Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış II. Cilt - Лев Толстой страница 43
“Hepimiz Tanrı’nın emrindeyiz…” dedi Dronuşka içini çekerek.
Bir süre konuşmadılar.
“Dronuşka; Alpatiç bir yere gitmiş, dert anlatacağım kimse yok. Buradan gidemeyeceğim söyleniyor, doğru mu?”
“Niçin gidemeyecekmişsiniz Ekselans? Gidebilirsiniz…” dedi Dron.
“Düşmanın her an tehlikeli olabileceği söylendi. Dostum, hiçbir şey yapamam ben, durum hakkında hiçbir bilgim yok, yanımda kimse de yok. Gece ya da yarın sabah erkenden gitmek istiyorum.”
Dron bir şey söylemedi. Kaşlarının altından Prenses Mariya’ya baktı.
“At yok…” dedi. “Daha önce Yakof Alpatiç’e de söylemiştim.”
“Neden yok?” diye sordu Prenses.
“Tanrı’nın bize bir cezası bu! Atların bazılarını ordu aldı, bazıları da öldü. Bu yıl çok kötüydü. Hayvanları beslemekten vazgeçtik, biz ölmeyelim… Üç gündür kursaklarına bir lokma gitmeyenler var. Bizi mahvettiler!”
Prenses Mariya, onun söylediklerini dikkatle dinliyordu.
“Demek köylüler perişan oldu, yiyecekleri yok?” dedi.
“Açlıktan ölüyorlar neredeyse. Arabayı düşünecek hâlleri yok.”
“Peki niye söylemedin bunu? Yardım edilemez mi onlara? Ben elimden gelen her şeyi yaparım…”
Yüreğine korkunç bir acı çöreklenmişken zengin ve yoksul insanların bulunabilecekleri garip geliyordu Prenses Mariya’ya. Efendilerin kendileri için zahire bulundurduklarını ve kimi zaman bunu köylülere verdiklerini hayal meyal biliyordu. Kardeşinin de babasının da zor durumdaki mujiklere yardımdan onu alıkoymayacaklarından da emindi. Mujiklere dağıtılmasını söyleyeceği buğdayın bölüşülmesinde bir yanlışlık yapmaktan korkuyordu sadece. Kendisini suçlamadan acılarını unutturacak bir uğraş bulduğu için huzur duyuyordu. Dronuşka’ya köylülerin herhangi bir ihtiyaçları ve Boguçorovo’da malikânenin buğdayının bulunup bulunmadığını sordu.
“Sanırım, kardeşimin buğdayı vardır burada?” dedi.
Dron gururlu bir şekilde “Malikânenin buğdayı duruyor…” diye cevapladı. “Prens’imiz, satılmamasını emretmişti bana.”
“Onu köylülere ver, ne ihtiyaçları varsa karşıla. Dağıt hepsini, kardeşim adına emrediyorum. Bizim olan her şeyin onların olduğunu söyle. Onlardan esirgediğimiz bir şey yok, söyle bunu.”
Dron gözlerini dikmiş, bunları söyleyen Prenses’e dikkatle bakıyordu.
“Beni bu görevden affet anacığım! Söyle, anahtarları benden alsınlar!” diye yalvarmaya başladı. “Yirmi üç yıl hizmet ettim, kusur işlemedim. Tanrı hakkı için beni görevden affet!”
Prenses Mariya, kendisinden ne istendiğini ve niçin istendiğini anlayamamıştı. Onun sadakatinden hiçbir zaman şüphe duymadığını ve hem onun hem de köylüler için her şeyi yapacağını söyleyerek cevap verdi.
XI
Bir saat sonra Dunyaşa, Dron’un geldiğini ve emri üzerine bütün mujiklerin ambar önünde toplandıklarını ve kendisiyle konuşmak istediklerini bildirmek üzere Prenses’in yanına geldi.
“Ben onları çağırmadım ki! Sadece buğday dağıtmasını söyledim Dronuşka’ya…” dedi Prenses Mariya.
