Unutmağa Kimse Yok. Kemal Abdulla

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Unutmağa Kimse Yok - Kemal Abdulla страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Unutmağa Kimse Yok - Kemal Abdulla

Скачать книгу

ve yorgun bir yaz günüydü. Öylene doğru Behram Emmi soluğu daralmış halde kendini yazıhaneye Mübariz’in yanına attı. Çok heyecanlıydı. Heyecanını dizginlemeğe çalışıyordu. Selam bile vermeden:

      “Biliyor musun neler oldu Mübariz?” Açık pencereden dışarıya bakarak sordu.

      “Hayır, bilmiyorum. Otursana. Ne var, ne oldu?” Behrem emminin sesinde saklı korku Mibariz Efendinin dikkatini çekti.

      “Mağaranın gerçekten de ruhu var.” Behram Emmi sandalyeyi çekti, bir sanık gibi onun karşısına oturdu.

      “Nasıl yani?” Mübariz Efendi elbette ki bu ruh muhabbetine ilk gülenlerden birisiydi, şimdi de neyse demek istedi ama ne diyeceğini bilemedi, yutkundu ve ancak kendi sözlerini tekrarlayabildi: “Nasıl yani?” (“Ah, Behram, Behram, ne oldu sana?”)

      “Gerçekten, inan bana. Ben de inanmıyordum, şimdi inanıyorum. Mağaranın ruhu var.” Behram Emmi bu son sözlerini masum bir fısıltıyla söyledi, sonra bir daha yeniledi: “Mağaranın, gerçeği söylüyorum, ruhu var.”

      Mübariz Efendi ürkmedi mi ürktü… Damarında kanının donduğunu, sırtından – yaz kış giydiği ekose ceketin altından – soğuk terler aktığını hissetti.

      Yaz mevsimiydi, mesele terlemekse zaten gün boyunca sürekli çay içip terlerdi ama şimdi sırtında hissettiği soğuk bir terdi. “Behram boşuna konuşmaz. Bu ne saçma bir iştir?”

      “Sen de buna inandın mı?”

      “Evet.”

      “Ne zamandan beri?”

      “Mağaraya girdiğim andan.”

      “Tamam, tamam… Şakanın sırası değil, yarın buraya insanlar toplanacak, büyük büyük âlimler gelecek köyümüze. Daha neler? Mağaranın ruhu varmış? Gör aklından neler geçiyor bu yaşta?” Mübariz Efendi işi şakaya dökmek istedi “Yaşlanıyorsun.”

      Mübariz Efendi dikkatle Behram’a baktı. Kafasındaki takkenin altında olup kalan saçlarının tamamı bembeyazdır, sakalı da öyle; gözleri her zamanki gibi hareketlidir, dibinde fener mi yanıyor ne… “Yoksa yine beni mi işletiyor?”

      Mübariz Behram’dan beş (belki de) altı yaş büyüktü. Ama gençlik dostu Behram’a şimdi üzülerek baktı: “Bunun yaşı daha yeni yetmişe oldu ama neden bu kadar erken çöktü. Şimdi bunun hali böyleyse acaba ben nasılım? İnsan kendi yaşını hissetmez ki?”

      “Sen yaşlanma da, bana bir şey olmaz.” Behram Emmi onun aklından geçenleri hissetti ama konuyu değiştirmedi. “Mübariz bak, ilk sana söylüyorum, mağaranın ruhu var. Bana mesajlar veriyor.”

      Mübariz: “Bu nereden bildi benim ne düşündüğümü?” diye yerinden kalktı, köşedeki buzdolabından bir su şişesi çıkardı:

      “İçiyor musun?”

      “Hayır.”

      İki bardak suyu bir solukta kafaya dikti: “Garip, çok garip.” İçindeki ateş yine sönmedi. Son dönemlerde Mübariz dikkat edip görmüştü; içinden geçen sözü yüksek sesle söylemese de karşısındaki anlıyordu: “İnsanın kendi kendine düşünmesi, kendi içine çekilmesi böyle engellenirmiş.”

      “Yavaş yavaş, insan gibi, ayrıntılı, acele etmeden anlat bakayım ne diyeceksin?” (“Yoksa bunun kafasına bir şey mi düştü? Tahtası mı eskildi? Aynen öyle. Evet, evet. Ah Kamer dayı, şimdi ters dönüyorsun mezarında.”

