Unutmağa Kimse Yok. Kemal Abdulla

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Unutmağa Kimse Yok - Kemal Abdulla страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Unutmağa Kimse Yok - Kemal Abdulla

Скачать книгу

hazır” dedi, çantayı sol omzuna taktı (ağır olduğunu fark edince sağ omzuna aldı) usluca bekledi… Nasıl olsa Mübariz Efendi aksakallıdır, öne geçsin, yola koyulsun, o da arkadan takip etsin diye düşündü.

      Onu çaktırmadan gözetleyen Mübariz Efendi ayağını hafiften sürükleyerek yola koyuldu. Yol önce Kehrizli ark boyunca uzayıp gidiyordu; sonra azacık sola dönecek ve gidip çıkacaktılar Venk dağının tam eteğine kadar uzanan köy yoluna. Mübariz Efendi şaşkındı. Konuşmak hevesi yol giderken kendiliğinden uçup kaybolmuştu, öteki yandan susmayı da doğru bulmuyordu. Açık kalpli tüm köylüler gibi, beraber yol giden iki kişinin, hele bunlardan birisi buralarayabancıysa, misafirse, yol giderken kesinlikle konuşmaları gerektiğini düşünüyordu. Yine cebinden mendil çıkarıp boynunun terini sildi, boğazını temizleyip, eliyle köyün bu noktasından bakıldığında çok da korkunç görünmeyen (devler kaybolmuştu, havaya karışmıştı) Venk dağını gösterdi, kısa kesti:

      “Behram’ın evi dağın tam eteğindedir. Daha yolumuz var.”

      F. Q. konuşmadı. Yolu geçip Kehrizli arka doğru gittiler. Yol boyunca bilerekten F. Q.’nin yüzüne bakmayan (neden, niçin?) Mü-bariz Efendi konuşmak hatırına deminki konuyu devam ettirdi:

      “Bu yazıyı diyorum, yani bunu okumak o kadar mı önemli? Sen üçüncü kişisin gönderdikleri, seninle üç oldu. Demek ki önemlidir” diye Mübariz Efendi kendi sorusunu kendisi yanıtladı. (“Profesör boşuna telaşlanmaz”). “Yani sizin oralarda başka önemli işleriniz yok mu?” Mübariz Efendi dupduru, gökyüzü rengindeki gözlerinin dibinde kurnaz ve yapay bir saflık, ama yine aynı ısrarlı tavırla başını dönüp F. Q.’nin yüzüne baktı. Uzun burnunun ucunda ter damlaları teker teker sıralanıp duruyordu.

      Yorgun, aç ve susuz F. Q. kendi de anlamadı neden ağzından tam da şu sözlerin döküldüğünü:

      “Öyle görünüyor.”

      Mübariz Efendi F. Q.’nin “öyle görünüyor” sözlerini aslında kendisinin henüz dile getirmediği soruya bir yanıt olarak kabul etti ve o an gerçekten şaşırdı. “Benim düşüncelerimi okuyor. Boşuna göndermemişler. İçime doğmuştu, bununki ilahi vergidir.” Bu defa boynunun arkasını mendille değil, eliyle sildi, sonra hafiften sıvazladı.

      Kehrizli yol ile biraz daha yürüyüp sola döndüler. Artık bu yol doğrudan Behram Emminin evine (Venk dağının eteğine) gidiyordu. Kehrizli yol üzerinde bulunan ve altından suların sessiz sakin akıp gittiği küçük köprüden geçtiler. Sol tarafta, kehrizin kenarında iki ufak ve zayıf kız çocuğu, üzerlerinde allı güllü geniş etekleriyle birbirinden üç dört metre uzakta, her biri de önüne bir yığın bulaşık koyup onları kehrizin sularında yıkamaya hazırlanıyorlardı. Bu zayıf kız çocukları kardeş gibi birbirlerine benziyorlardı; ikisi de kara kuru, saçları dağınık, çıplak ayakları kirli çamurlu… Bu kızlar on, on iki yaştan fazla değillerdi. Anlaşılan bu “kardeşler” küstüler. Ark boyunca birbirinden yeterince uzakta her birisi kendi bulaşıklarını önüne dağ gibi yığmıştı. Biri diğerine bakmak bile istemiyor, yüzlerini ters yöne tutmaya gayret ediyor ve ortalıkta görünmeyen “üçüncü” kişi aracılığıyla konuşmaya çalışıyorlardı: Güya bu “üçüncü kişi” bunların hırslıöfkeli sözlerini birinden alıp ötekisine aktarmalıydı. Onların bu öfkeli konuşmaları F. Q.’ne çok ilginç ve komik geldi.

