Mitoloji Rehberi. Helen Archibald Clarke

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mitoloji Rehberi - Helen Archibald Clarke страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
Mitoloji Rehberi - Helen Archibald Clarke

Скачать книгу

bir yara açtı ancak bu onu sadece sersemletti, öldürücü bir darbe olmadı. Ertesi sabah uyanan yabankedisi, kendini yine kar, çamur ve pisliğin içinde, her zamankinden daha aç halde buldu; kafası aldığı korkunç darbe yüzünden kanıyordu ve neredeyse ölmek üzereydi. Tüm bunlara rağmen içindeki Kızılderili şeytanı her zamankinden daha güçlüydü çünkü yediği her kazık, içindeki intikam ateşini harlıyordu. Bu kez kuyruğu, pençeleri, dişleri ve gözleri üzerine yemin etti.

      O gün kafasındaki yara yüzünden zar zor yürüyebildiğinden, çok uzaklaşamadı. Yorgunluktan bitkin düşmek üzereyken, öğle vakti iki güzel çadıra rastladı. Birinde kır saçlı bir ihtiyar, diğerinde ise onun kızı olduğunu düşündüğü genç bir kadın vardı. Onu kibarca karşıladılar, başından geçenleri dinlediler, ona üzüldüler ve yaşlı adam onlarla kalmasını, ona bir doktor bulacağını söyledi çünkü yarasına hemen müdahale edilmezse yabankedisi ölecekti. Çok endişelenen adam, kızını bu yorgun ve yaralı misafire bakması için orada bırakarak doktor aramaya gitti.

      Nihayet doktor geldi, o da kır saçlı yaşlı bir adamdı ve kafa derisi tuhaf bir biçimde iki boynuz şeklinde bölünmüştü. Ancak sürekli kandırılan yabankedisi, bu kez şüphelenmeye başlamıştı çünkü iyi niyeti sürekli suiistimal edilen kişi, haliyle bir süre sonra her şeyden kuşkulanırdı. Doktora gaddarca bir bakış atan yabankedisi, “Buralarda hiç tavşan gördünüz mü diye soracaktım ama sizi bir tavşana benzettim doğrusu. Burnunuz nasıl yarıldı öyle?” diye sordu. “Ah, cevabı çok basit,” dedi yaşlı adam. “Bir gün wampum boncukları dövüyordum, o sırada taş ikiye yarıldı ve bir parçası yüzüme fırlayarak burnumu ikiye ayırdı.”

      “Peki ya ayak tabanlarınız neden bu kadar sarı; bir tavşanı aratmayacak kadar hem de?” diye ısrar etti yabankedisi. “Çünkü tütün ayıklıyordum ve ellerim dolu olduğu için ayaklarımı kullanmak zorunda kaldım. Ayaklarım o yüzden sarıya boyandı.” Bunun üzerine yabankedisi şüphelerini bir yana bıraktı ve doktor yarasına merhem sürdü, artık kendini daha iyi hissediyordu. Ama sabah uyandığında bir kez daha içine gömüldüğü o sefalet! Üstelik bu defa sefaletin uç noktasındaydı. Başı inanılmaz derecede şişmişti ve ağrıyordu, iyice açılan korkunç yara baldıran otları ve çam ağacı kıymıklarıyla doluydu. Belli ki doktorun sürdüğü merhem bunlardı! Bunun üzerine karşısına çıkacak ilk canlıyı öldüreceğine ant içti! Tavşan veya bir Kızılderili, kim olduğu umurunda değildi. Bu sefer kesinlikte intikamını alacaktı.

      Artık tavşan, sihrinin ya da m’téoulinin sonuna yaklaşmıştı, yine de son bir oyun için yeterli gücü vardı. Bir gölün yakınına vardığında eline kocaman bir yonga6 aldı ve onu sihirle büyüterek suya fırlattı; böylece yonga, bir anda beyaz adamların yaptığı devasa bir gemi gibi görünmeye başladı. Yaban kedisi göle gelince, yelkenleri açılmış ve bayrağı dalgalanan bir gemiyle karşılaştı. Kollarını kavuşturan kaptan, güvertede tüm görkemiyle duruyordu; hoş, ak saçlı ve ağırbaşlı bir adamdı, iki ucundan büyük ve görkemli boynuzları andıran yanları kalkık bir şapka takmıştı. Ancak yabankedisi büyük yeminini bir an olsun unutmamıştı, bu yüzden “Bu sefer benden kaçamazsın tavşan! Artık seni yakaladım!” diye bağırdı ve suya dalıp gemiye doğru yüzmeye başladı. Tüfek talimiyle meşgul kaptan, suda bir yabankedisi görünce adamlarına ateş etmelerini emretti ve onlar da kulak yırtıcı büyük bir gürültüyle emre uydu. Aslında bu gürültünün esas sebebi, tepede bir grup gece kuşunun silah atışına benzer bir çığlıkla üzerine çullanmasıydı ya da yabankedisi bu sesi silah sesine benzetmişti. Bu yaylım ateşi karşısında dehşete kapılan yabankedisi, bu sefer gerçekten bir hata yaptığını düşünerek kuyruğunu kıstırdı ve karanlık, köhne ormana doğru yüzerek kıyıya çıktı. Eğer hâlâ ölmediyse, muhtemelen tavşanı aramaya devam ediyordur.

