Üç Kalp. Джек Лондон
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Üç Kalp - Джек Лондон страница 6
“Bu büyük bir sorun olabilir efendim, oraya çıktığınızda ölümcül bir engerek yılanı tarafından ısırılmanızı istemem.” dedi Angelieque’nin melez, Jamaika dilini babasından miras almış Kaptan’ı sırıtarak.
Ancak Francis bu fikirden caydırılabilecek durumda değildi çünkü dürbünüyle sahili gözlemlediği sırada ilk olarak adanın ortasında beyaz bir çiftlik evi, ikinci olarak da sahil kenarında beyaz giyimli bir kadın figürü, dahası bu kadının da onu ve yelkenliyi elindeki dürbünüyle incelediğini görmüştü.
“Sandalı kıyıya çekin, Kaptan!” diye emretti Francis. “Orada kim yaşıyor? Beyaz halk mı?”
“Enrico Solano’nun ailesi, efendim.” oldu cevap. “Onların önemli beyefendiler olduğuna yemin edebilirim, eski İspanyollar ve denizden Cordilleras’a ve Chiriqui Lagünü’nün yarısına kadar tüm topraklara sahipler. Çok zavallılar, çok güçlü ve zengin olmalarına rağmen… Arazi bakımından gerçekten acı biber kadar gururlu ve ateşlidirler.”
Francis küçük sandalla kıyıya doğru kürek çekerken Kaptan, onun papağan ya da maymun avlamak için yanına bir av tüfeği almamış olduğunu fark etti. Sonra, etrafa bakındığında, ormanın karanlık kenarında beyaz giyimli bir kadın figürünü o da gördü.
Francis, doğrudan mercan renkli, kumlu beyaz kumsala doğru kürek çekti, kadının orada olup olmadığını ya da ortadan kaybolup kaybolmadığını görmek için omzunun üzerinden bakmaya bile çekiniyordu. Aklında sadece genç, sağlıklı bir adamın, genç bir hanımefendi ile ya da yarı vahşi beyaz bir kadın veya en iyi ihtimalle taşralı bir bayanla karşılaşması fikri vardı. Angelique’i sarmış olan hareketsizliğe ve derin sükûnete karşı, en azından birkaç dakikalığına hoşça vakit geçirebileceği birisiyle karşılaşmayı umut ediyordu. Sandal kumsala ulaşır ulaşmaz aşağıya atladı ve sandalı burnu yerden enikonu havaya kalkacak biçimde kumların üzerine çekerek sağlam biçimde bağlayabileceği bir konuma sürükledi. Sonra etrafına bakındı. Ormana giden kumsal tamamen çıplaktı. Kendinden emin adımlarla ilerledi. Bu kadar tuhaf bir kıyıya ulaşmış olan herhangi bir yolcunun, karşısına çıkan topraklar konusunda bilgi alabilmek için etrafında yöre halkından birilerini araması elbette ki gayet doğaldı, onu bu denli kendinden emin harekete geçiren fikir buydu. Ve sadece birkaç dakika içinde, tüm beklentilerini karşılayacak varlıkla karşılaşmıştı. Tıpkı sürpriz kutudan fırlamış gibi kadın bir anda ortaya çıkmıştı. Karşısında kesinlikle kadınsı bir kız çocuğu duruyordu, olgunlaşmış ama yine de büyük ölçüde küçük bir kız çocuğu gibi hareket eden, iki eliyle ormanın yemyeşil duvarına sarılan genç kadın bulunduğu yerden fırlayarak onun kolunu kavramıştı. Genç kızın güçlü bir biçimde onu kavraması şaşkına dönmesine neden olmuştu. Serbest eliyle şapkasını çıkardı ve Morganlara has ağırbaşlılıkla tuhaf kadına eğilerek selam verdi, New York eğitimi almış biri olarak hiçbir şeye şaşırmaması gerektiğini gayet iyi öğrenmiş olmasına rağmen karşılaştığı durumdan dolayı afallamıştı ve bununla bağlantılı olarak karşılaşacağı başka sürprizler onu daha da fazla hayrete düşürecekti. Onun bir tokat yemiş kadar şaşırmasına neden olan şey, kızın sadece yarı esmer muazzam güzelliği değildi, özellikle derinden bakan o iri gözler onu fazlasıyla etkilemişti. Bakışları ona öylesine tanıdık geliyordu ki… Onun deneyimlerine göre yabancılar, birbirlerine hiç bu kadar dikkatli bakmazlardı.