“Aman efendim, emredin kovsunlar onları! Sakın gitmeyin oraya. Bir dolap çevirdikleri belli. Yakof Alpatiç gelince hemen buradan gideriz… Ama siz sakın…” dedi Dunyaşa.
“Ne dolap çevireceklermiş?” dedi Prenses.
“Sormayın, ben bilmiyorum… Dadıya sorun. Emrinize uymayıp köyden çıkmayı kabul etmedikleri söyleniyor.”
“Yanılıyorsun. Ben köyden çıkmalarını emretmedim…” dedi Prenses. “Bana Dronuşka’yı çağır!”
İçeri giren Dronuşka da Dunyaşa’nın sözlerini doğruladı: Köylüler, Prenses’in emriyle gelmişlerdi.
“Ama ben, gelmelerini hiçbir zaman söylemedim…” dedi Prenses. “Yanlış anlamış olmalısın. Onlara buğday dağıtılmasını emrettim yalnızca.”
Dronuşka içini çekerek karşılık verdi:
“Emriniz öyleyse giderler.”
“Hayır, hayır! Onları göreceğim!”
Dunyaşa’nın ve ihtiyar dadının yalvarmalarına rağmen Prenses Mariya perona çıktı. Dronuşka, Dunyaşa, dadı ve Mihail İvanoviç arkasından geliyorlardı.
Yerlerinde kalsınlar diye buğday dağıtıyorum ve onları Fransızların eline bırakıp kendim gideceğim diye düşünüyorlar herhâlde… Moskova yakınındaki malikânede aylık yiyecek ve oturulacak yer verileceğini söyleyeceğim onlara. Andrey olsa bu benim yaptıklarımdan daha fazlasını yapardı şüphesiz… Alaca karanlıkta ambarın yanında toplanmış köylülere yaklaşırken böyle düşünüyordu Prenses Mariya.
Kalabalık birden yoğunlaştı, kımıldadı ve şapkalar çıktı. Prenses Mariya, gözlerini yere indirip ayakları eteklerine dolaşarak onlara yaklaştı. Karşısında çeşitli ve çok sayıda ihtiyar ve genç gözler, değişik yüzler vardı. Bundan ötürü tek bir yüz göremiyor, tümüyle birden konuşmak gerekliliğini duyarak ne yapacağını bilmiyordu. Ama babasının ve kardeşinin temsilcisi olduğunu düşününce birden kendini toparladı ve konuşmaya başladı:
“Geldiğinize sevindim…” dedi bakışlarını yerden kaldırmadan ve kalbi şiddetle çarparak. “Dronuşka, savaş yüzünden perişan olduğunuzu söyledi. Bizim uğradığımız ortak bir felaket bu. Size yardım konusunda hiçbir şey esirgemeyeceğim. Kendim de gideceğim… Burada kalmak tehlikeli… Düşman çok yakında. Çünkü… Size her şeyi vereceğim dostlarım, merak etmeyin, her şeyi; bütün buğdayımızı alın, yeter ki yoksulluk çekmeyin. Bu buğdayı, burada kalmanız için verdiğimi söyledilerse yanlış bu. Bütün mallarınızı yanınıza alarak Moskova’daki malikânemize gitmenizi rica ediyorum. Orada yoksulluk çekmeyeceğiniz konusunda söz veriyorum size. Eviniz de buğdayınız da olacak.”
Prenses sustu. Kalabalıktan, iç çekmelerden başka ses duyulmuyordu.
“Bunu kendiliğimden yapmıyorum…” diye söze başladı yeniden. “İyi bir efendi olan babamın, kardeşimin ve oğlunun adına yapıyorum.”
Yeniden sustu. Kimse ağzını açmıyordu.
“Felaketimiz müşterektir ve bunu paylaşacağız. Neyim varsa sizindir…” dedi karşısındakilerin yüzlerine bakarak.
Hepsinin yüzünde ne olduğunu kavrayamadığı bir ifade vardı. Bu; merak,