Eğer Beni Ararsan. Alba Arikha

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Eğer Beni Ararsan - Alba Arikha страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Eğer Beni Ararsan - Alba  Arikha

Скачать книгу

hayatta göğüsleyip göğüsleyebileceği her şeyden daha büyük. Arkadaşlarımdan hiçbiri annesini babasını kaybetmedi. Görünüşe bakılırsa yalnızca benimle konuşma yetilerini kaybetmişler. Savaş konusu bir tabu, tıpkı bir lanet gibi. O yüzden gece gezen kediler gibi birbirimizi görmezden geliyoruz.

      Catherine bana yemek yapıyor, yarınki ayrılışımdan önce son akşam yemeğim. Patates ve havuç çorbası içiyoruz. Buğday kıtlığı olduğundan ekmek yeniden karneye bağlandı ama bize karaborsada ufak bir somun ekmek bulmayı başarmış. “Bugün dükkânda bir greyfurt gördüm,” diye bildiriyor heyecanla. “39’dan beri gördüğüm ilk greyfurt.”

      Bir sürahide sulandırılmış beyaz şarap var. Tadı ilaç gibi, yine de içiyoruz. Roger eve geç geliyor. Ona yeni bir iş teklif edebilecek bir yayınevinde çalışan biriyle toplantısı vardı. Roger savaştan önce editördü. Bir süre Direniş saflarında yer aldı ve hücresi Almanlara ifşa olmadan kaçmayı başardı. Fakat kaçak olduğu sırada tüberküloza yakalandı, o zamandan beri de sağlığı iyi değil. Çok öksürüyor ve solgun görünüyor. Doktora verecek paraları yok, hem zaten Roger doktorlardan hazzetmez, o yüzden paraları olsaydı da fark etmezdi. Yemek boyunca öksürüyor ve gülünce hırıldıyor. Tatlı niyetine hepimiz birer Gauloises tüttürüyoruz. “Bu lanet olası ülkeyi terk etmekle en doğrusunu yapıyorsun,” diyor Roger yatmaya gitmeden. “Ayrıca adını Flora olarak değiştirmelisin. Öylesi daha beynelmilel.”

      6

      Filistin’e dair ilk izlenimimi hayatta unutmayacağım. O kör edici beyaz ışık. O tozlu sıcak. Reçinemsi çam kokusu. Denizin camgöbeği rengi. Ömrümde böyle bir şey görmedim. Paris cılız ve aç ama en azından onu tanıyorum. Buradaysa hiçbir şey bilmiyorum ve kimseyi tanımıyorum. Gemiden indiğimizde hazır bekleyen hemşirelerle askerler var. Ateşimizi ölçüyorlar ve daha çelimsiz olanlarımızı alıp götürüyorlar. Hayfa sokakları seyyar satıcıların bağırtıları ve etrafta çıplak ayak koşturan Arap çocukların kahkahalarıyla çınlıyor. Bir tavuk ortalık yerde kefiyeli bir adam tarafından kesilivermeden önce canhıraş viyaklıyor. Sandaletli ve şortlu Yahudi kadınlar, bellerindeki kılıflardan Mauser tabancaları sarkan haki üniformalı askerler, yorgun eşeklerin çektiği arabalar var. Hava tuz ve yabancı dillerin sesiyle dolu. Her şey gürültülü ve gamsız. Benimle aynı gemide gelen on yedi yaşında bir kız birbirimize yoldaşlık edebilir miyiz diye soruyor. Sessiz sedasız bir Fransız kız. Buchenwald’a düşmüş, korkunç şeylere tanık olmuş. Fazla ayrıntıya girmeden bu kadarını söylüyor bana. Hayfa’daki ilk gecemizde bir yurtta aynı odayı paylaşıyoruz. Oda leş gibi ve yatağın birkaç yayı eksik, böylece Kudüs’e gitmeye karar veriyoruz. Zaten olmak istediğim yer orası. Bir otobüsle Kudüs’e gidip Şam Kapısı’nın yakınında bir başka yurt buluyoruz. İlk yere göre çok daha güzel, bir süre orada kalıyoruz. Fransız kız çok ağlıyor. Adını birkaç kez hatırlamaya çalıştım ama çıkaramıyorum. Tek hatırladığım epeyce bir ağladığı ve ser verip sır vermediği. Derken kaydolduğum İbranice okulundaki öğretmenlerden biri Polonyalı bir aileden söz ediyor bana. Oğullarına İngilizce öğretecek birini arıyorlar. Karşılığında da bana içinde ufak bir lavabo olan bir oda verecekler. Fransızca öğretmenliği olsaydı daha iyi olurdu, yine de evet diyorum. Bir şey yapmam lazım ve bu kaçırılamayacak kadar iyi bir fırsata benziyor. Böylece yanlarına taşınıyorum. Fransız kız kuzeyde bir kibbutz’a4 gideceğini ilan ediyor ve onu son görüşüm oluyor bu.