Genç kız gergin bir biçimde mırıldanmaya başladığında, kolundaki çifte kavrayış artık bir çekişmeye dönüşmüştü:
“Çabuk ol! Beni takip et!”
Francis bir anlığına direndi. Kız kesinlikle bunu kabul etmiyormuş gibi başını salladı ve kendisini takip etmesi için onu arkasından çekmeye başladı. Orta Amerika kıyılarında karşılaşılabilecek alışılmadık bir oyun olduğu hissiyle, gönüllülük esasına göre takip etmek zorunda olduğu için mi yoksa onun aceleciliğiyle ormanın içine sürüklenip sürüklenmediğinin farkında olmadığından mı bilinmez, duruma gülümseyerek boyun eğmişti.
“Benim yaptığımı yap.” diye bağırdı kız omzunun üzerinden arkaya doğru, bu sırada bir eliyle onun elini sıkıca kavramıştı.
Francis gülümseyerek kızın söylediklerine itaat etti, kız çömeldiğinde o da çömeliyor, ayağa kalktığında o da kalkıyordu, bu sırada zihninden sürekli olarak John Smith ve Pocahontas’ın görüntüleri geçip gidiyordu.
Birden onu kendine doğru çekerek yere çöktü, elini onu bırakmadan önce yanına oturması için yönlendirdi ve nefes alıp verirken diğer elini kalbinin üzerinde bastırdı:
“Tanrı’ya şükür! Ah, merhametli Meryem Ana!”
Francis onu taklit etmesi gerektiğini ve bunun oyunun bir parçası olduğunu düşünürek, ne Tanrı’ya ne de Meryem Ana’ya seslenmeden, sadece gülümseyerek elini kalbinin üzerine koydu.
“Siz hiç ciddi olamaz mısınız, acaba?” diye parladı genç kız, onun eylemini fark ederek. Ve Francis hemen kendine çekidüzen vererek mümkün olduğunca doğal bir biçimde ciddiyetini takındı.
“Sevgili Hanımefendi…” diye başladı konuşmaya.
Ama genç kız, ani bir hareketle onun susmasını sağladı; Francis giderek artan bir şaşkınlıkla, kadının eğilmesini ve etrafı dinlemesini izledi, birkaç metre ötedeki patikadan aşağıya doğru inen varlıkların hareketini duyabiliyordu. Yumuşak, sıcak avucunun içiyle ona sessiz olmasını emrederek ağzını kapattı ve sonrasında sanki çok sıradan bir hareket yapıyormuş gibi yerinden fırlayarak, Francis’i arkasında bırakıp patika yolun toprak zemininden aşağı doğru kaydı. Francis şaşkınlıktan neredeyse ıslık çalacaktı. Eğer genç kızın giderek uzaklaşan sesini, İspanyolca konuşmasını ve karşılığında sorgular, suçlayıcı, azarlar tarzdaki İspanyol erkeklerin ona verdikleri cevapları duymamış olsaydı, büyük ihtimalle arkasından ıslık da çalmış olurdu.
Onların yürümeye konuşmaya devam ettiklerini duyuyordu ve beş dakikalık neredeyse ölüm sessizliğinin ardından, genç kızın onun ortaya çıkması için istekli bir şekilde seslendiğini duydu.
“Vay be! Regan’ın bu koşullar altında ne yapacağını görmek isterdim!” dedi kendi kendine, bulunduğu yerden çıkarken gülümsüyordu.
Artık onunla el ele tutuşmaya gerek duymadan, ormandan kumsala kadar genç kızı arkasından takip ediyordu. Kız mola verdiğinde, hemen onun yanına gidip yüzüne baktı, hâlâ bütün bunların birer oyundan ibaret olduğuna dair düşüncesinin etkisi altındaydı.
“Ebe!” diye güldü Francis, onun omzuna dokunarak. “Ebe!” diye neşeyle tekrarladı.
“Sensin!”
Genç kızın parlak koyu gözlerindeki öfkesi yakıp kavuruyordu.
“Seni aptal!” diye haykırdı genç kız, onun diş fırçası gibi görünen bıyığına parmağıyla işaret ederek. “Sanki o seni gizleyebilirmiş