Mitoloji Rehberi. Helen Archibald Clarke

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mitoloji Rehberi - Helen Archibald Clarke страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Mitoloji Rehberi - Helen Archibald Clarke

Скачать книгу

kendilerine ormanda yaşayacak bir yer buldu. Evinin sessizliğinin veya büyük oğluyla girdikleri kovalamacalar gibi daha cazip zevklerin tadına huzur içinde varırken yıllar geçti. Sonunda bu huzurlu hayatları sekteye uğradı, ıssız kulübelerine hastalık girdi ve avcı bir daha kalkmamak üzere yatağa mahkûm oldu. Ölümü yaklaşırken ailesine seslendi:

      “Sen,” dedi karısına dönerek, “hayat arkadaşım, Kutsanmışlar Adaları’nda bana katılacak, yanıma geleceksin. Ardımdan uzun süre acı çekmeyeceksin. Ama ya çocuklarım!” Ardından çocuklarına dönerek onlara sevgiyle baktı: “Hayatın daha çok başındasınız. Dikkatli olun, kabalıklar, nankörlükler ve her türlü kötülük sizi bekliyor. Az önce söylediğim şeyler yüzünden kabilemi ve akrabalarımı bırakıp bu ıssız yere geldim. Annenizin ve sizin yoldaşlığınızla yetindim çünkü sizi kötü örneklerden uzak tutmak istedim. Eğer sizler birbirinize değer vereceğinize, en küçük kardeşinizi yüzüstü bırakmayacağınıza söz verirseniz huzur içinde öleceğim.”

      Konuşmaktan yorgun düşen avcı, birkaç dakikalığına gözlerini yumduktan sonra büyük bir çaba sarf edip gücünü toplayarak en büyük çocuklarının elini tuttu ve şöyle dedi: “Kızım, küçük kardeşinin elini sakın bırakma. Oğlum, küçük kardeşinin elini sakın bırakma.”

      İkisi de babalarına, “Asla! Asla!” diyerek yanıt verdi ve avcı, yatağının üzerine uzanıp çok geçmeden son nefesini verdi.

      Karısı da avcının öngördüğü gibi sekiz ay kadar kısa bir sürede onun peşinden gitti ancak son günlerinde çocuklarına babalarına verdikleri sözü hatırlattı. Annelerinin ölümünden sonraki kış boyunca iki büyük çocuk, henüz çok küçük, narin ve hasta olan kardeşlerine son derece hassas ve düşünceli davrandılar ancak kış bitince genç adam huzursuzlanmaya, babasına verdiği sözden vazgeçmeye ve babasının kabilesini aramaya karar verdi.

      Bu kararından kız kardeşine bahsedince, kardeşi şöyle dedi: “Kardeşim, senin bu isteğine şaşırmıyorum çünkü akrabalarımızla bir araya gelmemiz yasaklanmadı ama bize birbirimize sahip çıkmamız ve küçük kardeşimizi korumamız gerektiği söylendi. Eğer içimizden gelenin peşine düşersek onu ihmal edebiliriz.”

      Genç adam buna cevap vermedi ama yayını ve mızraklarını alıp kulübeden çıktı ve bir daha geri dönmedi. Onun gidişinin ardından birkaç ay geçti ve bu süre boyunca kız küçük kardeşine şefkatle baktı ancak sonunda yalnızlık onun için de dayanılmaz hale geldi ve kardeşinin bakımından kaçmayı ve onu çaresizliğiyle tek başına bırakmayı düşünmeye başladı. Kulübeye fazlasıyla yiyecek depoladı ve kardeşine, “Kulübeden ayrılma, ben ağabeyimizi aramaya gidiyorum ve yakında döneceğim,” dedi.

      Sonra da ağabeyini bulmayı umut ettiği kabilesinin köyünü aramaya koyuldu. Köye vardığında toplumdaki yeniliği ve yaşıtlarını görmekten o kadar keyif aldı ki küçük kardeşini tamamen unuttu. Ağabeyi mutlu bir evlilik yapmıştı, kendisi de bir evlilik teklifi alınca ormandaki ıssız kulübeye dönme fikrinden vazgeçti ve kocası olacak genç adamla köyde bir yuva kurmayı kabul etti.

      Ormanda kalan küçük kardeş, ablasının depoladığı tüm yiyecekleri bitirince ormana gidip böğürtlen topladı ve topraktan birkaç kök çıkardı. Hava ılık olduğu sürece bunlar açlığını bastırıyordu ancak kış gelirken yiyecek bulamadığı için çok sıkıntılı bir halde ormanda dolaşmaya başladı. Gecelerini sık sık ağaç kovuklarında geçiriyor kurtlardan artakalan etleri büyük bir keyifle yiyordu. Kurtlardan öylesine korkmaz olmuştu ki onlar avlarını yerken yanlarında oturuyordu; hayvanlar da ona o kadar alışmıştı ki onun varlığından memnun görünüyor ve her zaman yemeklerinin bir kısmını ona bırakıyorlardı. Böylece küçük kardeş, ormanın vahşi hayvanları sayesinde aç kalmaktan kurtuldu ve kışı geçirdi. Kış geçip de Büyük Göl’ün buzları eriyince, o da kurtların peşine takıldı ve açık kıyılara kadar ilerledi. Bir gün ağabeyi gölde kanosuyla balık tutarken bir çocuğun ağlama sesini duyup kıyıya koştu ve az ötede kardeşini ağlamaklı bir şekilde şunları söylerken buldu:

      Nesia, Nesia, shug wuh, gushuh!

