Tehlikeli Zümrütler. Harold MacGrath
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tehlikeli Zümrütler - Harold MacGrath страница 5
“Öyle şeyler söylediğim için üzgünüm,” dedi kız. “Ama çok yorgunum! Bütün gün ayaktaydım ve herkes bağırıp çağırıp duruyor. Ayrıca para bozduranlar kadar puro alan olsa patron zengin olurdu.”
“Bana şuradaki güllerden bir düzine verin.” Tezgâhtar kız aynı zamanda gül de satıyordu.
“Pembe olanlardan. Ne kadar?”
“İki buçuk.”
Parayı uzattı. “Sarmanıza gerek yok. Güller sizin için, iyi akşamlar.”
Ali Baba’nın yakutlarla dolu varillere baktığı gibi kız güllere bakakaldı.
“Benim için mi?” diye mırıldandı. “Neden ki?”
Bakışları bulanıklaştı. Hawksley gözden kayboldu ama bunun bir önemi yoktu. Onun nazik tavrını hatıralarında saklayacaktı.
Hawksley’nin gözü puroları satın alan adamdan başka bir şey görmez olmuştu. Her halükârda daha fazla kaçmak işe yaramayacaktı. Doğrudan varış noktasına gidecekti. İhtiyar Gregor ona daire anahtarının bir kopyasını göndermişti. Orada bir iki gün saklanabilir, sonra da Rathbone’un bankacısını bir akşam evinde ziyaret edip ona kimliğini doğrulatabilirdi. Cüzdanı ve keseyi bankaya götürmesi için Gregor’a güvenebilirdi. Bunlar güvenli bir yere gittiğinde savaşın yarısı bitmiş olacaktı. Sonrasında canından başka koruması gereken bir şey kalmayacaktı. Gülümsedi, üzerindekilerden başka giyecek kıyafeti yoktu. Arka taraftaki otelde bırakmak zorunda kaldığı eşyaları gidip alması söz konusu bile değildi. Ne de olsa sadık dostu, ihtiyar Gregor vardı. İnsan onu gördüğüne gerçekten memnun olurdu. Zavallı moruk! Şaşırtıcıydı ama son zamanlarda hep İngilizce düşünüyordu.
Gördüğü ilk boş taksiyi çevirip şehir merkezine gitti. Sürekli arkasına bakıyordu. Takip eden var mıydı? Bunun bir cevabı yoktu. Cadde, kuzey ve güney yönüne doğru ilerleyen araçlarla capcanlıydı ve trafik doğu-batı yönünden gelenlerin geçişine izin vermek için sık sık duruyordu. Hawksley’nin taksisi, Sekizinci Sokak’taki eski moda bir daireye doğru yol alıyordu. Gregor, Hawksley’nin epey acıktığını, önceki geceden beri ağzına bir lokma koymadığını fark edince yemeği hazırlayacaktı. Gregor bir otelde oda hizmetçiliği yapıyor, palto ve pantolonları ütülüyor, düğmeleri dikiyordu. Ah şu dünya düzeni! Yüksek zümredekilerin pantolonlarını ütüleyen Gregor! Stradivari’nin6 eski çalgısıyla New York’u delirten Gregor! Gregor akıllıydı. Onun için belirsizlik güvenlik demekti, bu dünyada kim bir otel hizmetçisinden daha az dikkat çekerdi ki?
Asansör aramakla uğraşmadan merdivenle binanın ilk katına çıktı. Sahanlığın birer ucunda iki kapı gördü. Birini incelemek için eğilip zilin üzerindeki yazıya baktı. Conover yazıyordu. Gregor’un dairesi diğeriydi. Anahtarı olduğu için zili çalmadı, kapıdan girip karanlık koridora adımını attı.
“Stefani Gregor?” diye bağırdı neşeyle. “Stefani! Eski dostum, ben geldim!”
Sessizlik. Ama anlaşılır bir sessizlik. Gregor ya işten dönmemişti ya da akşam yemeği için alışverişe gitmişti. Kalabalık mahalleden gelen kokulara bakılırsa, pek çok insan şu an yemek hazırlamakla meşguldü ve belli ki semtin en sevilen yiyeceği sarımsaktı. Zevkle havayı kokladı. Sarımsak kokusu açlığını artırmamış, sadece onu birkaç yıl öncesine götürmüştü. Stefani Gregor’un ve dağ kıyafetli küçük halinin engebeli tepelerin baş döndürücü patikalarında sağlam adımlarla yürüdüğünü gördü, ikisini kızıl yükseklikte oturmuş sarımsaklı esmer ekmeklerini yerken anımsadı. Leziz yemek! Onun nefesini koklayınca annesinin dehşete düşüşü! Sarımsak yemek onun doğal hakkı değilmiş gibi… Amcası sarımsaklı ekmeğin çocuklar için faydalı olduğunu söyleyerek kükremiş, tıka basa yemeye başlamıştı. Sarımsaklı ekmek ve Altın Çağ!
