Unutmağa Kimse Yok. Kemal Abdulla

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Unutmağa Kimse Yok - Kemal Abdulla страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Unutmağa Kimse Yok - Kemal Abdulla

Скачать книгу

rağmen onlar oy birliğiyle Pehlevi yazısına öncelik tanımaktaydılar) sonrasında yavaş yavaş herkesin ilgisini çekmeğe başladı. Bu büyük bir başarıydı. O andan itibaren mesai arkadaşları, hatta öteki enstitülerden tanıdık ve tanımadık meslektaşlar ona gizli bir gıpta duygusu karışık sempatiyle (kimi yapay kimi gerçek) bakmaya başladılar. Geleceğin bilim adamı olarak kariyerinin temeli böyle atılıyordu. Böylece saygın enstitülerin birisinde Bilim Kurulu onun yöntemiyle ilgili kararını (Aslanzade’nin deyimiyle “çaresiz kalarak”) verdikten ve F. Q. de büyük bir coşkuyla tebrikleri kabul ettikten sonra bu genç araştırmacı büyük bir hevesle Venk dağının eteğindeki köye gitmek için hazırlıklara başladı.

      “Ne alaka? Bu Bilim Kurulu konusu da nereden geldi aklıma?” F. Q. Behram Emminin masaya koyduğu peynirden bir miktar lavaşın arasına alıp dürüm yaptı, çayını yudumlayarak onun mavi, gülüş saçan gözlerine baktı ve aslında ne söylediğini işitmeden tahmin ettiği sorusuna böyle yanıt verdi:

      “Bilemiyorum. Ama hayır, çok zor.”

      Kalbi neredeyse duracaktı Mübariz Efendinin, yine yerinde kıvrandı, dikkatle F. Q.’ye baktı; gerekirse buracıkta içtenlikle ant içebilirdi ki F. Q. Behram’ın sorusunu duymamıştı. Ama verdiği yanıt (az önce muhtarlıkta olduğu gibi) tam yerine denk gelmişti. Şaşkınlığını asla hissettirmemeğe çalışan Mübariz Efendi elindeki çay bardağını özel bir itinayla masaya bıraktı. Behram Emmi ise çayını keyifle yudumlayarak F. Q.’ye şunu sormuştu:

      “Bu işin peşinden köye senden başka da gelen olacak mı yoksa sen yalnız mı olacaksın evladım?”

      “Bilemiyorum. Ama çok zor.”

      Soruyu soran ses çok uzaktan, derin bir vadinin dibinden geldi. Sorunun gerçek anlamını ise Behram Emminin gözlerinin dibindeki tebessüm açıkladı. Bu tebessümü ilk gördüğü andan beri onun “esiri” olan F. Q. önce tebessümün bu kişiye ait olmadığını düşündü, kimdense (başka birisinden) borç almış, ama buna çok da takılmadı (“nedir ne değildir, kimindir, kimin değildir – önemlisi şu ki içtendir”). F. Q. bu güzel tebessüme karışık bir tebessümle karşılık verdi; yani gülümsüyor mu sırıtıyor mu pek anlaşılamadı. Kendi suratı F. Q.’ye böyle oyunlar oynardı zaman zaman. “Genç araştırmacı” Mübariz Efendinin titremeğe başlayan ellerine bakarak (bu adamı hiç beğenmedi; “insanın yüzüne bakmıyor”) onun durumunu fark edince gizli bir keyif almadı değil: “Evet, Mübariz Efendi iyice afallamış.” Afallayan Mübariz Efendi ise tam da şu an buracıkta F. Q. ile Behram arasında bir “gönül anlaşması” yapıldığını hissetti ve Mübariz Efendi böylece F. Q.’yi “kaybetti”.

      “Okuyamaz inşallah.”

      “Hayır okuyacak.”

