Mister Pickwick'in Maceraları II. Cilt. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mister Pickwick'in Maceraları II. Cilt - Чарльз Диккенс страница 9
“Sorun nedir, efendim?” diye sordu Sam.
“Bu davanın, Sam…” dedi Mr. Pickwick. “Önümüzdeki ayın on dördünde gerçekleştirilmesi planlanıyor.”
“Gerçekten de şaşırtıcı bir tesadüf, efendim.” diye yanıtladı Sam.
“Neden şaşırtıcı olacakmış, Sam?” diye sordu Mr. Pickwick.
“Sevgililer Günü efendim.” diye yanıtladı Sam. “Verilen sözün tutulmaması için yapılan dava için anlamlı bir gün.”
Mr. Weller’ın gülümsemesi efendisinin yüzünde hiçbir neşe belirtisine sebep olmadı. Mr. Pickwick aniden arkasını dönüp yolu gösterdi.
Mr. Pickwick derin düşüncelere bürünmüş hâlde ve Sam de yüzünde kıskanılası ve rahat bir nispet ifadesiyle tam arkasında olacak hâlde biraz yürümüşlerdi ki efendisine aklından geçen gizli düşünceleri açmak için dakika sayan Sam, Mr. Pickwick’in tam arkasında olana kadar adımlarını hızlandırdı ve yanından geçtikleri binayı gösterip:
“Burası da çok güzel kasaptır, efendim.” dedi.
“Evet, öyle görünüyor.” dedi Mr. Pickwick.
“Ünlü bir sosis fabrikası.” dedi Sam.
“Öyle mi?” dedi Mr. Pickwick.
“Sahiden de!” diye tekrarladı Sam biraz içerleyerek. “Bana kalırsa öyle. Siz de az masum değilsiniz. Burası dört sene önce saygıdeğer bir tüccarın kaybolduğu yer.”
“Adamın canına kıydılar mı demek istiyorsun Sam?” dedi Mr. Pickwick alelacele etrafına bakarak.
“Hayır, öyle demek istemiyorum.” diye yanıtladı Mr. Weller. “Keşke öyle demek istemiş olsam; bu çok daha kötüsü. O dükkânın efendisi ve dumanı hep tüten bir sosis makinesinin patentli mucidiymiş. Öyle bir şeymiş ki kaldırım taşını versen tazecik bebek gibi bir şey çıkarmış diğer uçtan. Bu makineyle çok gurur duyuyormuş, zaten öyle olması da doğal değil mi? Makinenin olduğu mahzene gider, tam hız çalışırken onu izler, sonra da kendi neşesinden aklını yitirecek noktaya gelirmiş. Bir yandan makinenin işleyişi bir yandan da iki küçük çocuğu, çok mutlu bir adammış ama o cadaloz karısı yok muymuş! Adamın peşini bırakmaz, sürekli kulağının dibinde dırdır edermiş. Adam artık dayanamamış, ‘Bana bak canım!’ demiş. Bir gün: ‘Bu saçmalığa son vermediğin takdirde, Amerika’ya gitmezsem bana da adam demesinler. İşte o kadar.’ demiş. ‘Boş konuşuyorsun.’ demiş kadın. ‘Amerika da alsın seni, tepe tepe kullansın.’ Bunu dedikten sonra adamın başını yarım saat yemiş, sonra dükkânın arkasındaki küçük salona gidip ‘Bu adam benim ölümüm olacak.’ diye bağırmaya ve nöbet geçirmeye başlamış. Nöbetler bildiğin üç saat sürmüştür, hem de her biri sadece çığlık ve tekmelerden oluşuyormuş. Neyse ertesi sabah bizim koca ortalıkta yokmuş. Kasadan kuruş almamış. Sırtındaki ceketi bile almamış hatta. O yüzden Merriker’e gitmediği epey açıkmış. Ertesi gün de gelmemiş, ertesi hafta da gelmemiş. Karısı ilan astırmış her yere, yeter ki dönsün her şeyi affederim diye (ki bu da ayıp bir şeymiş çünkü adamcağızın zaten günahı yokmuş); su kanallarını araştırmışlar ve sonrasında iki ay boyunca ne zaman bir ceset bulunsa hiçbir şey yokmuş gibi taşınmış, hoop bizim kasaba getirilmiş. Ama hiçbiri bizimki değilmiş, o yüzden herhâlde kaçtı demişler, kadın da işin başına geçmiş. Neyse bir cumartesi akşamı ufak tefek, zayıfcana bir adam kasaba gelmiş ve büyük bir heyecanla: ‘Bu dükkânın hanımı siz misiniz?’ demiş. ‘Evet benim.’ demiş kadın. ‘O zaman hanımefendi.’ demiş adam, ‘Size şunu söyleyeyim, ben ve ailemi öyle bedavaya boğamazsınız; üstüne üstlük hanımefendi, şunu söyleyeyim size bir de tamam hadi sosis için etin en iyi kısmını kullanmıyorsunuz anladık! Ama düğme de danadan ucuz diye bu kadar da düşülmez!’ ‘Düğme mi dediniz beyefendi!’ demiş kadın. ‘Evet, düğme dedim hanımefendi.’ demiş ufak, cılız adam elindeki kâğıt parçasını açıp içinden yirmi ya da otuz düğme parçası çıkararak. ‘Herhâlde pantolon düğmesi iyi lezzet veriyor sosislere hanımefendi.’ ‘Bunlar benim kocamın düğmeleri!’ demiş dul kadın, bayılmak üzereyken. ‘Ne?’ diye bağırmış yaşlı beyefendi bembeyaz kesilerek. ‘Şimdi anlıyorum.’ demiş dul. ‘Bir anlık delilikle kendini sosise çevirmiş!’ ” “İşte böyle olmuş efendim.” dedi Mr. Weller, Mr. Pickwick’in dehşet dolu yüzüne doğrudan bakarak. “Ya da artık makineye takılmış, o bilinmez ama hayatı boyunca sosise bayılmış olan yaşlı beyefendi çıldırmış gibi bir tavırla dükkândan çıkmış ve kendisinden bir daha haber alınamamış!”
Bu etkileyici olayın anlatımı, efendi ve adamını Mr. Perker’ın ofisine kadar oyaladı. Lowten, eliyle tuttuğu yarı açık kapının ardında, pejmürde, sefil görünümlü, ayakkabılarının ucu açık, eldivenleri ise parmak kısımlarından yoksun bir adamla sohbet ediyordu. Adamın ince uzun ve bakımsız suratında mahrumiyet ve acının -neredeyse çaresizliğin- izleri vardı; yoksulluğunun farkında olduğu, Mr. Pickwick yaklaşırken merdivenin karanlık kısmına çekilmesinden belliydi.
“Çok yazık.” dedi yabancı iç çekerek.
“Çok.” dedi Lowten, kapı çerçevesine ismini karalayıp sonra tüyle silerek. “Ona bir mesaj bırakacak mısınız?”
“Ne zaman döner dersiniz?” diye sordu yabancı.
“Pek emin değilim.” diye yanıtladı Lowten, yabancı gözlerini yere çevirdiğinde, Mr. Pickwick’e göz kırparak.
“Onu beklemek faydasız mı diyorsunuz şimdi?” dedi yabancı, umutla büroya bakarak.
“Ah, hayır.” diye yanıtladı yazman, kapıyı biraz daha ortalayarak. “Bu hafta dönmeyeceği kesin, haftaya döner mi dönmez mi o da belli değil. Perker şehir dışına çıktığında dönmekte pek acele etmez.”
“Şehir dışında mı?” dedi Mr. Pickwick. “Vay başıma gelenler, şanssızlığa bak!”
“Gitmeyin, Mr. Pickwick.” dedi Lowten. “Size bir mektubu var.” Yabancı ne yapacağını bilemez hâlde bir kez daha yere bakınca yazman sanki aralarında özel bir sır varmış gibi sinsice göz kırpmış olsa da Mr. Pickwick bunun altında yatan gerçeği kesinlikle anlamamıştı. “İçeri gelin Mr. Pickwick.” dedi Lowten. “Pekâlâ Mr. Watty, biz de isterseniz mesajınızı iletebiliriz ya da siz yine arar mısınız?”
“Benim davama ne oldu, o konuda bilgi vermesini isteyin ve Tanrı aşkına savsaklamayın Mr. Lowten.” dedi adam.
“Yok, yok, unutmam.” diye yanıtladı yazman. “İçeri girin Mr. Pickwick. Size iyi günler Mr. Watty, tam yürüyüşlük hava değil mi?” Yabancının hâlâ orada durduğunu görünce Sam Weller’a efendisini takip etmesini işaret etti ve kapıyı adamın yüzüne kapadı.
“Dünyanın başladığı günden beri böylesine yapışkan bir müflis olmamıştır bence!” dedi Lowten, sanki yanmış gibi bir tavırla kalemini elinden fırlatarak. “Davası temyiz mahkemesine geleli daha dört sene olmuştur olmamıştır ama her hafta buraya gelip mızmızlık