e bakmakta olan güleç yüzlü, al yanaklı, benli Küçük Prenses Sofya; kendisini tutamayıp kıkırdadı birden ve hemen mendiliyle yüzünü gizleyip uzunca bir süre öyle kaldı ama biraz sonra Piyer’e yeniden bakınca tekrar gülmeye başladı. Belliydi ki delikanlıya gülmeden bakamıyor, bakmadan da edemiyordu. Günaha girmekten korktu sonunda; ağır ağır ilerleyip Piyer’i göremeyeceği bir sütunu siper aldı kendisine. Tam o sırada da din adamları töreni birdenbire yarıda kesip kendi aralarında fısıldaşmaya koyuldular. Kont’un elini tutan ihtiyar uşak, doğrulup kadınlara dönmüştü. Anna Mihailovna öne çıktı hemen, hastaya doğru eğildi; sonra da eliyle Doktor Lorrain’e gelmesini işaret etti.
Sırtını sütunlardan birine yaslamış, elindeki mumu yakmadan tutan ve başka bir mezhepten olduğu hâlde, yapılan törenin önemini aradaki inanç farkına rağmen kavradığını; dahası, bu törene değer de verdiğini belirten saygılı bir tavırla duran
218
“Metin olunuz dostum, metin olunuz. Sizi görmek istemişti. Ne iyi…”
219
“Yarım saat önce bir kriz daha geçirdi. Metin olunuz, dostum…”
220
“Tanrı’nın iyiliği tükenmez. Kutsal, yağ sürme töreni başlıyor şimdi. Gelin benimle.”