Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov. Osmanakun İbraimov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov - Osmanakun İbraimov страница 13

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov - Osmanakun İbraimov

Скачать книгу

güldü, zihninde neler olduğunu anlamaya çalışıyormuş gibi, bu uzaylı mı? Sessizliği Satımkul bozdu, bu yüzden onun lakabı zaten eleştirendi.

      “Sen kal, delikanlı” dedi Satımkul, gözlerini batırıyormuş gibi dikti. “Bana neden okula ihtiyacımız olduğunu söyle!”

      – Neden? -Düyşön kaybetti.

      –Ve doğru! – Kalabalıktan birilerini aldım.

      Ve hepsi bir kerede taşındı, hışırdadı.

      Düyşen’in yüzünden kan akmaya başladı. Titreyen parmaklarıyla önünü açtı, kancaya takılıp yarılan kafasını kaldırdı, dört adet katlanmış bir kâğıt tabaka çıkardı ve hızlı bir şekilde dağıttı:

      – Öyleyse, Sovyet iktidarının mührünün olduğu çocukların öğretilmesi hakkında yazılan bu kararnameye karşı mısınız? Ve sana bu iradeyi kim verdi? Peki, Sovyet iktidarının kanunlarına karşı mısın? Cevap ver bana!

      Sözlerini tekrarladı kızgın bir ifadeyle “Cevap ver bana!”. Bir mermi gibi, sonbahar sessizliğinin sıcaklığını kesen bir mermi gibi, kayalar da kısa bir yankıyla karşılık verdi. Kimse bir şey demedi. Halk sessizdi, kafaları eğildi.”

      Bu fanatizmde, aydınlanma ateşini bu okuryazarlığa taşıyan ilk öğretmendirDüyşön. Antik mitolojide Prometheus gibi karanlık insanlar, örülmüş perdeyle birlikte terkedilmiş ahıra ve aynı zamanda kahramanca anıtsal olarak sürüklendiğinde çok komik görünüyordu. Aytmatov’a göre Düyşön destansı bir kahramandır ve aynı zamanda bir şehit, bir tür Kırgız Don Kişotu, açlık duyduğu ve bir yanlış anlaşılma duvarı ile çevrili olduğu zaman, köylülere sosyalizmin iddialı aydınlanma planlarını açıklamaya çalışır.

      Sevgi ve ahlakî görev, özveri ve yalnızlık, her türlü önyargıların, konvansiyonların, insanların yaşamlarının yükü, bu en tarihi içeriğin, eğer böyle söylese de, bir Kırgız yazarının hikâyesidir. Cengiz Aytmatov’un hiçbir çalışmasının, o ilk yılların sert ve nihayetinde doğal bir meselesi olan “İlk Öğretmen” olarak yoğun bir şekilde doyurulması anlamındaki tarihidir. Aynı zamanda hüzünlü bir aşk öyküsü olan Düyşön ve Altınay, Seyit ve Cemile’nin devamı gibiydi. Tıpkı aynadaki ters yansımasıydı sanki. Bu anlatıda Kırgız üstadın hâkimiyetçi bir bakış açısına benzeyen şeylerin oluşturulduğu da görülmektedir. Derin bir trajedi, sonsuz bir uyumsuzluğun hissi, dünyevî bir üzüntüsü vardır.

      “İlk Öğretmen” gerçek olayların anlatıldığı, gerçek bir yerde geçen öyküydü. Aynı zamanda da mutluluğun ebedî yansımalarının yaşamdaki felsefi anlamıdır. Düyşön’ün hikâyesi, Terk edilmişliğin hikâyesi, unutulmuşluğun tarihidir. En önemlisi de, mutsuz ve umutsuz bir aşk hikâyesidir. Birbirini sonsuza dek bulmuş olan iki kişinin, toplum koşullarının asla desteklemediği bir aşkın hikâyesi. Bu onların trajedisi olarak kaldı.

      Aytmatov’un tüm gücünün ve içinde art niyet barındırmayan çok katmanlı hikâyesiydi.

      Altınay’ın ilk öğretmeni onun için ne ifade ediyordu? Kurtarıcı ve hayırsever ilk aşkı mı? Tombul ve gün boyu gübre toplayan açık yüreklilikle ve gülücüklerle onu okumaya davet eden Düyşön. O onun için saygın ve kıdemli bir yoldaş ve iyi bir insandı. Bu ilişkinin bir aşamasıydı. Daha sonra ise onun rahat bırakılmasını ve okula gitmesini sağlar. Ve o zaman işte Düyşön sadece ilk öğretmen olmaktan çıkar, tamamen ideal bir kişilik olur. Aşk için yer yokken bu tabu ahlakî ve kültürel yönden yasaktır.