      “Ona deyin, bulaşıklarını alsın hemen gitsin. Burası benim yerimdir, yoksa…”

      Öteki kızın hiç umurunda olmadı bu tehdit:

      “Ona deyin, bulaşıklarım ne zaman biter o zaman da giderim. Yer kimsenin değil. Yerin adı yok.”

      Küs kızlar hırsla ark suyuna basıp yıkamaya başladılar bulaşıklarını. F. Q. ki dilbilimciydi, onun dikkatini bu “yerin adı yok” sözü çekti ve bu tartışmanın devamını da dinleyebilmek için adımlarını yavaşlattı. Bu kızların birbiriyle böylesine tavır koyarak konuşmalarının bir nedeni olduğu açıktı; bunlar kesinlikle ya komşu idiler ya da aynı sınıfta okuyorlardı, ama arkadaş oldukları kuşkusuzdu. “Vay, vay, bunlara bir bak” F. Q.’nin dudak uçlarında bir gülümseme göründü. Mübariz Efendi kendi içine dalmış çevreye aldırmadan gidiyordu, kızlar umurunda bile değildi. Aslında onlar da kızların umurlarında değildi, zira kızlar fena halde birbirlerine takmışlardı. Bu tartışmanın sonunu köprüden artık iyice uzaklaşmış olan F. Q. kulağının ucuyla belli belirsiz işitebildi:

      “Kim ilk geldiyse yer onundur. Yerin adı yok. Ona deyin ki yer gök yıkılsa da ben Ahmet’i unutacak değilim.”

      “Ona deyin ki yer gök yıkılsabile ben de Ahmet’i unutacak değilim. Bir de ona deyin ki benim işim acildir, bu akşam Cebbar öğretmen bize misafir gelecek. “Cebbar Öğretmen” adı özel bir iftihar ve gururla seslendi. “Anlaşıldı. Bunlar Ahmet her kimse onu paylaşamamışlar.”

      “Ona deyin ki benim işim daha acildir. Babam bu akşam yemeğini evde bizimle beraber yiyecek.”

      Ark kenarındaki kızların ve yıkanan bulaşıkların hırslı ve şakırtılı sesleri artık işitilmez oldu. Yanından geçtikleri bahçede bir ağaçta iki serçe hasretle birbirine kısılıp öylece kalmışlardı, bu defa onların ötüşü kızların sesinin yerine geçti. Serçelerin sesine neredense gelen sığır böğürtüleri karıştı. Köpekler geri kalır mı “ses verip” bir iki ağız havladılar. Artık karanlık hızla çökmeye başlamıştı. F. Q. deminki allı güllü geniş etekli kızın söylediği “yerin adı yok” sözünü beyninde çekiştire çekiştire: “Yerin adı var mı yok mu? Mekânın adı o mekânı anlamak bağlamında bize ne verir?” sorusuna dönüştürmedi mi dönüştürdü ve yanı başında ayağını çekerek yürüyen, mendilini cebine koymadan sık sık yüzünün, boynunun terini silen Mübariz Efendiyi aniden ve kesinlikle unutarak ta Behram Emminin evine kadar kafasında bu soruyla (“ne alaka?) boğuşa boğuşa gitti. Mübariz Efendi yanında Karadeniz’de gemileri batmış gibi suratını asmış yürüyen F. Q.’ye alttan alta dikkat ediyor, olası kuşkulara son vermek istiyordu, ama içine doğmuştu: “Bu okuyacak.”

* * *

      Behram Emminin köyün yukarı başında arkasını Venk dağına dayamış evini görünce F. Q. ona içinden“çoban kalpağı” adını taktı. Yatmış devin karnı altında bir “çoban kalpağı”. “Kızcağız haklı değilmiş, yerin adı var; en azından bir adı olmalıdır, yoksa o yer, yer değil.” Mübariz Efendi başıyla (belki de uzun burnuyla) evi gösterdi, soluklanıp durdu. F. Q.’yi dürttü. Bavulunu artık uyuşmuş olan sağ omzundan eline alan F. Q. yol arkadaşının “çoban kalpağına” gizli bir kıskançlıkla baktığını sandı.

      “İşte avlu, kendisi de avludadır.”

      Eve yaklaşıp dikenli çitin ortasında bulunan ama bu çitten pek de seçilmeyen kapıyı Mübariz Efendi açmak istediğinde kapı aniden ve kendiliğinden açıldı. F. Q. şaşırmaya zaman bile bulamadı, kapının öteki tarafında kafasında (tam tepesinin ortasında) alalı bir takke, üzerinde uzun kollu kare desenli gömlek olan, uzun boylu yaşlı bir adam göründü. Bir hayli munis ve halim ifadeli yüzü vardı, sesi de halim yüzüyle tam bir uyum içindeydi. Bu adam onları bekliyordu.

      “Ya, siz hoş geldiniz. Buyurun. Geçin, geçin.”

      Başında

Скачать книгу