Tom Amca'nın Kulübesi. Stowe Harriet Beecher
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tom Amca'nın Kulübesi - Stowe Harriet Beecher страница 8
“Herhalde Jinny onu beğendi,” dedi George.
“Öyle olmalı! Değil mi ya? Orada tüm aklı ermezliğiyle yaptığını onlara yediriyor, ortada işte, Jinny bilmiyor. Ailede iş yok ki! Ondan böyle bir şeyi bilmesi beklenemez! Bu onun suçu değil. Ah, Efendi George, ailenizin size sağladığı ayrıcalıkların yarısının bile farkında değilsiniz!” Bu noktada Chloe Teyze duygulanarak gözlerini yuvalarında şöyle bir çevirip içini çekti.
“Bundan hiç kuşkum yok Chloe Teyze, tüm pasta ve muhallebi ayrıcalıklarımın farkındayım. Her görüşümde övünüp övünmediğimi Tom Lincon’a sor bakalım.”
Chloe Teyze iskemlesine oturdu ve genç efendinin bu nüktesine yürekten gelen ağız dolusu kahkahalarla gülmeye başladı, parlak, kara yanaklarından aşağı yaşlar süzülünceye kadar da güldü, arada bir şaka yollu “Efendi Georgey”ye dirsek vurup şaplak atarak duruma neşe katıyordu, ona işine gitmesini, amma da garip bir tip olduğunu, Chloe Teyzesi’ni neredeyse öldüreceğini söylüyor, bu kanlı öngörüler arasında yine her biri öncekinden daha güçlü kahkahalara boğuluyordu, öyle ki sonunda George bile aman vermez bir şakacı olduğunu düşünmeye başladı, artık konuşurken elinden geldiğince komik olma konusunda dikkatli olacaktı.
“Siz de sonra Tom’a öyle dediniz demek? Hey Tanrı’m! Ne gençler yaratıyorsun! Tom’a övündünüz demek? Hey Tanrı’m! Efendi George siz bir böceği bile güldürürsünüz.”
“Evet,” dedi George, “ona dedim ki, Chloe Teyze’nin pastalarını bir görmelisin, tam ağzına layık.”
Tom’un bilgisiz durumundan yardımsever yüreği etkilenmiş olan Chloe Teyze, “Yazık Tom göremedi bunları,” dedi. “Bugünlerde onu yemeğe davet etmelisiniz Efendi George,” diye ekledi. “Size o yakışır. Biliyorsunuz, ayrıcalıklarınız yüzünden kendinizi kimsenin üstünde hissetmemelisiniz, ayrıcalıklarımız ödüllerimizdir, bunu hep anımsamalıyız,” dedi Chloe Teyze. Son derece ciddi görünüyordu.
“Eh, önümüzdeki hafta Tom’u davet ederim,” dedi George. “Sen şöyle bir döktür bakalım da Chloe Teyze o da bakakalsın. On beş gün acıkmayacak kadar yedirmez miyiz şimdi onu biz?”
“Evet, evet, kesinlikle,” dedi Chloe Teyze. Hoşuna gitmişti. “Göreceksin. Tanrı’m! Bazı akşam yemeği davetlerimizi düşünüyorum da… General Knox’a yemek verdiğimizde yaptığım o tavuklu böreği anımsıyor musun? Kıtır kabuğu yüzünden hanımımla neredeyse tartışıyorduk. Bazen hanımlara neler oluyor hiç anlamıyorum ama, birimizin sırtında en ağır sorumluluk yükü varken en olmayacak şeyi önemserler, bir de üstelik çoluk çocukla birlikte ayak altında dolaşıp her şeye karışırlar. Hanım şunu şöyle yap, bunu böyle yap der, sonunda benim de sabrım taşar, tutup ona derim ki: ‘Bakın hanımım, bir şu üstünde çiy parlayan zambaklar gibi yüzükler ışıldayan uzun parmaklı güzelim beyaz ellerinize, bir de benim kocaman kara, kütük gibi ellerime bakın. Şimdi, Tanrı benim börek yapmamı, sizin de salonda oturmanızı istemiş olmalı, öyle değil mi?’ Ben çok sabırsızım Efendi George.”
“Ee, annem ne der buna?”
“Demek mi? Gözlerinin, o kocaman gözlerinin içi güler, ‘Eh, Chloe Teyze sanırım doğru söylüyorsun,’ deyip salona geçer. Bu kadar sabırsız olduğum için kafamı yarması gerekir ama o böyledir işte! Yani ben mutfakta hanımlarla yapamam!”