      Ne mien gun-iew! Ne mien gun-iew!

      Kardeşim, kardeşim!

      Kurda dönüşüyorum!

      Kurda dönüşüyorum!

      Sözlerini bitirince bir kurt gibi uludu; yanına yaklaşan ağabeyi, küçük adamın gerçekten de yarı kurda dönüştüğünü görünce irkildi ve aceleyle ileri doğru koşarak “Kardeşim, kardeşim, yanıma gel!” diye bağırdı. Ancak kardeşi, bir yandan şarkısına devam etti, bir yandan da ondan kaçtı: “Bir kurda dönüşüyorum! Ne mien gun-iew! Ne mien gun-iew!” Ağabeyi pişmanlık ve acı içinde bağırmaya devam etti: “Kardeşim, küçük kardeşim, yanıma gel!” Ama o ne kadar istekle bağırsa, kardeşi ondan o kadar hızlı uzaklaşıyor, giderek kurda benziyordu. Sonra uzun bir ulumayla tüm vücudu değişti, ormanın derinliklerinde kayboldu.

      Ağabey büyük bir üzüntüyle köyüne döndü ve kız kardeşiyle hayatlarının sonuna dek kardeşinin korkunç kaderine ağıtlar yaktılar.

      Salyangoz Wasbashas Nasıl İnsana Dönüştü? (Kuzey Amerika Kızılderilileri)

      Bir zamanlar Missouri Nehri kıyısında bir salyangoz yaşıyordu, neşe içindeydi çünkü bol bol yiyeceği vardı ve bir salyangozun isteyebileceği hiçbir şeyde gözü yoktu. Ne var ki en sonunda başına bir felaket geldi. Nehrin suları taştı ve küçük yaratık güvenle kıyıda kalma umuduyla var gücüyle bir kütüğe tutunsa da, yükselen sular hem onu hem de kütüğü alıp götürdü ve sular çekilene kadar günlerce çaresizce yüzdüler. Zavallı salyangoz nehrin balçığıyla kaplı bir kıyıya saplanıp kaldı, güneş doğduğunda hava o kadar sıcaktı ki çamura geri dönüşü olmayan bir biçimde saplanıp kaldı.

      Sıcak ve kuraklıktan bunalmış, yiyecek bulamadığı için aç bir halde umutsuzca kaderine boyun eğdi ve ölmeyi bekledi ancak ansızın yeni hissiyatları uyandı ve vücuduna yenilenmiş bir güç girdi. Kabuğu aniden açıldı, başı yavaş yavaş yerden yükseldi, alt uzuvları ayak ve bacak şeklini aldı, iki kolu çıktı ve parmakları oluştu. Böylece parıldayan güneşin altında uzun boylu ve asil bir görüntüsü olan bir adama dönüştü. Bir süre bu değişim onu sersemletti, ne enerjisi ne de belirgin düşünceleri vardı. Yavaş yavaş beyni faaliyete geçti ve geri gelen anılar onu doğduğu kıyılara dönmeye teşvik etti. Çıplak, cahil ve neredeyse açlıktan ölmek üzere bir halde yürümeye başladı. İştahını kabartan hayvanlara ve kuşlara rastladı ancak onları nasıl öldüreceğini bilmediği için karnını doyuramadı.

      Sonunda o kadar güçsüz düştü ki ölmesi gerektiğini düşünerek umutsuzca kendini yere bıraktı. Çok geçmeden ona adıyla seslenildiğini duydu: “Wasbashas, Wasbashas!” Yukarı baktı ve önünde beyaz bir hayvanın üzerinde oturan Baş Tanrı’yı gördü. Gözleri yıldızları, saçlarının ışıltısı güneşi anımsatıyordu. Tepeden tırnağa titreyen Wasbashas kafasını eğdi, ona bakamadı. Yumuşak bir ses yeniden duyuldu: “Wasbashas, neden korkuyorsun?” “Titriyorum,” dedi Wasbashas, “çünkü beni yerden kaldıran gücün önünde duruyorum. Bayılmışım, kıyıya küçük bir kabuk halinde vurduğumdan beri ağzıma tek lokma koymadım.” Bunun üzerine Baş Tanrı ellerini kaldırarak ona bir yay ve ok gösterdi. Wasbashas’ın ona bakmasını söyleyerek

Скачать книгу