Üç Kalp. Джек Лондон
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Üç Kalp - Джек Лондон страница 7
Kesinlikle konuşmaya kararlı bir duruşla, karnına tutulmuş olan silahın namlusuna doğru hareket ettiğinde, bir kez daha konuşması engellendi. “Eğer bir kez daha geri gelecek olursan -Meryem Ana beni affetsin- seni vururum.”
“Sanırım gitsem daha iyi olacak.” dedi abartılı bir serinkanlılıkla. Sandala dönmek için yürümeye başladığında, hem yaşamış olduklarından hem de genç kızın önünde düşmüş olduğu saçma ve komik durumdan dolayı büyük utanç içindeydi.
Ruhunda kalan son haysiyet parçasını da korumaya çabalayarak sandala ilerlediği sırada, genç kızın onu takip ettiğini fark etmemişti. Sandalın burnunu kumdan kaldırırken hafif bir rüzgârın palmiye yapraklarını nasıl hışırdattığını duyabiliyordu. Güçlü bir esinti, kıyıya yakın konumda suyun kararmasına neden olurken uzaklarda Chiriqui Lagünü’nün manzarası berrak suyun üzerinde bir serap gibi parlamasını sağlıyordu.
Arkasından duyduğu hıçkırık sesi, Francis’in sandala binmesini engellemiş ve onu geri dönmek zorunda bırakmıştı. Tuhaf genç kadın, tabancasını taşıdığı eli yana düşmüş durumda ağlıyordu. Hemen ona doğru ilerledi, kızın koluna dokunuşu sempatik ve sorgulayıcıydı. Genç kadın onun dokunuşu karşısında titredi, ondan uzaklaştı ve gözyaşları arasında sitem dolu bir bakışla ona baktı. Pek çok ruh hâlini omuz silkerek ve durumun anlaşmazlığına teslim olmuş vaziyette yaşadığı belliydi, Francis onun hıçkırığıyla durduğunda sandala dönmek üzereydi.
“En azından sen…” diye başladı kız konuşmaya, sonra sendeledi ve yutkundu. “Bana bir veda öpücüğü verebilirsin.” Sağ elindeki tabancası bedenine göre uyumsuz bir vaziyette sallanıyordu. Francis şaşkınlık içerisinde bir an için tereddüt etti, sonra gözyaşları içinde başını omzunun üzerine düşürmüş olan kızın dudaklarına tutkulu bir öpücük vermek için onu kendine doğru çekti. Şaşkınlığına rağmen tabancanın namlusunun omuzlarının arasında, sırtına düz bir şekilde bastırılmış olduğunun farkındaydı. Kız gözyaşlarından ıslanmış yüzünü ona doğru kaldırdı ve onu tekrar tekrar öptü, Francis gizemli bir dürtüsellikle verilen bu öpücüklerin bir kızdan gelip gelmediğini merak ediyordu.
İçinden bu ateşli dakikaların ne kadar süreceğini umursamadığını kendi kendine tekrarlarken, birdenbire kızın korkunç bir öfke ve aşağılama ifadesiyle ona bakarak uzaklaşması, tehditkâr bir tavırla silahını ona doğrultup hemen sandalına binmesini emretmesiyle korkuya kapıldı.
Sanki güzel bir bayana asla hayır diyemeyecekmiş gibi rahat bir tavır takınarak omuzlarını silkti ve itaatkâr bir tavırla sandala oturdu, kürekleri çekmeye başladığında arkası ona dönüktü.
“Yüce Meryem Ana beni asi kalbimden korusun.” diye haykırdı genç kız arkasından, serbest kalan eliyle göğsündeki madalyonu söküp aldı ve altın parıltılar saçan mücevheri denize fırlattı.
Ormanın kenarından tüfeklerle donanmış üç adamın, kuma çökmüş olan kızın yanına doğru koştuğunu gördü. Onu kaldırırken kürek çekmeye başlamış olan Francis’i gördüler. Omzunun üzerinden kıyıya doğru yaklaşmış, hafifçe yan yatmış, önünü kesen Angelique’i gördü. Hemen ardından, sahildeki üçlüden sakallı, yaşlı bir adamın kızın dürbününü ona doğrulttuğunu fark etti. Ve hemen ardından da adamın dürbünü bir kenara fırlatıp tüfeğiyle ona nişan aldığını gördü.