      Öykünün ilerleyen dönemlerinde kıymetli hocası ve bilgi aktarıcısı olan sevgili öğretmeni onun gözünde önce bir ağabeye daha sonra da yakışıklı bir gence dönüşür. Düyşön’e dayak atacak kadar Altınay’ı ona verme iradesine aykırı bir tavır da yer alır. Burada da gerçek bir yiğit ve bir şövalye olarak da hissedilir.

      Bu olağanüstü drama ve derin sembolizm mutsuz Altınay’ın kendini şelaleden attığı veDüyşönin terk edeceğine inandığı bir bölümle doldurulur.

      “Altınay seni kurtaramadım, affet beni, dedi o. Sonra elimi tuttu ve yanağına getirdi. Ama sen affetsen bile ben kendimi asla affetmeyeceğim…

      Ben ağlayarak atın sırtına bindim. Düyşön saçlarımı sessizce okşayarak yanı başımda ağlamamın bitmesini bekledi.

      –Sakin ol Altınay, gidelim dedi nihayetinde.

      – Sana anlatacaklarımı iyi dinle. Üçüncü gündü, şehre okumaya gideceksin değil mi? Duyuyor musun?

      Berrak bir nehrin gözesinde durduğumuz zamanDüyşön:

      İn haydi attan Altınay, yüzünü gözünü yıka.– Cebinden bir parça sabun çıkardı.– Al bakalım Altınay, üzülme. Ve olan biten her şeyi unut ve bundan sonra da hiç hatırlama. Yıkan Altınay, iyi gelir, tamam mı?

      Belki bir Freud hayranı buradan, bu sahnelerden bütün hikâyede olduğu gibi pek çok gizli ipuçları ve imalar bulurdu. Ama sanatçı Aytmatov’un kültüründen bahsedecek olursak Hemingway ve onun estetiği “Buzdağı”, estetiği okuyucunun hayal gücünü göz önünde bulundurarak bir takım dokunuşlara çok fazla önem vermektedir. Öğretmen ve öğrenci arasındaki öykü bu şekilde anlatılır. Kesinlikle onları derin hisleri bağlar fakat bununla ilgili bir şeyden bahsedilmez. Bu duyguya aşk denir ve aşk da trajiktir. Çok fazla engeller, yasaklar, tabu sistemi bulunmaktadır: öğretmen ve öğrenci, ulusal önyargılar, zorla evlendirilen kadın, bakirelik ve çok daha fazlası.

      Böylelikle gündelik olayların Aytmatov’un kalemi altında yüksek trajedinin seviyesine kadar ulaştığı tekrarlanabilir. Evet, Altınay gerçekten kurtarıldı ve hayatta hiçbir şeye sahip olamamış binlerce yetimin kaderini yaşamadı. İyi bir eğitim aldı, ülke genelinde tanınmış bir insan oldu, lakin kalbindeki acı ve üzüntüsü daim kaldı. Taşkent’e giderken tren istasyonunda vedalaşan Altınay, Düyşön’e diyor ki: Tren tüneli geçti ve hızla ilerledi. Beni Kazak bozkırlarının ovalarına doğru ve yepyeni bir hayata taşıdı…

      Elveda öğretmenim, elveda benim ilk okulum, elveda çocukluğum, elveda benim ilk ve hiç kimseye bahsedemediğim aşkım.

      Bu arada, devrimci temaya, eğitim temasına, Kırgız edebiyatının içinde Cengiz Aytmatov’un ortaya çıkmasından çok önce bahsedildi. 1920’lerde gerçekleşen bir dizi eserden bahsedilebilir. Bunlar genellikle Kırgızistan’daki kültür devrimi dönemi eserleri olarak adlandırılır. Kollektivizasyon zamanı, okuma yazma bilmezliğin ortadan kaldırılması, kurtuluş savaşı yıllarının edebiyatında çok başarılı bir şekilde çözüldü. T. Danktoşev’in “Kanıbek”, K.Tanombayev’in “Kendi Gözlerimle”, K. Bayalinov’un “Kurman Vadisi” adlı eseriyle “Temir” ve “Dağlar Arasında” gibi kitapları yazmak yeterlidir. Bu ve bu zamanın diğer yazarlarının yaratıcılığının estetiğinin açık bir şematizmle işaretlenmesi başka bir konudur. Bir kural olarak, kahramanı ya -kahraman imajında (örneğin, K. Cantoşev tarafından isimlendirilen romandan aynı Kanıbek olarak) ya da mevcut gerçekliğin zorluklarının kurbanı olarak ortaya çıktı. Bu, mesela T. Sıdıbekov’un “Dağlar Arasında” adlı romanından Samtir’dir. Kırgız edebiyatındaki ilk “küçük adam”

Скачать книгу