Mitoloji Rehberi. Helen Archibald Clarke
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mitoloji Rehberi - Helen Archibald Clarke страница 12
Sonra birbirlerine kayalar fırlatmaya, dev meşe ağaçlarıyla saldırmaya başlayıp bir dağın tepesinden diğerine kadar boğuşmuşlar; zaman zaman granit kayaları birbirlerinin kafalarına atmışlar. Dağlarda başlayan savaş, batının fersah fersah ötesine taşmış. Batı boyun eğmek zorunda kalmış. Manabozho, onu nehirlerden, dağlardan, bayırlardan ve göllerden geçirerek sonunda dünyanın eşiğine sürüklemiş.
“Dur!” diye bağırmış Batı. “Oğul, gücümü biliyorsun; şu an nefesimin tükendiğini kabul etsem de beni öldürmenin imkânsız olduğunu söylemeliyim. Daha fazla ileri gitme, sana da kardeşlerininki kadar büyük güçler vereceğim. Dünyanın dört bir yanını doldurdum ama sen, gidip yaşamlarına büyük zararlar veren yılanlar, canavarlar ve yaratıklar tarafından kuşatılmış insanlara büyük faydalar sağlayabilirsin. Git ve iyilik yap; sahip olduğun gücün yarısını bile kullansan, sonsuza dek unutulmayacak bir kahraman olursun. İşini bitirdiğinde sana bir yer ayarlayacağım. Sonra da gidip kardeşin Kabinocca’yla kuzeyde yaşayacaksın.”
Bu anlaşmanın ardından Manabozho elini uzatarak babasını uçurumun kenarından almış ve onun yanından ayrılarak kendi topraklarına dönmüş ve orada, aldığı yaralar yüzünden bir süre acı içinde yatmış.
Ancak bu yaraların çoğu kapanmış ve kısa süre sonra, büyükannesinin şifalı ellerinde iyileşen Manabozho, eski iriliğine ve gücüne kavuşup yeni maceralara hazır hale gelmiş. Gölün diğer ucunda yaşayan ve büyükbabasını öldüren kötü kalpli yaşlı Manito, İnci Tüyü’ne savaş açmayı aklına koymuş. Büyük yaylar ve sınırsız sayıda mızraklar yaparak hazırlıklara başlamış ama mızraklarının başı yokmuş. Noko, biraz ötede yaşayan yaşlı adamın ona ihtiyacı olan şeyi verebileceğini fısıldamış, o da Noko’yu adama göndermiş. Kadın kısa süre sonra elleri dolu bir biçimde dönmüş ama Manabozho bunların yetmeyeceğini söyleyip kadını geri göndermiş. Kadın, bir o kadar da mızrak başıyla dönünce Manabozho kendi kendine, “Bunları yapmanın bir yolunu bulmalıyım,” demiş.
Bu mızrak başlarının nasıl yapıldığını doğrudan sormak yerine, – tıpkı Manabozho gibi – büyükannesini kandırarak istediği bilgiye hileyle ulaşmayı tercih etmiş. “Noko,” demiş, “ben davulum ve çıngırağımla savaş şarkıları söylerken sen de gidip bana daha büyük mızrak başları bulmaya çalış çünkü getirdiklerinin hepsi aynı boyda. Git de bak bakalım, bu yaşlı adam biraz daha büyüğünü yapmaya istekli mi?”
Büyükannesi giderken onu uzaktan takip etmeye başlamış ve tepesine kocaman bir kuş bağladığı davulunu kulübede bırakmış; böylece kuş çırpınarak davulu titretmeye devam edecek, herkes de onun kulübede kaldığını zannedecekmiş. Yaşlı ustayı çalışırken izlemiş ve mızrak başlarının nasıl yapıldığını öğrenmiş; ihtiyarın bir de güzel kızı varmış ve Manabozho ilk kez bir kalbi olduğunu anlamış ve öyle bir iç çekmiş ki, kulübe şiddetli bir rüzgârla sarsılmış.
“Nasıl da esiyor!” demiş yaşlı adam.
“Güneyden esmiş olmalı,” demiş kızı. “Mis gibi kokuyor.”
Manabozho sessizce uzaklaşmış ve iki adımda evine vararak sanki kulübeden hiç ayrılmamış gibi şarkılarını söylemeye devam etmiş. Büyükannesi gelip ona daha büyük mızrak başlarını getirene kadar, davula bağladığı kuşu serbest bırakacak zamanı olmuş.