Mermi, sandalın hemen yan tarafından suya düştü ve Francis bu sırada kızın bir anda ayağa fırladığını, koluyla tüfeği kaldırıp adamın ikinci atışını bozduğunu gördü. Hemen ardından, Francis genç kızın tüfekli adamları karşısına alarak onlardan ayrılışını ve silahlarını indirmeleri için tabancasıyla onları tehdit edişini büyük bir keyifle izledi.
Rüzgârdan dolayı köpüren suların üzerinde yan yatmış Angelique’in hemen yanında durmayı başaran Francis’in, hızlı bir hareketle güverteye atladığı sırada, Kaptan tayfalarına emir vererek kısa süre içinde sandalı gemiye çekmiş ve yelkenleri indirmelerini sağlamıştı. Francis, çocuksu bir zevkle ona bakan kıza bir veda öpücüğü göndermiş ve onun sakallı adamın omuzlarına doğru yaslanarak bayıldığını görmüştü.
Bembeyaz dişlerini göstererek gülen Kaptan, Francis’e dönerek. “Kırmızı biber, ah lanet olası, korkunç, çılgın gururlu Solanolar.” dedi.
“Sadece böcekler, tam anlamıyla çılgınlar, evde kimse yok.” diye gülerek karşılık verdi ona Francis, garip genç kıza daha çok öpücük göndermek için korkuluğa fırlarken.
Kara rüzgârını önüne alan Angelique, Chiriqui Lagünü’nün dış kenarını ve Bull ve Calf Adalarının kıyılarını geçerek gece yarısına kadar ilerlemesini sürdürdü. Karadan yaklaşık elli mil uzaklıkta Kaptan, gün ışığını beklemek üzere demir attı. Kahvaltıdan sonra Jamaikalı siyahi bir denizcinin kürekleri çektiği sandalla Francis, daha büyük bir ada olan ve Kaptan’ın ona yılın o mevsiminde kaplumbağa yakalayan Kızılderililer tarafından işgal edilmiş olabileceğini söylediği Bull’a, keşif yapmak için ana karaya çıktı.
Ve Francis adaya çıkar çıkmaz sadece New York’tan otuz derece enlem boyunca uzaklaşmış olmadığını, aynı zamanda medeniyetin son sözünden ilk çağın neredeyse ilk kelimesine kadar otuz, belki de çok daha fazla yüzyıllar boyunca geriye gitmiş olduğunu anlamıştı. Sadece bellerine sarılı olan peştamallar haricinde tamamen çıplak, acımasızca ağır kesme işlemlerini yapmaya müsait bıçaklarla silahlanmış kaplumbağa avcıları, kendilerini beğenmiş yamyamlar ve tehlikeli insan katilleri olduklarını onlara hızla kanıtlamışlardı. Jamaikalı denizcinin tercümanlığı aracılığıyla, Bull Adası’nın onlara ait olduğunu söylemişlerdi. Ancak eskiden kaplumbağa mevsimi boyunca kendilerine ait olan Calf Adası, artık onlara korku salan, pervasızca özgürlük yollarını kesen, delilikleri imkânsız boyutlara ulaşan bir Gringo ya da onların fazlasıyla korktuğu iki ayaklı insan yaratığı tarafından ele geçirilmişti.
Francis, gümüş bir dolar karşılığında onlardan birini, gizemli Gringo ile görüşmek istediğini belirten bir mesajı iletmesi için gönderirken, geri kalanı da Francis’in sandalının etrafına kümelenmiş, daha fazla para alabilmek için sızlanmaya, ona kızmaya, hatta yanında getirdiği tabakasından daha yeni tütün koyduğu ve dudaklarının arasında hâlâ sıcak bir biçimde sallanan piposunu bile küstahça çalmaya kalkışmıştı. Francis onu çalmaya çalışan hırsızın ve hemen ardından hamle yapan diğer hırsızın kulaklarına şiddetli birer tokat indirmiş ve piposunu onların elinden kurtararak cebine atmayı başarmıştı. Yerinden çıkarılmış, güneşten parlayan her iki kenarı keskin palaların tehdidini savurmak için Francis, otomatik tabancasını eline alarak çeteyi kontrol altına almıştı. Adamlar bir grup hâlinde geriye çekilip tehditkâr biçimde aralarında fısıldaşırlarken, yanında getirmiş olduğu denizci tercümanın fazlasıyla zayıf bir adam olduğunu fark ettiği sırada geri dönen elçisini karşıladı.
Siyahi, kaplumbağa avcılarının yanına gitti ve Francis’in hoşlanmadığı tonlarda bir samimiyet ve itaatle konuştu. Haberci ona kurşun kalemle yazılmış notu uzattı:
“Haydi!”