Kefensiz Gömülenler. Yusufoğlu Şükrullah

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kefensiz Gömülenler - Yusufoğlu Şükrullah страница 14

Жанр:
Серия:
Издательство:
Kefensiz Gömülenler - Yusufoğlu Şükrullah

Скачать книгу

cezasını tamamladı. Hapisten çıktı. İstediğin yere gidebilirsin, dediler. Ben Taşkent’e sevinerek döndüm, fakat o dönmek istemedi, orada nehir limanında işe girdi, kaldı. Niye? Doğduğu yurdunu özlemediği için mi, yoksa ülkesinden artık vaz geçtiği için mi? Kim doğduğu yurdunu özlemez, kim ondan vaz geçer! Tâcihan, belânın ne olduğunu bilen bir kadındı. Değil kendisi dönmek, hatta bana bile Taşkent’e dönmemeyi tavsiye etmişti. O hükûmetin yüksek idarelerinde çalışmış, siyasetini iyi bilen bir kadındı. Abdürayim, eğer Taşkent’e dönmeyi arzu ediyorsan, şunu bil ki, artık alıştığın buradan da ayrı kalacaksın. Bir defa halk düşmanı damgasını yedin mi, artık nafile, seni bir daha rahat bırakmazlar. Bir bahane bulup yine hapsederler veya başka yerlere sürgün ederler, demişti. İşte, dediği oldu. Ben onun bu sözlerine aldırmayarak çoluk çocuğu bir görebilsem, başka arzum yok, bu kadın peygamber mi, deyip şüphe ile bakıyordum. Meğer o belâyı iyi tanıyormuş. Yine ne dedi, dersiniz: – Ben bunları kendim uydurmuyorum, tarihten ders alarak konuşuyorum. Yirmili yılların başlarında birçok aydın ve devlet adamı halk düşman sayılarak ölüme, bazıları sürgün ve hapislere mahkûm edilmedi mi? Peki, ne oldu? 1930’lu yıllara gelince, sürgün edilenler tekrar hapsedildiler, hapishanelerdekiler ise kurşuna dizildiler. 1930’ların başında hapsedilenler, hapishaneden hiç çıkarılmayıp 1937 yılında tekrar düşman sayılarak kurşuna dizildiler. Seninle bizim kaderimiz de öyle. Adımız halk düşmanı olarak bir defa karalandı, artık hükûmet bize inanmaz. Bundan sonra kurşuna dizmeseler bile her yerden kovarlar! Tâcihan bu sözleriyle meğer keramet göstermiş, doğru çıktı. İşte, hapis cezasını da, sürgün cezasını da tamamladım. Hiçbir suçum yok. Niçin hapsettiler? Taşkent’e gelip gördüğüm rahatlık birkaç ay bile değil; birkaç gün boyunca çoluk çocuğumun yanında bulunup sadece yüzlerini görebildim. Henüz doyamadan işte yine hapsettiler. Âkıbetim şimdi ne olacak?

      Konuşmasına devam edemedi, hüngür hüngür ağladı. Zavallının sinirleri iflâs etmişti.

      Bende, onun bu hâlini görüp de anlattıklarını dinledikten sonra, bana ne kadar hapis cezası vereceklerini düşünmekten çok bu adaletsizliklere karşı tarifsiz bir nefret ve kadere boyun eğercesine tarifsiz bir cesaret duygusu belirmeye başladı. Onun bu anlattıklarını dinleyen mahkûmlar, gerçi kendilerinin mutlak sûrette masum olduklarına inansalar bile aylarca, hatta yıllarca devam eden sorgulamalardan ve zorla kabul ettirilen suçlamalardan sonra buradan yarın, öbürgün değil ama Tanrı’nın merhametiyle az bir ceza alarak beş yıl, on yıl sonra olsa da bir gün kurtulup aileleriyle ölmeden tekrar görüşebilmeyi hayal ediyorlardı. Kadere razı olmuşlardı.

      Fakat ben bu durumu kabul etmiyor, buna bir türlü alışamıyordum. Sorgu görevlileri ne kadar zorlarsa zorlasınlar, asılsız suçları benim üzerime yıkamazlar; on yıl, yirmi beş yıl şöyle dursun, hatta hapishanede bir gün bile yatmam mümkün değil, benim suçum yok, yarın öbür gün beni çağırıp, sen serbestsin demeleri gerek, diye düşünüyordum. Benim suçum ne? Sen dindarsın, propaganda yaparak dini yaymaya çalışıyorsun deyip tutuklamış olsalar, ben Börihov gibi dinî mektep muallimi de değilim ki! Veya koluna iğne ile “SS” yazılmış olan Alman askeri Loran da değilim! Kaldı ki, faşist Almanlara karşı zafer kazanılınca sevinç göz yaşları dökerek zafer için hamd ü senâlar yazan şairlerden biri de bendim! Maalesef şimdi ben, kendisinden nefret edip öz kardeşlerimin katili olarak gördüğüm bir faşist askeri ile eşit sayılarak aynı kaptan yemek yemeye ve aynı koğuşta yaşamaya lâyık görülüyorum. Yoksa suçum bu kadar ağır mı?! Yoksa bu kadar büyük bir düşmanlıkta mı bulundum?!