Akşam olunca büyükannesi, “Oğlum, savaşa gitmeden önce ağabeylerinin yaptığı gibi oruç tutmalısın, böylece muzaffer olup olmayacağını anlarsın,” demiş.
Manabozho itiraz etmemiş; ormanda gölgeli bir yer bulmuş ve iki ya da üç düzine ağız sulandıran ayıyı, bir geyiği ve en yumuşak etli kuşları dizdiği yirmi ipi özenle saklamış; sonrasında büyükannesinin onu göremeyeceği kadar uzaklaşıp, “Akşam çöktüğünde bir düzine kuşu ve bir ayının yarısını mideme indirdikten sonra yaşlı ve bilge büyükannemi duygulandıracak şekilde açlıktan ölmüş ve bitkin bir halde evime dönerim,” diye düşünmüş.
Oruç tutacağı yeri Noko seçmiş ve gideceği yerin sesinin duyulamayacağı kadar uzakta olması gerektiğini, yoksa uğursuzluk getireceğini söylemiş.
Bir süre sonra, her daim yaramazlık peşinde olan Manabozho, kendi kendine, “Büyükannem neden tam burada oruç tutmamı istiyor, neden endişeleniyor?” diye düşünmeye başlamış.
Ertesi gün mesafeyi biraz azaltınca büyükannesi hemen, “Biraz daha uzaklaş!” diye bağırmış ama yaramaz olduğundan Manabozho, kulübeye yaklaşsa da uzaklaşıyormuş gibi görünebilmek için alçak bir sesle bağırmaya başlamış ve o kadar yaklaşmış ki kulübede olan biteni görebilir hale gelmiş.
Pusuya yatalı çok geçmeden, omuzlarından sırtına doğru bir çalı gibi uzanan upuzun saçları olan yaşlı bir büyücünün kulübeye girdiğini görmüş. Onun hakkında konuşmaya başladıklarını duymuş ve bu sırada ikisinin kafası birbirine o kadar yakınmış ki Manabozho onların öpüştüğünden emin olmuş. Birinin saygıdeğer büyükannesine böyle bir cürette bulunmasına öfkelenerek kendisine yapılan bu hakareti cezalandırmak için yanan bir kömüre üfleyerek yaşlı büyücünün saçlarına dokunmuş. Maalesef yaşlı büyücü, büyükanneyi bir kez daha öpecek zaman bulamadan alevleri hissetmiş ve havaya sıçramış. Bunun üzerine ateş harlanınca, bir ateş topu gibi parlayarak kırlara doğru koşmaya başlamış.
Bu esnada oruç tuttuğu yere kaçan Manabozho, kalbi kırık bir halde ve açlıktan ölmek üzereymişçesine haykırmış: “Noko! Noko! Eve dönme vaktim geldi mi?”
“Evet!” diye bağırmış büyükannesi ve kulübeye vardığında, “Etrafta bir şey gördün mü?” diye sormuş.
“Görmedim,” demiş çocuksu bir samimiyetle ve olabildiğince saf görünerek. Bunun üzerine büyükannesi ona yakından bakmış ve hiçbir şey söylememiş.
Manabozho orucunu bitirmiş; bu sürede sinsice yirmi tombul ayı, altı düzine kuş ve iki nefis geyik tüketmiş; savaş şarkılarını söylemiş ve savaşa hazır halde kanosuna binmiş.
Savaşta kullanacağı silahların yanı sıra büyük miktarda yağ da stoklamış. Gece gündüz demeden yoluna devam etmiş çünkü sadece istemesi veya konuşması, kanoyu hareket ettirmeye yetermiş. Sonunda alevli yılanların görüş alanına varmış, onları incelemek için durmuş ve birbirlerinden biraz uzakta olduklarını ve durmaksızın püskürttükleri alevlerin geçit boyunca uzandığını görmüş. Onlara günaydın diyerek arkadaşça konuşmaya başlamış ancak yılanlar “Seni tanıyoruz Manabozho, buradan geçemezsin,” demişler.
Ancak elbette ki Manabozho bu kadar kolay vazgeçmemiş. Sanki geri dönecekmiş gibi kanosunu döndürürken birden dehşet verici bir sesle bağırmış:
“Arkanızdaki de ne?”
Tetikte bekleyen yılanlar birden başlarını çevirmiş ve Manabozho göz açıp kapayana dek aralarından geçip gitmiş.
Sonra dönüp, “Pekâlâ, hamlemi beğendiniz mi?” demiş.
Ardından yayını ve mızraklarını alıp dikkatlice nişan alarak yılanların