Eşber. Abdülhak Hamit Tarhan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Eşber - Abdülhak Hamit Tarhan страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Eşber - Abdülhak Hamit Tarhan

Скачать книгу

câriyeyim deyüp mukaddem,

      Hidmetle sarâyımızda ber dem.

      İhrâz-ı nigâh-ı mahremiyyet,

      Ibrâz-ı vazîfe-i hamiyyet

      Her şeyde bize itâaten ram,

      Her yerde bizimle seyr-ü-ârâm;

      Hicrân-u-vusâlde hem-efkâr,

      Ma’şûku bizimle yâd-u-tezkâr;

      Bizden ederek bu gün şikâyet,

      Dârâ kızıyım demek nihâyet!..

      Evvel ne idi?.. Nedir bu ikrâr?..

      Anlat bize; etme ketm-i esrar.

      Rokzan

      Vaktâ ki – Ayas – da çeng-ber-çeng,

      Kisrâ ile Kaysar etdiler ceng,

      İfrît-i şafak likaay-ı heycâ

      İskender’i etdi pây-bercâ;

      Hicran ile ayrılıp pederden,

      Rehyâb-ı firâr idim kederden.

      Bilmem ki neye müşâbehetde.

      Gavgaa oluyordu her cihetde!..

      Sahra sahra tebâüd etdim,

      Âhû gibi hep Hatâya gitdim.

      Almışdı reh-î firân sayyâd,

      Dağdan, dereden gelirdi feryâd!..

      Zulmet gibi serbeser suvâri,

      Tutmuştu cüyûşu her civâri.

      Fersah fersah koşub uzaldım,

      Ancak yine içlerinde kaldım!..

      İskender, o peyker-î sitemkâr,

      Ol dâirenin içinde peykâr.

      Kaysar idi Rûm’a, Çin’e Hâkaan;12

      Kisrâ idi Fürse, Mısra sultân.

      Han şimdi ve sonra Sardanappâl;

      Fir’âvn bugün, yarın da Çipâl.

      Sevk eyler idi e sâhib-i nâm,

      Îrân’a lehîb, Rûm’a asnâm;

      Tûrâna galâ ve Türk’e sarsar,

      Elgaana veba ve Rûm’a Kaysar!..

      Âteşgedeler onun yüzünden,

      Bî-fark idi meyyitin gözünden.

      Âvâzesini edince idhâl,

      Lerzân olarak düşerdi tebhâl.

      Gâhî nazarım medîd olurdu;

      Mâzî dönerek bedîd olurdu.

      Ben vakt-i seher kıyâs ederdim

      Gün doğdu deyüp yürür, giderdim.

      Handân idi mâderim semâdan,

      Bir mertebe-î cihannümâdan.

      Gâhî pederim ona muâkıb,

      Mânend-i şihâb olurdu sâkıb.

      Rokzan… Der idi hazin bir âvâz;

      Rûhum edecek olurdu pervâz.

      Sönmüş idi ahteri görürdüm;

      Zerdüşt’ü de Müşteri görürdüm!..

      Yekdîgerine hücûm matleb;

      Şemşîr bedest ü cân-berleb,

      Kisrâ ile kaysarı görürdüm;

      Dünyâ ile mahşeri görürdüm.

      Yekdigere hem o hem bu gaalib;

      Tûfân-ı sirişk-u-hûna tâlib.

      Gûyâ ki hidîv suretinde,

      Yâhut iki dîv sûretinde.

      Bilcümle vakaayi’-i zamâne

      Tersîm olunurdu âsmâne.

      Kılmakla beni Cenâb-ı Zerdeşt

      Seyyâh-ı cebel, seferber-î deşt,

      Kat’ eyledim ol kadar mesâfât;

      Yaklaşmadı menzil-î mükâfat

      Her nerde bir az karâr edersem,

      Hangi cihete firâr edersem,

      Karşımda dururdu mevkibiyle;

      Sanki yarışırdı kevkebiyle!..

      Hem bâhrde, hem dümu’da gördüm;

      Mağrıbda bakıp tulu’da gördüm.

      Geldikçe huzûruna mukaabil,

      Seyyâre olurdu burc-ı Bâbil.

      Eflâk kadar büyürdü mehtâb;

      Mehtâba nazîr olurdu şebtâb.

      Yerde ehrâm, gökde ecrâm

      Olmuşdu o şâha cây-ı ârâm.

      Dünyâda cünûdunu görürdüm;

      Bâlâda vücûdunu görürdüm.

      Her yerde o şehsuvâr-ı kaahir

      Hurşîd gibi olurdu zâhir.

      Ba’zan bana mün’atıf nigâhı,

      Bir katra olurdu cilvegâhı.

      Herkes bakıyordu vâlihâne,

      Nâzırdı bu dehre âlihâne.

      En sonra gelib diyâr-ı Hind’e,

      Kaldım yine ben nazar-gehinde.

      Bitsin diye derd-i bî-hisâbım,

      Ondan sana oldu intisâbım.

      Görmekdeyim işte, bi-t-tahayyür,

      Hâlim yine etmemiş tagayyür:

      Kıldı beni ol meh-î fürûzân

      Tâ esfel-i sâfilinde sûzân!..

      Nezdinde de bitmeyip o efkâr,

      İskender’e dâir oldu ezkâr.

      Gördük onu zâid oldu her şey;

      Dîdârına âid oldu her şey.

      Kerrât ile verdiğin sefâret,

      Ettirdi bana onu ziyâret.

      Azmimde bihişt olurdu berzah;

      Avdette çemen gelirdi dûzah.

      Geçkin geçkin koşup giderken,

      Arkamda gözüm, dönerdim erken.

      Gittikçe füzûn olurdu derdim;

      Memnun olarak fakat giderdim.

      Yokdu haberim ne ettiğimden,

      Kimden kime elçi gittiğimden!..

      Aklım başıma gelince, nagah,

      Oldum hele illetimden âgâh:

      Vaktiyle meğer garîb Rokzân,

      Zannı gibi olmamış girîzân;

      Geçmiş nice fâsllar, habersiz,

      Geh meyveli, gâh berk-ü-bersiz.

      Zillet geçip iştihâr gelmiş;

      Buhran giderek bahâr gelmiş.

      Bir gülşene benzemiş de mer’â,

      Ben olmamışım habîr kat’â.

      Rokzan o zaman firâr ederken,

      Nezdinde bugün karâr ederken,

      Elçisi olur iken bu şehrin,

      Bîçâre, o şehriyâr-ı dehrin

      Ceyşinde esîr imiş

Скачать книгу


<p>12</p>

İskender Çin’e gitmediyse de tebaası kendisine hakan unvanını da vermişlerdi. A.H.