* * *

      Behram Emmi mağarayı bayağı özelleştirmişti; fiili durumu böyle de değerlendirmek mümkündü. Bozları alıp mağaraya zincirlemesi (Çiçekli Yazının işaretlerini mi koruyacaktı?) aslında kem gözlere yönelik sert bir mesajdı. Mesajın görünmeyen yanı ile bir işimiz yok, görünen yanı ise şu anlamı ifade ediyordu: “Mağara ben olmadan girilmez. Mağara ile şehirden gelenler arasında aracı benim. Mağara ile kimsenin işi olamaz, mağara benliktir.” Ama insaflı olmak lazım, eğri oturup doğru konuşalım, Behram Emminin böyle davranmaya hakkı vardı, zira mağarayı bulan da aslında Behram Emminin (daha doğrusu Bozlar’ın) ta kendisiydi. Önünde köpeği dolambaçlı bir patikayı takip ederek komşu Kamışlı köyüne giderken (köpek için sakatat alacaktı, Kamışlıda mal kesmişlerdi) Çoban Kalpağının tam tepe noktasına gölge salan Kuzgun Gagasına geldiklerinde köpek tuhaf bir sesle sızlanmaya başladı, bir adım bile ileri gitmek istemedi. “Acaba kurt mu var nedir?” diye Behram Emmi hep yanında taşıdığı Alman bıçağını (Eryen onu savaştan döndüğünde getirmiş ve Behram Emmiye hediye etmişti) çıkarıp açtı, ama Bozlar yerleri koklaya koklaya aniden patikanın sağ tarafına çalılıkların bastığı zar zor fark edilen bir kaya parçasının önüne doğru zıpladı. Hayvan arka ayakları üzerine kalkıp ön ayaklarıyla kayanın altındaki deliği kapamış çalılıkları inatla eşmeğe başladı. Köpeğin sakince mırıldandığını fark eden Behram Emmi meselenin kurtla bir ilgisi olmadığını anladı, bıçağını büküp cebine soktu. Yakına gelip çalılıkların arasını dikkatle inceledi ve kaşları çatıldı. Aman Allah’ım defalarca yanından (sadece kendinin değil, tüm köy halkının ve bu arada Bozlar’ın da) o taraf bu tarafa geçip gittiği bu çalılıkların arkasına saklanan bir şey ona “gel, gel” dedi. Bu sert dikenli çalılıkları elleriyle bir şekilde aralayıp birdenbire ortaya çıkan kapı büyüklüğünde, evet, küçük bir kapı büyüklüğünde boşluk (mağaranın girişini) gördü. Mağara böyle bulundu.

      Mübariz Efendi ise olayın özüne, şöyle diyelim, mültefit olmadı: “Mağara da ne ki? Venk dağında belki onlarca böyle mağara var. Şimdi kalkıp da bunu korumaya alacak değiliz ki…” Koşarak yanına gelen Behram’a da kayıtsız bir tavırla şunu söyledi:

      “Git Behram, git işlerine bak. İşin gücün yok mu senin?”

      “Sana söylüyorum Mübariz, burası sıradan bir yer değil. Bak sonra pişman olmayasın.”

      “Olmam. Ne var ya bu mağaranın içinde, seni böyle heyecanlandıran?” Ama Mübariz Efendinin deminki kayıtsızlığının yerini bir merak almaya başladı Behram’ın uyarısından sonra.

      Behram Emmi başlangıçta karanlık nedeniyle (karanlık da tam bir zifiri karanlıktı) hiçbir şey fark edemedi. Çifte fener gibi titreşen ve Bozlar’ın gözlerinin dibinden fışkıran ışık dışında burada hiçbir şey görülemiyordu. Behram Emmi korkak bir insan değildi ama kalbinin sesinin sanki kulaklarını delmeğe başladığını hissedince yine eli cebine doğru uzandı, Alman bıçağının çelik gövdesi karanlıkta parladı. Behram Emmi elleriyle havaya dokunuyormuş gibi, etrafı incelemeğe başladı, mağaranın sınırlarını belirlemeye çalıştı. Aniden mağara girişinin arkasınca galiba kapandığını anımsadı. “Bunun girişi çalı çırpıyla kapandı, ah, ah, içeri girmeden çalı çırpıyı temizlemem gerekirdi. Şimdi buradan nasıl çıkarım Allah’ım?”

      Gerçekten de mağaranın girişi Behram Emmi ile Bozlar’ı içeri aldıktan sonra sert mi sert çakırdikeni ve yabanenginarı çalılıklarıyla kendini yeniden kapatmıştı. “Bu ne iş? Böyle bir şey hiç görmedim.”

      Köpeğe seslendi:

      “Bozlar, Bozlar, gel güzelim, gel çıkar beni buradan. Nerede kaldı bizim bu viraneye girdiğimiz delik?”

      Köpek akıllı bir köpekti, kulakları dimdik durdu, Behram kişinin ondan ne beklediğini sesinden anladı, etrafı kokladı, mağaranın girişini çabucak buldu, arka ayakları üzerine kalkıp mırıldandı. Köpeğin gözlerindeki ışığa doğru giden Behram Emmi içeri girdiği deliği görebildi. Çakırdikeni çalılıkları Behram Emminin çok yakınındaymış. Zorlanarak, ellerini dikenler sıyırarak kendine ve köpeğine yol açtı, bir şekilde dışarı çıktıktan sonra içi rahatladı. Her taraf sakin ve aydınlık doluydu. Yalnız kuşların ötüşü ara sıra bu sessizliğin içinde yankılanıyordu. Zifiri karanlık mağara ise sanki hiç yoktu, olmamıştı. Bir iki tane “tanıdık” arı vızıldadı, uçup gitti. “Allah’ım şükür, çok şükür. Bu aydınlık geniş dünya bize dar olacaktı.” Behram Emmi rahatlayıp

Скачать книгу