Mitoloji Rehberi. Helen Archibald Clarke
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mitoloji Rehberi - Helen Archibald Clarke страница 9
![Mitoloji Rehberi - Helen Archibald Clarke Mitoloji Rehberi - Helen Archibald Clarke](/cover_pre1382733.jpg)
Taklitte başarısız ama kendi olduğu haliyle çok başarılı insanlar vardır, büyük yabantavşanı da onlardan biriydi. Başkalarının yaptıklarını taklit etmeyi bırakınca başarıyı yakaladı ve zaafının farkına vardıktan sonra kendini ciddiyetle becerilerini geliştirmeye adadı ve m’teoulin yani büyü konusunda çalışmaya başladı. Zaman içinde öyle büyük bir sihirbaz oldu ki istediği zaman hayaletler, mahsuller, fırtınalar ya da şeytanlar yaratabilmeye başladı çünkü azimliydi ve bunu doğru kanala yönelttiğinde her istediğini yapabilirdi.
Sonra büyük yabantavşanının başı belaya girdi. Mikmaklar’ın kayıtlarına göre, bunun sebebi kendini kovalayan su samurundan birkaç adet balık çalmasıydı ancak Passamaquoddy’ler bu kötü eylemdeki niyetinin masum olduğunu söylemekteydi; bunun sebebi de muhtemelen ondan kendi ataları ve Wabanald’ın babası olarak övgüyle söz etmeleridir. Bunlara rağmen hikâye şöyle anlatılmaktadır:
Tavşan, bir tür yabankedisi olan Kanada vaşağının, Lusifee’nin doğal avıdır ve türünde ondan başkası bu kadar inatçı değildir. Bu yabankedisi bir gün bir kurt çetesiyle ava çıkmış ve kurtlar hiçbir şey avlayamamış. Hal böyle olunca, onlara büyük vaatlerde bulunan ve önderlik taslayan yabantavşanı sinirlenmiş ve büyük yaban-tavşanını düşünerek bu kez gerçekten de karınlarını doyuracaklarına söz vermiş. Sonra onları tavşanın çadırına götürmüş ama tavşan orada yokmuş, açlıktan gözü dönen kurtlar öfkeyle yabankedisine hakaretler savurup ormanın dört bir yanına dağılmış.
Bu yüzden tavşanın tam bir sihirbaz olduğunu düşünüyorum. Öyle olmalı çünkü yaban kedisi onu tek başına avlamak istediğinde, tüm ruhuyla ona yem olmamaya karar verdi ve sihirbazlık kabiliyetini mümkün olduğunca geliştirdi. Eline bir avuç talaş aldı ve birazını olabildiğince uzağa fırlattı ve üzerine atladı, uzun atlayış kabiliyeti tartışılmazdı. Sonra birazını da fırlatıp atlayarak bu şekilde uzun bir yol katetti. Bunu yapmasının sebebi iz bırakmak istememesiydi, hem izini, hem kokusunu hem de sesini kaybettirdiğini düşününce ışık hızıyla kaçtı.
Daha önce de söylediğim gibi, kurtlar tavşanın çadırına gidip hiçbir şey bulamadıklarında, bir müddet etrafı kokladılar ve sonunda sonsuza dek avlanmak ya da aç kalmak pahasına da olsa tavşanı yakalayacağına dair kuyruğu üzerine yemin eden yabankedisini bırakıp kaçtılar.
Bunun üzerine yabankedisi, çadırı kendine merkez belleyerek etrafını aramaya devam etti ve her seferinde çemberi biraz daha genişletti. Sonunda bir iz bulunca, tavşanın peşinden koşmaya başladı. Gece çökene dek ikisi de çok koştu. Kendini korumak isteyen tavşanın, ancak karı çiğneyip bir ladin dalını dikerek ucunda soluklanacak kadar zamanı vardı. Ancak yabankedisi çıkagelince, kendine güzel bir çadır buldu ve oraya saklandı. Görebildiği tek şey, çok ciddi ve ağırbaşlı bir görüntüsü olan, saçları ağarmış, heybetli (sogmoye) görüntüsünü bir çift uzun ve saygıdeğer kulakla taçlandırmış bir adamdı. Yabankedisi soluk soluğa kalmış bir halde ona bu tarafa doğru koşan bir tavşan görüp görmediğini sordu.
