Mitoloji Rehberi. Helen Archibald Clarke
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mitoloji Rehberi - Helen Archibald Clarke страница 15
Dala sımsıkı tutunurken bir kurt sürüsünün ormandan geçerek avının olduğu yere doğru ilerlediğini görmüş. Onların ihtiyar kurt ve yavruları olduğundan şüphelenmiş ama gece çöktüğünden onları seçememiş.
“Başka yoldan gidin, başka yoldan gidin!” diye bağırmış. “Ne almaya geldiniz?”
Kurtlar bir süre aralarında konuştuktan sonra kendi kendilerine, “Belli ki Manabozho bir şey avladı, yoksa bize başka yoldan gidin diye bağırmazdı,” diye düşünmüşler.
“Artık onu ve hilekârlıklarını tanımaya başladım,” demiş ihtiyar kurt. “Gidelim de ne olduğunu görelim.”
İlerleyince yerde boylu boyunca uzanan avı görmüşler ve onu alıp hemen kaçmışlar. Manabozho onların büyük bir keyifle karınlarını doyurmalarını, sonra da büyük bir neşeyle evlerine dönmelerini efkârlı bir biçimde seyretmiş.
Biraz sonra şiddetli bir rüzgâr esmiş ve dalların arası açılınca, Manabozho sıkıştığı yerden kurtulmuş ve geyikte kemikten başka bir şey kalmadığını görmüş. Eve doğru yola koyulmuş ve başına gelen talihsizliği anlatınca, ihtiyar kurt ön pençesine dokunarak onu avutmaya çalışmış. Hatta konuşurken gözünden bir damla yaş bile akmış:
“Kardeşim, bu bize önümüzde yiyecek lokmamız varken merasimle uğraşmamak gerektiğini öğretmeli,” demiş.
Yavaş yavaş kışın sonu yaklaşmış, ilkbaharın ilk günlerinden birinde aydınlık bir sabahta ihtiyar kurt Manabozho’ya seslenmiş: “Kardeşim, artık senden ayrılmak zorundayım ama zaman zaman seni üzmek pahasına günümü gün etsem de senin rahatını önemsediğimi sana kanıtlayacağım. Giderken çocuklarımdan birini senin için avlanması ve uzun akşamlarda sana yoldaşlık etmesi için bırakacağım.”
İhtiyar kurt beş yavrusunu da alıp uzaklaşmış ve gözden kaybolduklarında Manabozho bir anda hayal kırıklığına uğrayarak ölümlü haline geri dönmüş.
Her ne kadar zaman zaman onu kızdırmış ve kandırmış olsalar da ihtiyar kurt ve yavrularıyla güzel bir kış geçiren Manabozho, onlardan ayrıldığı için üzülmüş ancak güneş kendini gösterdikçe ve havalar ısındıkça neşesini ve kendine güvenini yeniden kazanmış, aklına gelebilecek her tür yeni maceraya atılmaya hazır hale gelmiş. İçindeki yaramazlık ruhu hâlâ taptaze duruyormuş.
İhtiyarın onunla bıraktığı kurt iyi bir avcıymış ve yemek ihtiyaçlarını karşılamayı hiç ihmal etmiyormuş. Bir gün Manabozho ona şöyle seslenmiş:
“Torunum, dün gece hiç hayra alamet olmayan bir rüya gördüm. Şu büyük gölle ilgiliydi, gölün suyu buz tutmuş görünse de görünmese de karşıya geçerken dikkat et ve asla gölün etrafından dolanma. Karşı kıyıda seni bekleyen düşmanlar var, buz daima güvenlidir.”
Manabozho, güneşle birlikte buzların erimeye başladığını çok iyi biliyormuş ama genç kurda bir oyun oynamaktan kendini alamamış.
Av peşinde geçen uzun bir günün ardından akşam göle gelen kurt, büyük babasına güvenerek “Buz incelmiş görünüyor ama Nesho güvenebilirsin dedi,” diye düşünüp cam gibi görünen buzların üzerinde koşmaya başlamış.
