Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış II. Cilt - Лев Толстой страница 42
Prenses Mariya’nın odasının pencereleri batıya bakıyordu. Divanın üzerinde, yüzü duvara dönük olarak yatıyordu; meşin yastığın düğmelerini parmaklarıyla yokluyor, bu yastıktan başka bir şey görmüyordu. Belli belirsiz düşünceleri tek bir konuya yönelmişti: Ölümün geri çevrilmezliği. Kendi manevi bayağılığı ile dua etmek istiyordu ama cesareti yoktu buna. Bulunduğu durumda Tanrı’ya dönemezdi. Uzun süre öylece yattı Prenses Mariya.
Güneş, evin öte yanına geçmişti. Akşamın eğri ışıkları, açık pencereden, odayı ve Prenses Mariya’nın gözlerini diktiği meşin yastığı aydınlatıyordu. Düşüncelerinin akışı ansızın kesildi; kendisi de farkında olmadan doğruldu, saçlarını düzeltti, farkında olmadan ayağa kalktı, pencerenin yanına geldi, rüzgârlı ve berrak akşamın serinliğini içine çekti.
Evet, şimdi güneşin batışını keyfince seyredebilirsin. Artık o yok ve kimse seni engelleyemez… diye geçirdi içinden ve bir sandalyeye yığılıp başını pencere kenarına dayadı.
Birisi, yumuşak ve tatlı bir sesle bahçe tarafından onun adını söylüyordu. Başının öpüldüğünü hissetti Prenses Mariya, dönüp bakınca karalar giymiş olan Matmazel Bourienne’i gördü. Yavaşça Prenses’e yaklaşıp içini çekerek öptü onu ve ağlamaya başladı. Prenses Mariya ona bakıyordu. Onunla küskünlükleri, ona karşı duyduğu kıskançlıklar aklına geldi. Babası da son zamanlarda Matzamel Bourienne’e karşı değişmiş, onu görmek istememişti. Demek ki bu kadıncağızı çok sert yargılamıştı Prenses. Babamın ölümünü isteyen ben, kalkmış başkasını kınıyorum ha! diye düşündü.
Son zamanlarda ondan uzak duran, ona bağlı olmakla beraber yabancı bir evde oturan Matmazel Bourienne’in durumu, açıkça Prenses Mariya’nın gözünün önüne geldi. Ona acıdı; sorgulayıcı, tatlı bakışlarını yüzüne dikti ve elini uzattı. Matmazel Bourienne yeniden ağlamaya, Prenses’in ellerini öpmeye, kendisinin de paylaştığı acısından söz etmeye başladı. Acısının ancak bu acıyı Prenses’le paylaşmasına izin verilirse azalabileceğini söyledi. Bu büyük acı karşısında daha önceki bütün anlaşmazlıklarının ortadan kalkması gerektiğini, kendisini kimseye karşı suçlu hissetmediğini ve onun öte dünyadan, duyduğu sevgiyi ve minnettarlığı gördüğünü de sözlerine ekledi.
Sözlerini anlamadan ama kimi zaman ona bakarak ve sadece sesinin yankılarını işiterek dinliyordu Prenses.
“Sizin durumunuz iki kat korkunç, Sevgili Prensesim…” dedi Matmazel Bourienne. “İçinde bulunduğunuz durumda, kendinizi düşünmediğinizi ve düşünmeyeceğinizi biliyorum. Ama size duyduğum sevgi, benim sizi düşünmemi gerektiriyor. Alpatiç’i gördünüz mü? Gidiş için sizinle konuştu mu?”
Prenses Mariya cevap vermedi. Kimin, nereye gitmesi gerektiğini anlayamıyordu. Şimdi bir şey yapmak mümkün mü? Bir şey düşünülebilir mi ki? Bir şeyin ötekinden daha fazla önemi var mı ki? diye geçiriyordu içinden.
“Chère Marié85 tehlike içinde bulunduğumuzu, Fransızlar tarafından sarıldığımızı bilmiyor musunuz? Şu anda yola çıkmak çok tehlikeli. Yola çıkarsak onların eline geçeriz ve belki de…” Prenses Mariya söylediklerinden hiçbir şey anlamadan bakıyordu ona. “Ah! Benim için hiçbir şeyin önemi yok artık. Asla onun yanından ayrılmayacağım… Alpatiç gidiş konusunda bir şeyler söyledi bana. Kendisiyle görüşün; ben bir şey yapamam, yapmak da istemiyorum, istemiyorum…”
“Konuştum onunla…” diye devam etti. “Yarın yola çıkabileceğimizi umuyor. Ama artık burada kalmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Yolda, askerlerin ya da başkaldırmış köylülerin eline düşmenin çok korkunç bir şey olduğunu kabul ederseniz, chère Marié.”