Işığı açtıktan sonra salonu incelemeye başladı. Oda son derece sade ve düzenliydi. Salonda, hatıralarında memleketini güzelliklerle anımsamasına sebep olan eşyalar vardı. En son yatak odasına gitti. Kapıyı açmakta biraz tereddüt etti. Işığı yakınca Gregor’un girişteki selamını neden almadığını anladı.
Başucundaki okuma lambası devrilmiş, sandalyesi kırılmış, mektuplar ve kâğıtlar yerlere saçılmıştı, çekmeceler yivlerle doluydu. Her şey yeterince açıktı. Gregor bu uçsuz bucaksız şehirde ya bir yerlerde tutsak düşmüş ya da ölmüştü.
Hawksley bir süre kımıldamadan durdu. En azından bu geceyi ve ertesi günü burada geçirmeliydi. Başka bir otele gitme riskini göze alamazdı. Elbette Rathbone’un şaşaalı evine gidebilirdi ancak bu trajediyi onun evine taşımak haksızlık olurdu.
Ayağının altında buruşturulup top haline getirilmiş bir kâğıt dikkatini çekti. Dalgın bir halde tekme attıktan sonra peşinden gidip kâğıdı aldı. Kafasında başka düşünceler vardı. İngilizce bir kelime gözüne takıldığında kâğıdı rasgele düzeltmekle meşguldü. İngilizce! Buruşuk kâğıdı iyice düzelttikten sonra okumaya başladı.
Bu mektubu bulman tamamen takdiri ilahi! Birkaç gündür takip ediliyorum, burada yaşadığımı çok uzun zamandır bildiklerinden eminim ancak henüz bilmediğim bir sebepten bana dokunmuyorlar. Bu mektubu buruşturup atacağım çünkü katlanmış halde göze çarpan bir yere bırakırsam beni almaya geldiklerinde dikkatlerini çeker. Ah, şimdi fark ediyorum. Zavallı dostum! Beni izliyorlar çünkü bu sayede sana ulaşabilmeyi umuyorlar. Seni buraya gelmemen için uyarmamın hiçbir yolu yok. Sana yedek anahtarı gönderdikten sonra bu gerçeğin farkına vardım. Tanrı seni korusun!
Hawksley mektubu yırttı. Yemek ve uyku. Düşüncelere dalmış halde mutfağa doğru yürüdü. Ne tuhaf bir karışıma sahipti! Dışarıdan bakıldığında İngilize benziyordu ama kanında kıpır kıpır gezinen Latin genleri vardı ve Slavların soğuk ve sakin yaradılışlarından da bir parça almıştı. Başa çıkması zor iki öğrenciyle uğraşan okul müdürü gibiydi. Ya Latin geni Slavı zapt ediyor ya Slav geni Latini yerinden ediyordu. Bir daha Stefani Gregor’un nazik yüzüne kanlı canlı bakamayacağına dair kaderci bir düşünceyle yiyecek bir şeyler aramaya gitti.
Mutfak bomboştu, buzdolabında sadece ekşimiş bir şişe süt vardı. Aç olduğunu söylemek hafif kalırdı. Yiyecek bir şeyler almak için dışarı çıkmaya cesaret edemedi. Daireye girdiğini kimse görmemişti ama böyle bir şansı ikinci kez yakalaması pek mümkün değildi.
Yatak odasına döndü. Işığı açmadı çünkü aklına aniden bir fikir gelmişti, Latinlerin akıl edeceği türden bir fikirdi bu. Bazı pencere kenarlarında yiyecek bir şeyler olabilirdi. Elbette ücretini bırakacaktı. Pencereye doğru ilerledi, camı ve perdeyi kaldırıp dışarı baktı. Müthiş! Binada yangın merdiveni vardı.
Bacağının birini pervazın üzerinden atar atmaz karşı tarafta altın gibi parıldayan bir şey gördü. Yiyecek arama içgüdüsü kaybolmuştu. O an tamamen Latin damarı baskın geldi, güzelliğin büyüleyiciliğine kapılmaya her zaman meyilliydi.
Avludaki mesafe on iki metreden azdı. Akşam yemeğini hazırlamakla meşgul kadını gayet net bir şekilde görebiliyordu. İçinde bulunduğu tehlikeyi, açlığını,
6
Antonius Stradivarius İtalya doğumlu müzik aletleri yapımcısı. 18. yüzyılın Avrupa'da kendi konusunda en ünlü üreticisiydi. (e.n.)