“Tavşanlar!” diye bağırdı yaşlı adam. “Neden soruyorsun ki, elbette gördüm. Ormanda bir sürü var. Her gün düzinelerce görüyorum.” Bu sözlerin üzerine yaşlı adam, yabankedisine kibarca bir süre onu ağırlamayı teklif etti. “Ben yaşlı bir adamım,” dedi ciddi bir tavırla. “Hem de yalnız yaşayan yaşlı bir adam. Sizin gibi saygıdeğer bir konuk benim için bir lütuftur.” Bu sözlerden çok etkilenen kedi teklifi kabul etti. Güzel bir akşam yemeğinden sonra ateşin yanına uzandı ve bütün gün koşturduğu için hemen uykuya dalarak sabaha kadar deliksiz uyudu. Ama uyandığında kendini karların içindeki çalılıklarda neredeyse açlıktan ölmek üzere bulunca dehşete kapıldı. Sefil bir haldeydi! Rüzgâr, canını almak isteyen bir sertlikte esiyor, sanki iliklerine işliyordu. Sonra aptal olduğunu, sihirle kandırıldığını anladı ve tavşanı öldürmek için dişleri ve kuyruğu üzerine bir kez daha yemin etti. Ortada çadır falan kalmamıştı; bir tek eşelenmiş karlara tutturulmuş bir ladin dalı kalmıştı ama tavşan, bu kadarcık şeylerden bile büyük bir hezeyan yaratmıştı.
Yine bütün bir gün boyunca koştuktan sonra gece çökünce tavşan, önceki güne kıyasla daha çok zamanı olduğundan karda daha geniş bir alan açtı ve etrafa bir sürü dal serpti; bu kez daha büyük bir şey inşa edecekti. Yabankedisi oraya vardığında, büyük bir Kızılderili köyüyle karşılaştı. İnsanlar bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Gördüğü ilk bina bir kiliseydi ve içeride ayin vardı. İçeri girip karşısına çıkan ilk kişiye “Hu! Buradan geçen bir tavşan gördün mü?” diye sordu.
“Şşt!” diye yanıtladı adam. “Böyle sorular sormadan önce ayinin bitmesini beklemelisin.” Ardından genç adam onu içeri davet etti ve yabankedisi, kindar ve açgözlü olmanın kötülüğüyle ilgili uzun bir vaaz dinledi. Vaiz, ak saçlı bir ihtiyardı ve kulakları, küçük şapkasının üzerinden sürahinin kupları gibi dikiliyordu. Vaazda söylenenlerin hiçbiri yabankedisinin yüreğine dokunmadı ve vaaz biter bitmez yardımsever adama dönerek, “Şimdi söyle, buradan geçen bir tavşan gördün mü?” diye tekrar sordu.
“Tavşanlar! Tavşanlar!” diye yanıtladı genç adam. “Buralardaki sedir bataklıklarda her gün yüzlerce tavşan oluyor, ne kadar istiyorsan al.” “Ah!” dedi yabankedisi. “Ama benim aradığım onlar değil. Benimki tamamen farklı bir tür.” Bunun üzerine adam orman tavşanlarından başka tavşan bilmediğini, belki de bilge Şeflerinin ya da Chiei’lerinin başka türdeki bir tavşandan haberdar olabileceğini söyledi.
Sonra Şef, Sagamore, yanlarına geldi. Vaiz gibi, onun da çok dikkat çekici bir görüntüsü ve ak saçları vardı; başının iki yanından uzun bukleler uzanıyordu. Bu yabancıyı evine davet etti ve güzel iki kızı misafirlerine bir akşam yemeği hazırladı. Yabankedisi dinlenmek isteyince ona battaniyeler ve güzel bir beyaz ayı postu getirdiler ve ateşin yanına onun için güzel bir yatak hazırladılar. Yabankedisi, yine kafasını koyar koymaz uykuya daldı ve uyandığında büyük bir değişiklikle karşı karşıya kaldı. Bu sefer, ıslak bir sedir bataklığında yatıyordu ve rüzgâr öncekinin on katı sertlikteydi. Akşam yemeği ve gece uykusu ona pek iyi gelmemişti çünkü bunlar da bir başka hezeyandan fazlası değildi. Etrafında tavşan ayak izleri ve kırık dallardan başka bir şey göremedi.
Yeniden, çok daha öfkeli bir şekilde ayaklandı ve ondan intikam alacağına dair kuyruğu, pençeleri ve dişleri üzerine korkunç yeminler etti. Bütün gün koşturdu ve o gece başka bir büyük köye yaklaşınca, soluk soluğa “Buralardan… geçen bir tav…şan gördünüz mü?” diye sordu. Büyük bir endişe ve nezaketle köylüler ona sorunun ne olduğunu sordu. Yabankedisi bütün hikâyeyi anlatınca, köylüler ona acıdılar ve hatta iki güzel kızı olan yaşlı bir adam – kabile reisi – gözyaşları içinde onu teselli etti ve geceyi onlarla geçirmesini söyledi. Hep birlikte ortada ateşin yandığı geniş bir salona gittiler. Ateşin üzerinde çorba ve etle dolu iki tencere kaynıyordu ve ateşin başındaki Kızılderililer, herkese payını dağıtıyordu. Yabankedisi de payına düşeni aldı ve hep birlikte bir ziyafet çektiler.
Yemek bittiğinde, kır saçları ve başının yanından dökülen saygıdeğer lüleleriyle Şef, misafirini selamlamak için uzun bir konuşma yaptı ve misafir ağırlamanın bir gelenek olduğunu ancak misafirden de bir şarkı söylemesini