      Bazen bu düşüncelerle feryat ederek sadece hapishane kapılarını vurup parçalamak değil, hatta ölüme bile razı oluyordum. Hatta bazen çektiğim acılardan gözyaşlarımın süzüldüğünü bile hissetmiyordum.

      O zaman Loran:

      – Ben faşist Almanyasından esir düşmüş bir SS askeriyim. Esir düşmekten başka bir suçum ve herhangi bir zararım bulunmadığı hâlde bir Alman askeri olarak suçlu sayıldığım için hiçbir şey diyemiyorum. Fakat başka bir ülkenin casusu olmadığın hâlde, bir Sovyet şairi olarak Sovyetlere karşı yazılmış eserin de bulunmadığı hâlde niye seni bir düşman olarak hapsettiler? Ayrıca sen gençsin, endişe etme, seni çıkarıp gönderirler, diyerek beni teselli ediyordu.

      Rayim ağabey de bir şeyler söylemek istiyordu, fakat koğuşa son derecede öfkeli küfrederek gelen bir ayağı eksik kötürüm Rus genci sözünü böldü. Hiç selâmsız sabahsız, hâl hatır sormadan ağzına gelen hakaret sözleriyle herkesin anasına avradına söğerek tütün sarmaya başladı. Öfkeyle sardığı sigaranın kâğıdı yırtılıp tütünü yere döküldü. Avucunda kalanı da yine aynı öfkeyle yere attı. Sanki beni eskiden beri tanıyormuş gibi hiç teklifsizce içer misin, istediğini al, dedi.

      Bir koğuştan başka bir koğuşa aktarılan mahkûm kendi yorganıyla, yastığıyla, küçük de olsa bir bohçasıyla girerdi. Bunda koltuk değneğinden başka hiçbir şey yok, ne bir yiyecek, ne bir giyecek. Ben tütün uzattım.

      Burada bir şeyi hatırlatıp geçmek istiyorum. Bu hapishanede adi kalitede tütünden başka ne hazır sigara, ne de kendi özel kâğıdına sarılmış sigara içmek imkânı olmadı; çünkü evden getirilen sigara ve kâğıtlar, içinde mektup, zehirli veya patlayıcı madde olabileceği şüphesiyle küçük parçalar hâline getirilip arandıktan sonra veriliyordu.

      Rus, benden aldığı tütünü avucuna yerleştirip teşekkür etmek yerine hiç teklifsizce, sen kimsin, buraya ne zaman düştün, diye soracak oldu. Şair olduğumu ve bir yıldan fazla bir zamandan beri yattığımı söyledim. O tütünü sararken yine küfretmeye başladı:

      – Sen şairmişsin, hükûmete düşman olabilirsin. İlim irfan sahibi bir adamsın. Peki ya ben, kancık köpek, lânetli, ananı filân yapsınlar, ben neyim! Ben hırsızın, bozguncunun tekiyim, nasıl oldu da siyasî mahkûm oldum. Ben hırsızım, evet, hırsızın, küfürbazın tekiyim. Hırsız olduğumu saklamıyorum. Bugün hırsızlık yaparım, yerim, içerim. Yarın yakalanacak olursam, KPZ’ye götürürler. Benim KPZ’nin ne olduğunu bilmediğimi hissederek: – Hapse ilk düşüşün olsa gerek, KPZ’nin ne olduğunu da bilmiyorsun. KPZ denilen koğuş, predvoritelnogo zaklyüçeniya (= hapishanede geçici bir süre kalınan koğuş). KPZ, benim için kendi evim gibidir. Tüccar ve zengin çocuklarına evden getirilmiş yağlı yemek, içki varsa, ortak olurum. KPZ, benim için beleş mutfak gibidir. Bir-iki yıl ceza verip çalışma kampına gönderecek olurlarsa, bir ayağım olmadığı için çalışmam; tüccar takımı ve kolhoz reisleri varsa, onlara gelen yiyeceklere ortak olur, bedava yemek yiyip, içki içip, afyon çekip yaşar giderdim. Başkaları gibi arkamda kalan çoluk-çocuğum olmasaydı, çalışma kampı benim için ikinci evdi. Peki, ya burası! Burası hapishane değil, sanki cehennem! Kancık köpek! Burada istediğin zaman istediğin yiyecek paketini alamazsın. İçki içemezsin, şarkı söylemek bir yana, yanındakiyle yüksek sesle bile konuşamazsın, şeş-beş veya iskambil oynayamazsın! Gündüz uyutmazlar. Burada bir ay yatmaktansa kurşuna dizseler, razıyım. Faşistler! Kancık köpek! Tövbe, hatta yastığa yaslanıp uzanamazsın, hemen küçük pencereyi açarak, yan gelip yatma, diye uyarırlar. Beni kurşuna dizseler, razıyım. İki aydan beri mahkemeye de çıkarmadılar, çalışma kampına da göndermediler. Ben siyasî mahkûmmuşum! Kendi kendine gülerek: – Biliyor musun, birader, beni ne ile suçluyorlar? Ben teröristmişim. Sadece gülersin, kancık köpek! Nasıl bir terörist?! Suçum, sarhoşken tramvayda Stalin’e küfretmekmiş! Nasıl küfrettim, ben de bilmiyorum. Bunun için beni siyasî mahkûm saydılar, halk düşmanı ilân ettiler… Reziller! Kancıklar!

Скачать книгу