      Aşağıdaki iki hikâyede, Amerikan Kızılderili mitolojisinin en ünlü iki kahramanı yer almaktadır. Bunlardan ilki, Algonkin Kızılderilileri arasında Manabozho, İrokualar arasında Hiawatha olarak bilinir. Kızılderili efsanelerinde çoğunlukla bir insan olarak tasvir edilmesine rağmen zaman zaman ilahi niteliklere sahip olduğuna rastlanmaktadır. Onunla ilgili alışılagelmiş rivayetlere göre,7 bu kahraman bilge insan veya peygamber niteliğiyle insanlığa gönderilmiş Baş Tanrı’nın elçisi olarak kabul edilmektedir ancak insandaki tüm niteliklere ve mucizeler yaratma gücüne sahiptir. İnsanoğlunun davranışlarına ve geleneklerine mükemmel biçimde uyum sağlar; evlenir, kendine bir ev inşa eder, avlanır, balık tutar, savaşır ve diğer Kızılderililer gibi zaferleri ve yenilgileri vardır. İnsanın güçle ve bilgelikle yapabileceği her şeyi başarabilir ancak insan gücünden daha fazlasını gerektiren durumlarla karşılaştığında mucizevi güçlerini devreye sokar. İstediği yere gidebildiği sihirli bir kanosu vardır ve tıpkı bir ignis fatuus8 gibi geniş ovaların üzerinden atlayabilir. Tanrı gibi aniden belirir ya da yoksul ve aç bir avcı gibi şehrin döküntüleri arasında dolaşır. Sesi bazen gök gürültüsü gibi pes ve gür bir tondayken bazen kadınsı bir yakarışın yumuşaklığını ortaya çıkarır. Kendini istediği herhangi bir hayvana dönüştürebilir ve sık sık kümes hayvanlarıyla, sürüngenlerle ve balıklarla konuşur. Kendini onların akrabası olarak görür, onlara her zaman “kardeşim” diye hitap eder ve en büyük yeteneğinden biri zor durumda kaldığında hayvan kılığına girmesidir.

      Kötü güçleri ne olursa olsun Manitolar’ı yenebilir. Kızılderili hikâyelerinde Manitolar, perilere benzer nitelikte tasvir edilir. Hayali mizaçları, mertebeleri ve güçleri vardır; bunlar bazen iyi bazen de kötü olabilir ancak Manabozho, en kötü niyetlileri bile bozguna uğratacak, en güçlüleri yenecek ve en kurnazları alt edecek kadar güçlü, büyülü bir güce sahiptir. Bununla birlikte, tüm bu yeteneklere sahip bir şahsiyetten beklendiği üzere tamamen iyiliksever bir varlık değildir; ne yazık ki zaman zaman hırslı, kibirli ve hilekârdı ve bazen kötü bir Manito’dan farkı yoktu. Ama Batı Rüzgârı’nın oğlundan başka ne beklenebilir? Babası Ningabiun, batı rüzgârı tanrısıydı ve rüzgârı kişileştiren efsanevi varlıkların her zaman tıpkı rüzgârın kendisi gibi oyunbaz bir mizacı olduğu görülürdü. Tanrı olarak kendisinden hep büyük beyaz tavşan olarak bahsedilirdi.

      Bir diğer Algonkin kahramanı, Gluskap9 da ilki kadar ilginçtir ve Manabozho’ya kıyasla daha gerçek bir kahraman niteliği taşır. Bu tanrısal varlığın adı Gluskap, yalancı anlamına gelir çünkü ruhlar diyarına göçmek için yeryüzünü terk ettiğini ve tekrar döneceğini söylemesine rağmen bunu asla yapmamıştır. Gluskap hakkında birçok harika hikâye anlatılır ama ondan hiçbir zaman Manabozho gibi aptal, zalim veya fantastik olarak söz edilmez. Bugün Yeni İskoçya’yı ziyaret eden herkes Gluskap’ın yaşadığı, Fundy Körfezi ve Minas Havzası arasında uzanan geniş Blomidon Burnu’nu görebilir. Kırmızı kumtaşıyla kaplı zemin, gökyüzüne yükselen granit siperlerle taçlandırılmıştır. Bazen Minas Havzası’nın suları bu devasa burnun tabanına hafifçe çarpar, bazen de suya ulaşmak için burundan 1,5-2 km yürümek gerekebilir. Suyun yükselmesi ve çekilmesiyle bu durum günde iki kez gerçekleşir. Gerçekten de burası büyülü bir diyardır ve Blomidon, kafası yıldızlara değecek kadar yükselebilen ve dev bir düşmanı yayının tek bir hamlesiyle öldürebilen büyük Kızılderili tanrısına son derece yakışan görkemli bir evdir. Bu kahramanların ikisiyle de az sonra tekrar karşılaşacağız.

      Manabozho’nun Hikâyesi (İrokua)

      En baştan

Скачать книгу


<p>6</p>

Kesilen, yontulan ya da rendelenen bir şeyden çıkan irice parça. (e. n.)

<p>7</p>

Bkz. Schoolcraft.

<p>8</p>

Bataklık alevi. (ç. n.)

<p>9</p>

Bkz. Leland, Algonquin Legends.