Unutmağa Kimse Yok. Kemal Abdulla

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Unutmağa Kimse Yok - Kemal Abdulla страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Unutmağa Kimse Yok - Kemal Abdulla

Скачать книгу

F. Q.’ye çok güveniyor ve onun önerdiği deşifre (çözüm) yöntemini destekliyorlar.”Mübariz Efendi bu cümleye geldiğinde F. Q.’yi bakışlarıyla bir daha ama bu defa özel bir sempatiyle baştan ayağa süzdü. Profesör mektubunda neredeyse bu yöntemin öteki yöntemlerden farklarına yönelik bilimsel açıklamalar da yapmaktaydı (yine kaşları çatıldı Mübariz Efendinin). Son paragrafta ise arzu ve beklentilerini ifade etmişti. Çiçekli Yazının kesinlikle okunması gerekir, çünkü bu yazı halkımızın tarihiyle ilgili birçok karanlık hususları aydınlatabilir ve aydınlatmalıdır. Ne bileyim, bu defa bu iş nihayet sonlandırılmalıdır, daha önceki iki girişimin başarısızlığı bizi (burada ‘bizi’ derken Profesör kimleri kastediyordu; köy halkı da bu çerçeve içinde miydi yoksa sadece şehirdekiler mi söz konusuydu acaba), evet aynen böyle de yazmıştı: “Bizi…” Mübariz Efendi mırıldanıp bir az daha ciddileşti, kendini topladı: “Sorumlu olmak durumdayım.” Önceki girişimlerin ikisini de çok iyi anımsıyordu; o girişimler daha başından onun içine sinmemiş, uzman adı altında gelen kişilerden daha ilk andan itibaren sıdkı sıyrılmıştı Mübariz Efendinin. Şimdi de bu genç adam, bu F. Q. “Kendinden çok emin birisine benziyor.” Neyse, Profesör devam ediyordu: “İlk girişimlerin başarısızlığı bizi (!) yıldırmamalıdır; ülke kamuoyu bizden (yine bizden!) başarı bekliyor vs. Böyle işler, selametle kalın, sağlık, başarılar, yardımlar için önceden teşekkürler ve deBakü’ye uğradığında görüşebilmek dilekleri. Mektubun sonunda bu muhterem zatın imzasının altında irice ve gösterişli (ki kendi kullandığıyla hiç kıyaslanamazdı ve bu noktada Mübariz Efendi hafiften imrenmedi değil) bir mühür de basılmıştı. Mektuptaki içten ve sıcak ifadelerin onu okuyan kişiyi şaşırtmaması ve ciddiyetini törpülememesi, tam tersine sorumluluğunu kamçılaması için büyükçe yapmışlardı bu mührü.

      Mübariz Efendi gizli bir haset duygusuyla mührün orasını burasını biraz daha inceledi, yuvarlağın etrafındaki karışık yazıları okumaya çalıştı ama olmadı, sonunda derin bir nefes alıp (içini-çekip): “Böyle” dedi, “Böyle işler.” Mübariz Efendi bu uzun mektuptan bu kısaca ibareyi telaffuz ederek, mektubu özenle büktü ve usturuplu bir şekilde masanın çekmecesine bıraktı. “Evet, böyle işler…Konu anlaşılmıştır. Profesör nasıl, iyi mi?” Mübariz Efendi aslında bir yanıt beklemeden sordu bu soruyu. Kafasında ise F. Q.’yi evine daha ilk günden götürse ve bir “sınav” yapsa mı (“bu nasıl yapacak, okuyabilecek mi acaba?) yoksa aynen mektupta yazıldığı gibi ta ilk günden götürüp Behram Emmiye teslim etse mi iyi olur sorusu dolaşmaktaydı.

      “İyidir. Herkes iyidir, herkesin selamı var.” Bu defa F. Q. biraz sabırsızlanarak yanıtladı soruyu.

      “Böyle… Sabırsızdır.” Sinirleri çelikten olan Mübariz Efendi sorularına rahat rahat devam etti: “Şehirde ne var ne yok? Şehir değişiyor mu, değişmiyor mu?” Daha sonra onu dikkatle gözden geçirip: “Sen hiç köy gördün mü?” diye sordu.

      Mübariz Efendi deminden beri F. Q.’nin oturuşuna, yürüyüşüne, duruşuna dikkat ediyordu, sonunda sorusunu sordu. Dayanamadı: “Aklım bir şey almadı.”

      “Şehirdir, işte. Yerinde duruyor, ne bir yere gidiyor, ne değişiyor.”

      Esas soruya ise (Sen hiç köy gördün mü?) yanıt vermedi F. Q. “Hayır, bu adam hiç köy görmemiş, ilk defa geliyor. Dik kafalıdır, insanın gözünün içine bakıyor, kimseden sakınmaz, az biraz da, o ne canım basbayağı kibirlidir. Yetenekli genç araştırmacı.” Çok zor fark edilebilen alaylı bir gülümseme yanıt gibi gelip kondu muhtarın ince dudağının ucuna ve açıkça yalancı bir dinçlikle ama asık bir suratla yüzüne bakan F. Q.’ye bu “masum” sorusunu bir daha tekrarlamaya karar verdi:

      “Diyorum bu zamana kadar hiç köyde bulundun mu?”

