Tom Amca'nın Kulübesi. Stowe Harriet Beecher
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tom Amca'nın Kulübesi - Stowe Harriet Beecher страница 5
Küçük Harry’nin doğuşundan sonraysa, genç kadın giderek yatışmış, daha olgunlaşmış, kanayan her bağ ve zonklayan her sinir düğümü, o küçük yaşamı sarıp sarmalamış, anlam ve sağlık kazanmıştı. Kocası iyi yürekli patronundan koparılıp yasal efendisinin demir yönetimi altına getirilinceye kadar mutlu bir kadın olmuştu. Sözüne sadık kalan fabrika müdürü, ortalığın yatıştığını umarak, George’un götürülüşünden bir-iki hafta sonra Mr. Harris’i ziyaret etmiş, onu yumuşatarak ikna etmek için her yolu denemişti.
“Daha fazla konuşmanıza gerek yok,” demişti Mr. Harris, Nuh deyip peygamber demeyen bir tavırla. Sonra da eklemişti:
“Ben işimi bilirim efendim.”
“İşinize karışmak gibi bir niyetim yok efendim. Yalnızca, önerilen koşullarda adamınızı bize vermek için belki bir kez daha düşünürsünüz diye tahmin ettim.”
“Konuyu gayet iyi kavradım. Onu aldığım gün, göz kırpıp fısıldadığınızı gördüm ama beni öyle kolay kolay alt edemezsiniz. Burası özgür bir ülke, adam da benim, onunla ne istersem yaparım, o kadar!”
Böylece George’un son umudu da suya düştü, artık önünde ağır, zahmetli işler ve kapana kısılmış bir yaşam vardı. En küçük bir tatsızlıkta ancak zalim bir yaratıcılığın tasarlayabileceği türden bir aşağılama altında her gün daha da acı çeken biri haline dönüşüyordu.
Acıma duyguları çok gelişmiş bir hukuk uzmanı bir gün şöyle demişti:
“Bir adama yapılacak en kötü davranışın onu asmak olduğunu düşünürsünüz. Hayır, başka bir davranış biçimi vardır ki, adam buna mahkûm edilirse EN KÖTÜSÜ başına gelmiş olur!”
3
Koca ve baba
Mrs. Shelby arabasına binmiş uzaklaşırken Eliza da verandada durmuş mahzun gözlerle arkasından bakıyordu. Biri omzuna elini koydu. Eliza döndü, güzel gözlerini bir gülümseme aydınlattı.
“George, sen misin? Nasıl da korkuttun beni! Neyse, geldiğine çok sevindim! Hanımım öğleden sonrayı dışarıda geçirecek, hadi gel küçük odama geçelim de biz bize olalım.”
Bunu söyler söylemez kocasını, hanımı çağırırsa duyabilsin diye her zaman dikişi elinde oturduğu verandaya açılan küçük, temiz bir daireye aldı.
“Öyle sevindim ki! Neden gülmüyorsun, bak Harry nasıl büyüyor.” Küçük oğlan annesinin eteğine yapışmış, bukleleri arasından utangaç bakışlarla babasına bakıyordu.
Eliza, “Ne kadar güzel değil mi?” diyerek buklelerini düzeltip onu öptü.
George acı bir tonla, “Keşke hiç doğmasaydı,” dedi. “Ben de keşke hiç doğmasaydım!”
Şaşıran ve korkan Eliza oturup başını kocasının omzuna yasladı ve gözyaşlarına boğuldu.
Adam sevecenlikle, “Yapma Eliza, seni üzmek beni perişan eder, zavallı kızcağızım! Her şey öyle kötü ki!.. Beni hiç görmemiş olmanı nasıl isterdim, bilsen, belki öyle mutlu olabilirdin!” dedi.
“George! George! Bunu nasıl söylersin? Bunca korkunç ne oldu ya da olacak ki? Son zamanlara kadar seninle çok mutlu olduk.”
“Öyle cancağızım,” dedi George. Sonra da oğlunu dizlerine çekerek onun muhteşem kara gözlerine kararlı bir tavırla baktı. Elini buklelerinin arasından geçirerek, “Aynı sen, Eliza,” dedi. “Bugüne kadar gördüğüm ve görmek isteyebileceğim en güzel kadınsın ama ahh! Keşke ne sen beni görseydin ne de ben seni!”
