Kefensiz Gömülenler. Yusufoğlu Şükrullah

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kefensiz Gömülenler - Yusufoğlu Şükrullah страница 16

Жанр:
Серия:
Издательство:
Kefensiz Gömülenler - Yusufoğlu Şükrullah

Скачать книгу

Maalesef, sadece o değil, binlerce, milyonlarca tutuklanan kocası veya babası yüzünden ömürleri göz hapsinde, sürgünlerde geçen kadınlar, oğullar, kızlar olmadı mı?

      Sorgu görevlisinin tanıdık, akraba ve yakın dostlarım hakkındaki sorularına ne cevap vereceğimi düşünürken şeytan aklıma bin türlü şey getiriyordu. Sorgu memuru ise tepeme dikilmiş, kimlerle ne tür alâkan var, kimlerle dostluk ediyorsun, çayhanelerde yemek sırasında Sovyetlere karşı hangi sözleri söyledin, diyerek tehdit ediyor, anlat diyordu.

      Ben ise uykusuzluktan kendimi zor tutuyor ve ona ne dediğimi bilmez hâlde cevaplar veriyorum: – Suçumu biliyorsan sen söyle, yemin ediyorum, kabul etmezsem her türlü cezaya razıyım… O ise, düşman kendi rızasıyla teslim olmaz, Sovyetlere karşı olan faaliyetlerini ve suç ortaklarının kimler olduklarını kendin açıklaman gerek, demekten başka bir şey söylemiyordu.

      Bunlara ne diyerek cevap verirsin! Kaldı ki, kim kiminle, ne zaman, nerede buluştuklarını, ne hakkında konuştuklarını ve kimlerle yemek yediğini yazar ki! Bunun tek bir maksadı vardı, o da hapsedilen yakınlarımla olan ilişkilerim sebebiyle beni suçladıkları gibi, isimlerini söylediğim kişileri de benimle olan ilişkilerinden dolayı suçlayıp tutuklamaktı.

      Elbette âlimlerle ilim hakkında, şairlerle şiir, adamına göre herkesle her şey hakkında konuşursun. Böyle cevaplar sorgu memurunu ilgilendirmiyordu. Onun bunları soruşturmaktan maksadı tamamen başkaydı.

      İsimlerini verdiğim tanıdıklarım sorgu memurunun ümitle beklediği gibi insanlar çıkmamış olmalılar ki, hiç aklımdan geçmeyen beklenmedik bir soru sordu:

      – Osman Nâsır hakkında neler biliyorsun?

      Ben hiç düşünmeden Osman Nâsır’ın çok iyi ve sevilen bir şair olduğunu söyledim.

      – Bunu nereden biliyorsun, onunla ne alâkan var?

      – Kitaplarını, şiirlerini okudum.

      Benim bu cevabımı işiten sorgu memuru, emeline erişip de onu elinden kaçırmaktan kaygılanırcasına ve sanki ben, söylediğimden vaz geçip ifademi değiştirecekmişim gibi telâşlı bir hâlde ve mânasız bir tebessümle bana:

      – Bildiklerini anlat, başka kimler okudu onun kitaplarını, onunla nerede buluştun, dedi.

      – 1936-1937 yıllarında. Öğretmen Okulunda talebe iken. Osman Nâsır o yılların en sevilen ve en meşhur şairi idi. Yürek, Mehrim gibi yeni çıkan şiir kitapları okuyucuların elinden, tarif ve tavsifi ise dillerden düşmezdi. O günlerde Osman Nâsır halk düşmanı olarak tutuklandı, şeklinde bir dedikodu yayıldı. Komsomollar kurultayında onu lânetlediler ve her kimin elinde varsa kitaplarını yakıp imha etmelerini söylediler. Biz de öyle yaptık. Bütün bildiğim bu!

      Bunda insanı suçlayacak ne var?! Fakat sorgu memuru, benim açık yüreklilikle, hakikati değiştirmeden anlattığım şeylerden kendince sonuçlar çıkarmış, hayal bile edemeyeceğim şekilde benim söylediklerimin tamamen aksini yazmıştı. Okuyunca saçını başını yolarsın! Ne diyeceğini, kime şikâyet edeceğini şaşırırsın!