Matmazel Bourienne, Fransız Generali Rameau’nun evlerini terk etmeyen halkın korunacağını açıklayan (Bildiri, alelade bir Rus kâğıdına yazılmamıştı.) bildirisini çantasından çıkardı, Prenses’e uzattı ve “En iyisi bu General’e başvurmaktır sanırım. Şüphesiz gereken saygıyı gösterecektir size…” dedi.
Prenses Mariya belgeyi okudu. Yüzüne ağlamaklı bir ifade belirmişti.
“Kimden aldınız bunu?” diye sordu.
Matmazel Bourienne kızarak “Adımdan Fransız olduğumu anlamış olacaklar ki…” dedi.
Prenses Mariya, elinde bildiriyle pencereden uzaklaştı. Sapsarı bir yüzle odadan çıkıp Prens Andrey’in eski çalışma odasına girdi.
“Dunyaşa! Alpatiç’i, Dronuşka’yı, birini çağır bana! Amaliya Karlovna’ya da söyle, yanıma gelmesin!” dedi Matmazel Bourienne’in sesini duyunca. Fransızların eline düşmek ihtimali karşısında dehşete kapılmıştı. Derhâl gitmek gerek, derhâl! diye geçirdi içinden.
Prens Andrey, kız kardeşinin Fransızların eline düştüğünü öğrenirse!.. Prens Nikolay Andreyiç Bolkonski’nin kızının, yani kendisinin General Rameau’ya sığındığını, korunmasını istediğini duyarsa!.. Bu düşünce derin bir korku saldı içine, iliklerine kadar titretti, yüzünü kızarttı. O ana kadar bilmediği bir öfke ve gurur duymasına da yol açtı. Durumunun güçlüğü ve özellikle küçültücü yanı gözünün önüne geldi. Fransızlar bu eve girecekler; General Rameau, Prens Andrey’in çalışma odasına yerleşecek. Onun mektuplarını, kâğıtlarını eğlence olsun diye karıştırıp duracak. Mademoiselle Bourienne lui fera les honneurs de Boguçorovo.86 Lütfedip bir oda verecekler bana. Askerler babamın madalyalarını, nişanlarını almak için taze mezarını kazacaklar, Rusları nasıl yenilgiye uğrattıklarını anlatacaklar bana, acımı paylaşıyorlar gibi yaparak ikiyüzlülük edecekler… diye düşündü Prenses Mariya. Bunları kendiliğinden değil, babasının ve kardeşinin düşüncelerini benimsemeyi bir görev bildiği için aklından geçiriyordu. Şurada ya da burada kalması, başına şunun ya da bunun gelmesi önemli değildi kendisi için. Ama ölmüş olan babasının ve Prens Andrey’in temsilcisi olarak görüyordu kendini. Onların düşünceleriyle düşünüyor, onların duygularıyla duygulanıyordu. Onların söylediklerini ve yaptıklarını olduğu gibi yerine getirmek gerektiğini hissediyordu. Böylece, Prens Andrey’in çalışma odasına gitti ve onun düşüncelerinin derinliklerine ulaşmak için kendi durumunu düşündü.
Babasının ölümüyle birlikte ortadan kalktığını sandığı zorunluluklar, yani hayatın zorunlulukları, bilinmedik bir güçle ansızın önünde boy göstermiş ve benliğini sürükleyip götürmüştü. Alpatiç’i, Mihail İvanoviç’i, Tihon’u ya da Dron’u çağırtmış; kızarmış bir yüzle, odada dört dönüyordu. Dunyaşa, dadı ve hizmetçi kızlar; Matmazel Bourienne’in söylediklerinin ne ölçüde doğru olduğu konusunda bir şey söyleyecek durumda değillerdi. Alpatiç de malikânede değildi, resmî makamlarla görüşmek üzere gitmişti. Çağrıldığı zaman uykulu gözlerle Prenses’in karşısına çıkan kalfa, Mihail İvanoviç de pek bir şey söyleyemiyordu. On beş yıldır kendi düşüncelerini belirtmeden İhtiyar Prens’in bütün söylediklerine bir cevap niteliği taşıyan gülümsemesiyle Prenses Mariya’nın sorularına ipe sapa gelmez cevaplar verdi. İhtiyar oda hizmetçisi, Tihon, çektiği acının derin izlerini taşıyan bitkin bir
85
“Sevgili Mariya.”
86