      İbranice öğrenmekte güçlük çekiyorum, bu konuda yalnız da değilim. Sınıfta benim gibi zorlanan bir sürü insan var: yetimlerle mültecilerin yanı sıra dünyayı değiştirmek istediklerini iddia eden Siyonistler ve aktivistler de. Ben dünyayı değil, sadece kendi hayatımı değiştirmek için Filistin’deyim. Geçmişimi geride bırakmak ve savaşın travmalarını unutmak istiyorum. Ömründe Fransa’nın dışına adımını atmamış yirmi beş yaşında bir kadınım. Fakat annemle babam olmayınca Paris anlamını yitirdi. Aslına bakılırsa her şey anlamını yitirdi.

      Akşamları genelde Polonyalı aileyle yemek yiyorum. Annenin adı Sonia. İki oğlu var: yedi yaşındaki öğrencim David ve neredeyse hiç uyumak bilmeyen ufak bir bebek. Her gece üst katımdaki odada ağladığını duyabiliyorum. Sonia’ya acıyorum, çünkü çok yorgun ve endişeli görünüyor. Tek kelime İngilizce bilmiyor, o yüzden onunla iletişim kurmak kolay değil. Kocasının adı Mordechai. Kısa kollu gömlekler giyiyor, çok sigara içiyor ve her daim yanık tenli. Sınır dışı edilmeden önce Varşova’da matematikçiymiş. Şimdiyse kaybolan yıllarının acısını çıkarıyor. “Matematik iyi hoş ama daha yapacak bir dünya şeyim var,” diyor bir seferinde bana. “Her şeyi yeniden tatmak istiyorum.”

      “Ben de öyle,” diyorum, neyi kastettiğini sormama gerek yok. Mordechai’la ben birbirimizi anlıyoruz. Bu tuhaf memlekette hepimiz birbirimizi anlıyoruz aslına bakılırsa. Manzaraya egemen olan taşlar kadar bek ve kızgın bir ivedilik var burada. Birçoğumuz acı çektik ama artık iyileşme zamanı. “Savaşın altı yılını altı dakikaya düşürmemiz lazım,” diyor Mordechai sigarasını tüttürerek. “Matematikte buna beta indirgemesi denir: Bir fonksiyonun yerine bir başkasını koyarsın. Ben her gün yapıyorum bunu. Kayıplar yerine hayatı koyuyorum. Bastırdığın anlamına gelmiyor bu, sadece sıkıştırıyorsun. İlerlemenin yolu bu.”

      Mordechai’ı dinliyorum. Onun sözleri bugüne dek duyduğum bilgece sözlerin hepsinden daha fazla karşılık buluyor bende.

      Ve işte ağlayan bebeğin altındaki o küçük odada başlıyorum yazmaya. Başta bir günce – ama karman çorman bir günce. Daha sonra, anlatılan olaylar çoktan küllendiğinde, bu bölük pörçük özyaşamöyküsü biçiminde yeniden kaleme aldım onu. Birçok olay zihnime silinmeyecek şekilde kazınmış olmasına rağmen kimilerinin de giderek solan bir fresk gibi silikleştiğini fark ediyorum. Öte yandan yeniden yazma ve hatırlama sürecinde bazı ayrıntılar yeniden ortaya çıktı, belli belirsiz renk tonları belirginleşerek belleğimin mahzenine açılan o ufak kapıyı araladı.

      Kudüs akşamlarında yalnız başıma restoranlara gidiyorum. Her akşam Mordechai ve Sonia’yla akşam yemeği yemek istemiyorum. Ayrıca Sonia pek iyi bir aşçı değil. Ben de Kudüs’ün merkezindeki Jafia Sokağı’nda canlı bir restoran buluyorum kendime. Yanımda bir kitap götürüp onu okurmuş gibi yapıyorum. Yalnız olmaya alışkınım. İnsanları izlemek, çevremde konuşulan bütün o dillere kulak kabartmak hoşuma gidiyor. Bazen genç adamlar masama gelip benimle muhabbete girişiyor. Sanırım sıcakkanlı biri değilim, çünkü bu girişimlerin hepsi adamların çekip gitmesiyle sonuçlanıyor.

      İbranice okulunda yavaş yavaş arkadaş edinmeye başlıyorum. Bunlardan biri benimle yaşıt Macar bir kadın olan Ada. Birçok yazarın da bir araya geldiği Kafe Atara’da buluşmayı âdet haline getiriyoruz. Bir akşam ikimiz henüz akşam yemeğine oturmuşken Ezra Radok diye bir adam masamıza geliyor, bize katılıp katılamayacağını soruyor. Ada önceden tanıyor adamı, gizliden gizliye ona yanık. Adam Praglı bir şair. İnsanın içine işleyen ışıl ışıl mavi gözleri ve koyu renk saçlarıyla çarpıcı bir tip. Ada bir dolu kadının ona gönlünü kaptırdığı ve Kafka’yla bir akrabalığı olduğuna dair söylentiler dışında pek bir şey bilmiyor hakkında.

      Cesaretimi toplayana dek birkaç ay geçse de sonunda Ada’ya gerçeği söylemeyi başarıyorum: benim de Ezra Radok’a âşık olduğumu. Annesiyle babasının eski bir tanışı olması dışında Ezra’nın

Скачать книгу


<p>4</p>

Mülkiyetin ve işbölümünün ortaklaşa paylaşıldığı, tarıma dayalı geleneksel İsrail toplulukları. (e.n.)