      “Ben halk düşmanı, aşırı milliyetçi, Sovyetlere karşı faaliyetleri sebebiyle tutuklanan Abdullah Kâdirî, Çolpan ve Osman Nâsırların milliyetçilikten ve Sovyet hayatından şikâyetten ibaret pesimist ruhla yazılmış eserlerini severek okuyor, milliyetçilik ve Sovyet devletine karşı olan ideolojilerini toplantılarda tanıdıklarım arasında lisede okuduğum zamandan beri yaymaya çalışıyorum”, gibi tamamen iftiradan ibaret, uydurulmuş yalanlardan ibaret sözlerini okudum.

      Bunu nasıl imzalarsın! Bunu imzalamak, onlara isnat edilen suçları kabul etmekle aynı şeydi. Yani Çolpan ve Osman Nâsırlara ne suç isnat edilmişse, beni de aynı şekilde suçlamak istiyor. Bundan çıkan tek sonuç şu: Onların kaderi ile senin kaderin aynı.

      Ne kadar dehşet verici! Onların âkıbeti malûm. Yoksa benim âkıbetim de… O gün sorgu memuru bana Sovyetlere karşı propaganda faaliyetinde bulunmaktan başka bir suçlama da milliyetçilikle ilgili maddeden ilâve etti.

      Sorgu görevlisinin yazdıklarını imzalamadan önce okuyarak bu hapishanede yatan insanların herhangi bir suç veya herhangi bir kusurdan dolayı değil, KGB görevlilerinin kendi plânlayıp, kendi uydurdukları suçları zorla kabul ettirmek için tutuklandıklarına olan inancım kesinleşti.

      Benim milliyetçiliğimden ne kastediliyor? Osman Nâsır’ın şiirlerini, Abdullah Kâdirî’nin eserlerini okumuş olmam mı? Bu eserlerde milliyetçilik adına ne var? Osman Nâsır’ın hangi şiirinde milliyetçilik var? Herhangi bir örnek var mı? Fakat sorgu memuru bunu söylemiyordu. Milliyetçilik ruhuyla yazılmış herhangi bir şiiri olmadığı hâlde onu okuduğum için niye ben milliyetçi oluyorum? Buna sorgu memuru cevap vermiyordu.

      Kaldı ki, ben Abdullah Kâdirî’yi de, Çolpan’ı da, Osman Nâsır’ı da hiç görmedim. Onlar tutuklandıkları sırada ben henüz on altı yaşında bir çocuktum. Onların sohbetlerinde hiç bulunmadığım hâlde onların milliyetçi olduklarını ve Sovyet devletine karşı olan ideolojilerini nereden bilebilirdim? Bilmediğim bir şeyin ne diye propagandasını yapayım? Şiirlerini methettiğim için ben de milliyetçi sayılacaksam, bu tamamen asılsız! Ben de onun şiirlerini pek çok kimse gibi ezberleyip methettiysem, bunun sebebi o şiirlerin milliyetçilik ruhuyla veya melânkolik bir ruhla yazılmış olması değil, bilâkis insanların gönlünden geçenleri, sevinç ve dertlerini ifade etmiş olması, onları meftun etmiş olmasıdır.

      Osman Nâsır’ın aklımda kalan şiirlerini hatırladım:

      Yürek, sensin benim sazım.

      Dilimi neye benzettin.

      Gözüme ayı berkittin,

      Yürek, sensin heveskârım.

      Sana dar geldi bu sine,

      Sevincin taştı sahilden.

      Dilim yorulur, acep, bazen

      Seni tercüme etmekten.

      Yürek sensen, meniŋ sâzım.

      Tilimni neyge cor etdiŋ.

      Közimge aynı berkitdiŋ,

      Yürek, sensen ışkıbâzım.

      Senge tar keldi bu kökrek,

      Sevinçiŋ taşdı kırğakdan.

      Tilim çarçar, aceb, gâhi

      Seni tercime kılmakdan.

      Bu mısraları hatırladım, gözlerimden gayri ihtiyarî yaşlar süzüldü. Hüngür hüngür ağladım. Hayat karşısında duyduğu sevinç ve heyecanları içine sığmayıp taşan bir şair, nasıl pesimist olabilir, ona nasıl pesimist denilebilir? Bu sözü dil nasıl söyler?! Böyle bir yalana niye gerek duyulur? Bu şiirin devamı, Osman Nâsır’ın kendi söylediği gibi hatırımdan sel gibi akıp gelmeye başladı:

      İtaat et, eğer senden,

      Vatan razı olmazsa,

      Yarıl, şimşeğe dönüş, sen,

      Çatla, evet, ölsem bile!

      İtâat et, eger senden,

      Vatan râzı emes bolsa,

      Yarıl, çakmakka aylan, sen,

      Yarıl,

Скачать книгу