“O yemekte harikalar yaratmıştın,” dedi George. “Herkesin de aynı şeyi söylediğini anımsıyorum.”
“Ya, öyle değil mi? O gün yemek odasının kapısının arkasında olmadığımı mı sanıyorsun? Generalin tabağını böğürtlen tatlısıyla üç kez doldurduğunu görmediğimi mi sanıyorsun? Bir de, ‘Bulunmaz bir aşçınız var Mrs. Shelby,’ demişti. Tanrı’m! Sevincimden çatlayacaktım neredeyse!”
Chloe Teyze gururla, “General yemekten anlıyor,” dedi. “General çok hoş bir adam. Eski Virginia’nın en köklü ailelerinin birinden geliyor! Neyin ne olduğunu benim kadar iyi biliyor şu general. Her pastanın püf noktası vardır, herkes onun ne olduğunu bilmez ama general biliyordu, bunu söylediklerinden anladım. Evet, püf noktasının ne olduğunu biliyordu!”
Bu arada Efendi George (sıra dışı durumlarda) bir erkek çocuğun tek bir lokma bile yiyemeyeceği noktaya gelmişti, bu yüzden de kıvırcık yüne benzeyen saçları ve parlayan gözleriyle karşı köşeden aç gözlerle onu izleyen birbiri üzerine yığılmış kara kafaları fark etti.
Kalan parçaları onlara atarak, “Alın bakalım Rose’la Pete, siz de biraz istersiniz, değil mi? Hadi Chloe Teyze onlara da biraz kek ver.”
Sonunda George’la Tom ocak başında daha rahat bir yere geçtiler, bu arada Chloe Teyze bir sürü gözleme daha yapmış, bebeğini kucağına almış, bir kendinin bir onun ağzını doldurup duruyor, elindekileri yemekle meşgul olan Rose’la Pete de masanın altında yuvarlanıyor, birbirlerini gıdıklıyor, arada bir de bebeğin ayak başparmağını çekiştiriyorlardı.
Arada zıvanadan çıktıklarında anne masanın altına rasgele vurarak, “Rahat durun bakayım!!!” diyordu. “Beyazlar geldiğinde daha doğru dürüst oturamaz mısınız? Kesin şunu artık, tamam mı? Kendinize çekidüzen verin, yoksa Efendi George gittikten sonra sizin canınıza okur, alaşağı ederim!”
Bu korkunç gözdağının ardında ne yattığını anlamak zordu ama yöneldiği genç günahkârlarda pek bir etki yarattığı söylenemezdi.
“Kesin artık!” dedi Tom Amca. “Bu kıkırdaşma öyle bir hale geldi ki, ne yaptığımızı anlamıyoruz.”
Elleri, yüzleri esmer şekere bulanmış çocuklar masanın altından çıkıp bebeği öpmeye başladı.
Anne yünü andıran kafalarını iterek, “Hadi gidin şurdan!” dedi. “Böyle yaparsanız hepiniz birbirinize yapışır kalırsınız. Hadi gidin dereye de temizlenin!” Öğüdünü korku verici bir sesle şaplayan bir tokatla noktaladı ama bu kapıdan telaşla birbiri üstüne yuvarlanarak çıkan çocukları daha çok güldürdü, dışarı çıkar çıkmaz da bir keyif çığlığı koyverdiler.
Chloe Teyze halinden hoşnut bir tavırla, “Hiç bu kadar haylaz şeyler gördünüz mü?” dedi, bir yandan da böyle acil durumlar için sakladığı eski bir havluyu çatlak çaydanlıktan azıcık su dökerek ıslatıp bebeğin eliyle yüzüne bulaşmış şekerleri siliyordu, çocuk pırıl pırıl olana kadar ovaladı, sonra da Tom’un kucağına oturtup yemek artıklarını toparlamaya koyuldu. Bebek de bu arada fırsat bu fırsat, Tom’un burnunu çekiyor, yüzünü tırmalıyor, tombul ellerini onun yünümsü saçlarına gömüyor, bu son yaptığından özellikle çok keyif alıyordu.
Tom, bebeği kendinden uzakta tutarak, “Ne şirin şey değil mi?” dedi. Sonra da kalkıp çocuğu geniş omuzlarına yerleştirip onunla hoplayıp sıçrayarak dans etmeye koyuldu, Efendi George