      Yavaş yavaş sakinleşti. Alttan alttan Behram’a baktı. Behram Emmi yine pencereden dışarıyı kesmeğindeydi ama orada bir şey göremiyordu. “Şimdi ben bu inanmazı nasıl inandırayım, nasıl anlatayım?”

      “Diyorum ki…” Sonunda Behram Emmi kendine gelip konuştu: “Diyorum, belki biz bu insanları mağaraya götürmekle doğru bir şey yapmadık? O da tehdit ediyor, kim buraya girerse, aynen öyle diyor, kim mağaraya girerse, yazıya parmağının ucuyla dokunursa… Ölür.”

      Mübariz Efendi Behram’ın tavırlarından onun şaka yapmadığını anladı. Şaka yapmıyorsa demek ki… “Yazık. Çok yazık.”

      “Behram sakin ol. Behram kendine gel. Mağaranın ruhu da ne demek? Mağara ruhu ne gezer buralarda? Sana ne oldu, neden beni korkutuyorsun?”

      “Mübariz” Behram Emmi şakaklarını ellerinin arasına alarak gözlerini ona dikti: “Ben mağaraya girdiğimde, bugün sabah yine gitmiştim oraya, aniden kulağıma boğuk, korkunç bir ses geldi. Aslında bu sesi kulaklarımla duymadım, ses kafamın içinde şakalarımda güm güm gümlüyordu. Henüz böyle bir şey görmedim. Ses kafamın içindeydi ama benimle konuşuyordu. “Ben buranın ruhuyum” dedi. “Buraya bir sen girebilirsin, bir de seninle gelenler… Çünkü aydınlık dünyayı bana tekrar sen gösterdin. Ama… başka birisi buraya yalnız başına giremez” dedi. “Hele yazıya” dedi “el sürmek hiç olmaz. Hatta sana da yasak. Söylediklerimi iyice belle, git herkese anlat.”

      “Peki, sen ne dedin?” Mibariz Efendi şimdi bir yandan tebessümünü zar zor saklayabiliyordu, öte yandan ise tüm varlığını endişe sarmıştı. Neyse bir şey içini kemirmeğe başlamıştı.

      Behram Emmi şaşkınlıkla “bu galiba kafayı sıyırmış” diye içinden geçirerek Mübariz’e baktı:

      “Ben mi? Ben ne diyebilirdim ki? Hiçbir şey. Ürktüm.” Behram Emminin gözlerinde korku vardı.

      Nu köyün altını da üstünü de çok iyi bilen Mübariz (başka kimse değil, Mübariz) kesin biliyordu ki, Behram korkak değil. Ama şimdi eğer Behram böylesine korkmuşsa…

      “Peki, nasıl olur, o gün ikimiz beraber gittiğimizde bu ruh neredeymiş?”

      “Bilmiyorum…”

      “Behram, bak kulağına sesler gelmiş olabilir. Boş şeylerdir. Mağaranın ruhu… Git evine dinlen, uyu. İstersen Tükez’i göndereyim, bir iki gün sana baksın.” Mübariz Efendi muhtarlığın hademesi Tükez kadını arada bir (öylesine, eve barka kadın eli dokunsun diye) Behramlara gönderirdi: “Nasıl olsa yalnız insandır, aman hastalanmasın.”

      “Hayır, Tükez kadınlık bir iş yok. Dersin ki git, giderim ben. Ama sen iyice belle bunu, ben söyleyeceğimi söyledim.”

      “Söyledin, söyledin… Tamam, diyelim k, sen bana söyledin sözünü. Ya ben yapayım şimdi? Kalkıp şehirdekilere, büyüklerimize ‘buralara gelmeyin’ mi diyeyim? Mağara ruhundan… İzin çıkmadı mı diyelim?”

      Behram Emmi nasıl baktıysa Mübariz şaşırdı, şakayla söylediği sözlerin sonunu zorlukla getirebildi.

      “Bilesin” Behram Emmi yine o ürkütücü fısıltıyla söyledi: “kulağıma şimdiye kadar ses falan gelmemiş benim, şimdi de gelmedi. Duydum! Mağaranın bir köşesinde o zalim ses gelip kafamın içini doldurduğu zaman yuvarlak bir şey de vardı, yanan küre gibi ışık saçıyordu, dolunaya benziyordu. Kafamın içindeki gümleme dinince o kürenin ışığı da yavaş yavaş söndü,

Скачать книгу