Daha yolun yarısına bile gelmeden buz kırılmış ve genç kurt kederli bir çığlık atarak suya düşmüş. Kurdun Manabozho’nun torunu olduğunu bilen ve İnci Tüyü savaşında akrabalarını kaybetmelerinin intikamını almak isteyen su yılanları hemen onu yakalamış.
Manabozho kulübesinde otururken genç kurdun yakarışlarını duymuş ve ne olduğunu anlamış, o andan itibaren sihirli güçlerinin birçoğundan mahrum kalmaya başlamış.
Sıradan bir ölümlüden hiçbir farkı kalmayınca, evine dönmüş ancak büyükannesinin nereye kaybolduğunu kimse bilmiyormuş. Mızrak başı yapan adamın kızıyla evlenip birkaç çocuğu olmuş ancak çok fakirleşmiş. Geçimini zar zor sağlar olmuş. Kulübesi ücra bir köşede kaldığından, etrafta avlayacak hayvan bulamamış. Kış mevsimi gelip çatmış ancak refahtan çok uzak bir hayatı varmış. Bir gün karısına, “Biraz dolaşmaya çıkacağım ve etrafta birkaç kulübe olup olmadığına bakacağım,” demiş.
Biraz yürüyünce ileride iki kulübenin olduğunu fark etmiş. Kapıda çocuklar oynuyormuş. Onu gördüklerinde evlerine koşup ailelerine Manabozho’nun geldiğini söylemişler.
Burası, büyük kırmızı başlı ağaçkakanın eviymiş. Kapıya çıkıp Manabozho’yu içeri davet etmiş. Manabozho daveti hemen kabul etmiş.
Çok geçmeden bir büyücü olan ağaçkakan, karısına dönüp şöyle demiş:
“Manabozho’ya ikram edecek bir şeyin yok mu? Karnı aç olmalı.”
Kadın, “Hayır,” diye cevap vermiş.
“Akşam yemeğini yemeden evden gitmemeli,” demiş ağaçkakan. “Bir çaresini düşüneyim.”
Kulübenin ortasında büyük melez çamı boylu boyunca uzanıyormuş. Ağaçkakan, çamın üzerine uçup başını ağacın iki yanına çevirerek ve arada bir gagasını ağaçtan içeri sokarak yukarı tırmanmaya başlamış. Sonunda ağaçtan bir şey koparıp yere atmış ve bir rakun yakaladığı görmüş. Altı yedi tane daha rakun avladıktan sonra ağaçtan inmiş ve karısına yemek hazırlamasını söylemiş.
“Manabozho,” demiş misafire dönerek, “bizim yediğimiz tek şey bu. Sana başka ne hazırlayabiliriz?”
“Bu yemek gayet iyi,” demiş Manabozho.
Pipolarını tüttürüp sohbete koyulmuşlar.
Yemekten sonra Manabozho eve dönmeye hazırlanırken ağaçkakan karısına “Diğer rakunları da ver de çocuklarına götürsün,” demiş.
Manabozho evden çıkarken bilerek eldivenlerinden birini düşürmüş ve çok geçmeden eldiven fark edilmiş.
“Koş,” demiş ağaçkakan büyük oğluna. “Ona yetiş ve eldivenini geri ver ama çok yakınına yaklaşma, uzaktan fırlat çünkü ona güvenmek mümkün değil, çok şüpheli davranıyor.”
Oğlu söyleneni yapmış.
“Büyükbaba,” diye seslenmiş Manabozho’ya, “Eldivenini düşürmüşsün, getirdim.”
“Öyle mi?” diye sormuş Manabozho durumdan habersiz davranarak. “Farkında değilim ama eldiveni sakın atma, karda ıslanır.”
Delikanlı yine de eldiveni fırlatmış ve gitmek üzereyken Manabozho bağırmış: “Dur bakalım evlat! Sizin tek yediğiniz şey gerçekten bu mudur? Rakundan başka şey yemez misiniz? Söyle bakalım.”
“Evet, sadece rakun,” diye cevap vermiş genç