      Mübariz Efendi F. Q.’nin “züppece” yanıtını (“Şehridir işte, yerinde duruyor”) sanki hiç duymadı, “genç araştırmacının” canının sıkılıp sıkılmadığı, yorgun olup olmadığı anlaşılan hiç umurunda değildi: “İşte, galiba afallamaya başladı bu yetenekli (!) genç bilim adamı.” Muhtar sorduğu soruya net bir yanıt alıncaya kadar el çeken birisine hiç mi hiç benzemiyordu. F. Q. memnuniyetsizlikle kafasını salladı, açıkça yakasını kurtarmak için:

      “Bulundum, bulundum. Halk ağzından söz derleme çalışmalarına katıldım öğrenciyken… Halk deyimleri, özlü sözler, türküler… Her yerde farklı olur” dedi. Bir çırpıda söyledi.

      “Çok iyi, çok güzel.” (Belki şimdilik bu kadar yeter). “Evet, o zaman senin işin o kadar da zor olmaz. Köy dediğin can sıkıcı bir yerdir.” Mübariz kişi sesinde gizli bir keder dikkatle F. Q.’ baktı.

      “İş çok, can sıkıntısına imkân olmayacak.” (Sıkılmak ha?)

      Bu sözlerden sonra yine morali bozuldu Mübariz Efendinin. Adamakıllı, nasıl derler, içi sıkıldı. Diyalog kurulamıyordu. “Kibirli çocuktur ama.” Bir şeyi kesinlikle anlayamıyordu; F. Q.’nin böylesine dik kafalılığı (gizliden gizliye de olsa), çalımı, bu kibir (daha doğru bir sözcük bulmak çok zordu, elbette ‘kibir’di bunun adı) neden moralini bozmaya başlamıştı? Beyninin derinlerinde acı veren (neden acı veren) bir duygu doğmaya başladığını hissediyordu. Kıskançlık duygusu. Çiçekli Yazıyı bu çocuğa mı kıskanıyor? Neden matem havasına bürünüyüordu? İçini, kalbini sanki bir kurt kemiriyordu. Nedeni ise bilinmiyordu. “Ruh konusunda Behram kendisi onu uyarır. Grek görürse. Bana ne?”

      Serin bir esinti gelip doldu pencereden içeriye ve beraberinde ani bir ışık topağı da getirdi bu esinti. F. Q.’nin yüzü aydınlandı, ama çabucak da kayboldu bu aydınlık. F. Q. bir sigara aldı, kibriti yaktı ama sigarayı tutuşturmadı, kibrit çöpü parmakları arasında dolaşıp sonunda tamamen yanarak simsiyah kesildi.

      “Bakarsın, olur ya.” İlk defa bu zaman F. Q.’nin aydınlanan yüzünü gizli gizli inceleyen Mübariz Efendinin içine doğdu… Bu çatık kaşlı genç Çiçekli yazıyı okuyabilir. İlk defa o an F. Q.’yi yazıyı okuyabilecek birisine benzetti; gözleri ışıl ışıl olup kibrit çöpünün yanmasını izlerken… “Bunun gibisi hırsından okur, vazgeçmez.” Aklından geçen bu düşünceden irkildi: “Ya sonra? Peki, sonra ne olacak?” Yazı okunduktan sonra biz kime lazımız ki? Ama bak şimdi ne biçim mektuplar döşeniyorlar?”

      “Behram Emminin evi hangi tarafta, birsi gösterseydi.” F. Q. yanıp bitmiş kibrit çöpünü çöp kutusuna fırlattı, sigarayı yeniden pakete yerleştirdi ve sohbeti bitirmeyi denedi. Yol yorgunluğu yavaş yavaş hissettiriyordu kendini. “Bir avuç su vurabilseydim yüzüme”

      “Acelen mi var?” (Çok da sabırsızdır). “Acele etme, kendim götüreceğim seni.” Hâlâ tüm varlığıyla kendini sevinmeğe zorlayamayan Mübariz Efendi (bir şeyler canını sıkıyor, sıkıyor gerçekten) aniden pencereye bakıp ayağa kalktı: “Profesör sana her türlü yardım etmemizi istiyor. Boynumuzun borcudur. Hadi gidelim.”

      Bunu duyunca içtenlikle konuştu F. Q., içtenlikle:

      “Sağ olun, çok sağ olun” dedi, Mübariz Efendi ayağa kalkınca kendisi de kalktı ve böylece Mübariz Efendinin odadan dışarı çıkmak kararını kesinleştirdi. “Bir de bakarsın kararını değiştirir. Hiç halim yok şimdi seninle uzun uzun konuşmaya. Tüm sorularına yanıt vermeğe vallahi halim yok.”

* * *

      Mübariz

Скачать книгу