“Aa, George nasıl söylersin bunu!”
“Öyle Eliza, hep acı, eziyet, ıstırap! Hayatım pelin otu gibi acı, yaşam özü içimde tükeniyor. Ben garip, sefil, umutsuz bir ağır ve pis işler amelesiyim, yalnızca seni aşağılara sürükleyebilirim, o kadar. Bir şey yapmaya, bir şey bilmeye, bir şey olmaya çalışmamızın anlamı ne? Yaşamanın ne yararı var? Keşke ölmüş olsaydım!”
“Aa ama George, böyle söylemek gerçekten çok kötü! Fabrikadaki işini kaybettiğin için neler hissettiğini biliyorum, sert de bir efendin var ama dua et, sabırlı ol, kim bilir belki…”
Adam onun sözünü keserek, “Sabırlı mı!” dedi. “Sabırlı olmadım mı ben? Herkesin bana iyi davrandığı bir noktaya yükselip de sudan bir nedenle adamın beni alıp götürmesine tek söz ettim mi? Kazancımın her sentini veriyordum ona, herkes de iyi çalıştığımı söylüyordu.”
“Eh, gerçekten korkunç bir şey bu,” dedi Eliza, “ama ne de olsa o senin efendindir, biliyorsun.”
“Efendim! Kim onu benim efendim yaptı? Benim düşündüğüm bu. Benim üstümde nasıl hak sahibi olabilir? Ben de onun kadar insanım. Ondan daha da iyi bir insanım. İşi ondan iyi biliyorum, ondan daha iyi bir yöneticiyim, ondan daha iyi okurum, elyazım onunkinden güzel ve bunların hepsini kendi kendime öğrendim, bu konuda ona teşekkür borcum yok, ona karşın öğrendim, peki şimdi nasıl oluyor da onun beni yük beygiri yapma hakkı doğuyor? Beni yaptığından daha iyi yaptığım bir işten alıp da herhangi bir beygirin yapabileceği bir işe koşma hakkını kim veriyor? Yapmaya çalıştığı bu, beni çökerteceğini, burnumu sürteceğini söylüyor, tutup özellikle en zor, en kötü, en pis işe mahkûm ediyor!”
“Ah, George! George! Beni korkutuyorsun! Hiç böyle konuştuğunu duymamıştım; kötü bir şey yapacağından korkuyorum. Senin duygularından asla kuşku duymam ama ne olur dikkatli ol, benim hatırım için, Harry’ nin hatırı için çok dikkatli ol!”
“Dikkatli de oldum, sabırlı da ama her şey gitgide daha kötüye gidiyor, artık bu etle can taşıyamıyor bunu, bana hakaret ve işkence etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. İşimi iyi yapıp dilimi tutayım, iş saatleri dışında da okuyup bir şeyler daha öğreneyim demiştim ama bunu gördükçe daha çok yükleniyor. Ağzımı bile açmamama karşın, içimdeki şeytanı gördüğünü söylüyor, onu dışarı çıkarmayı kafasına koymuşmuş, bugünlerde hiç hoşuna gitmeyecek bir şekilde dışarı çıkmazsa ben de bir şey bilmiyorum.”
Eliza kederli bir sesle, “Aman Tanrı’m, ne yapacağız?” dedi.
“Daha dün arabaya taş yüklerken atın hemen yanında duran Efendi Tom kamçısını öyle bir şaklattı ki, hayvancağız ürktü. En hoş tavrımı takınıp ona yapmamasını söyledim ama o devam etti. Yine yalvarınca dönüp beni kırbaçlamaya başladı. Elini tuttum, o da bağırıp tekme attı, sonra da babasına koşup onunla dövüşmeye kalktığımı söyledi. O da öfkeyle geldi, bana kimin efendi olduğunu öğreteceğini söyledi; sonra beni bir ağaca bağladı ve ağaçtan dallar kesip genç efendiyi çağırdı, beni yoruluncaya kadar kırbaçlayabileceğini