Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov. Osmanakun İbraimov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov - Osmanakun İbraimov страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov - Osmanakun İbraimov

Скачать книгу

ilk çıkışı eleştirmenlerin okuyucuların dikkatini çekmedi. Okundu, isim hatırlandı ama bundan ötesi olmadı. Yazarlar o yıllarda Kırgızistan’ın edebi manzarasına uyuyorlardı, hiçbir şey göstermiyorlardı. Bazı şeylere ve dile yeni bir bakış getirme dışında. Bu eserleri okuduğumuzda, örneğin: “Zor Geçiş”, “Baydamtal Nehri Üzerinde”, “Supajcı”, “Beyaz Yağmur” hikâyelerinde sanatsal kaygının iki dil, Rusça ve Kırgızca ekseninde oluştuğunu görüyoruz. Aytmatov’un ünlü “melez” stili daha sonraları gelişti, ama ilk adımlardan itibaren bir sanatçı olarak iki dilde düşünmeyi öğrenir. Her ikisi de onun için aynı ve organiktir. Bunların meyveleri “Yüz Yüze”, adlı askeri zorluk zamanlarının hikâyesiyle karşımıza çıkar. İlk önce Kırgızca olarak “Ala-Too” dergisinde ve daha sonra Rusça olarak “Oktyabr” dergisinde yayınlamıştır.

      Daha önce bilinen Kırgız eleştirmeni Keñeşbek Asanaliyev, kendisi için yoğun bir araştırmayı, onun yolunu, çıraklık dönemini, ciddi konulara ve yeni tarzlara hazırlık döneminde olduğunu düşünmekte ve irdelemektedir. “Baydamtal Nehei Üzerinde” ve “Sipaycı”nın belli seviyelere erişememiş olsa da Kırgız Edebiyatında hâlâ mühim bir yer teşkil etmektedir.

      “Edebi Mücadele” adlı anılarında yine aynı Asanaliyev, C. Aytmatov ile tanışmasını hatırlatır. Onun öykülerini okumasının pek bilinmeyen bir yazar ve düşünür olan B. Amanaliyev tarafından kendisine tavsiye edilmesiyle gerçekleştiğini ve bu tavsiyeden hiç de pişman olmadığını ifade etmiştir.

      Bu hikâyeleri Kırgızistan Yazarlar Birliğinde sunulan bir raporda şöyle değerlendirdi: “Yazar bir anlatı çerçevesinde çok detaylı olayları çabucak hızlandırmıyor, ama düşünceli ve titiz davranıyor. Hikâyeleri ve kullandığı betimleme diğer Kırgız yazarlardan çok farklıdır.”Bu görüş özellikle daha sonra Kırgız edebiyatının en önemli eleştirel akıllarından biri olarak şimdilik acemi olan yazarın içselliğini daha da derinleştirecektir.

      Henüz gerçek Aytmatov doğmamıştı. Başka unsurların yanı sıra dışlanmışlık farkında olmadan “halk düşmanının oğlunu(!)” engelliyordu. Onun iç özgürlüğü yoktu. Nispeten yeni parti kararları, Zhdanov’un ideolojik manşetleri, hala Stalin’in devlet makinesinin buz pateni pistinin altına giren yazar ve eleştirmenlerinin yeni örnekleri sürekli olarak genç Aytmatov’un gözlerinin önündeydi. Bu tür baskı yavaş yavaş Stalin’in ölümünden ve 1956’da Komünist Partinin 20. Kongresinde Nikita Kruşçev’in raporundan sonra “Bireyin Kült ve Sonuçları Üzerine” ortadan kalkmaya başladı.

      Bugüne değin bu doğuş az ya da çok doğru olabilir. 1957 yılı. O zaman yazar bir ışık gördü ve “Yüz Yüze” adlı hikâye yayınlandı. Hikâye yayınlandığında yazar, “devletin bazı eleştirmenleri tasvir edilen olayların güvenilirliğini sorgulamaya çalıştılar. Kırgız halkına dair bir aşağılama gördüler.”Bir asker, bir vatan haini öyküden çıkarıldı. Bu edebi şemalara uygun değildi. Ancak altı yıl sonra, “Dağların ve Bozkırın Öyküsü” koleksiyonuna girecek olan Lenin Ödülünü getirdi ve bunun ortaya çıkışı sadece Kırgızistan’da aynı zamanda tiyatro, resim ve sinemada yaşanan ulusal gümüş çağının bir işareti olarak kabul edildi.

      MÜZİĞİN RUHUNDAN DOĞAN AŞK: KIRGIZ MONA LİSA’NIN TARİHİ

      Ve nihayet “Cemile” ortaya çıktı.

      İlk olarak “Ala-Too” dergisinde yayınlandı, Kırgız okurlarla buluşturuldu. Ardından Tvardovskiy’in “Yeni Dünya”sının sayfalarından, dağların ve bozkırların bu Madonnası Rusça konuşan okurlarla buluştu ve nihayetinde dünya okurlarıyla da buluştu.

      Hikâye, Paolo ve Françesko, Romeo ve Jülyet’in tarihi ile Cemile ve Daniyar’ın karşılaştırmalı bir halk öyküsü olan Luis Aragon’un önsözü ile Fransızcaya çevrildi.

      Hikâyeyi son derece takdirle karşılayan Muhtar Avezov’un belirttiği gibi “Cemile”de “Pek çok olay yok, kahramanlar var ve görünüşe göre çok da büyük değişiklikler yok” dese de değişiklikler devam eder. Aytmatov’un hem Kırgız ve hem de diğer millî edebiyatlarda çok fazla bulunan bu tür konuların geleneksel ve gelenek dışı bir öykü yazdığı ortaya çıkmaktadır. Elbette zamanla birlikte göçmenlerin yaşantıları da dâhil olmak üzere günlük yaşamlar ve gelenekler değişmektedir, ama her durumda küçük kardeşin ağabeyinin karısına olan aşkı imajı yerel okurlara açık bir meydan okumadır. Yine de yeteneğin halkın geleneksel normlarından daha yüksek olduğunu kanıtladı. Düzyazısı ve onun o zarif tarzı gerçekten ulusal bir düzeye taşıdı. Elbette “Cemile” ilham veren bir sevgi ilahesidir. Ama daha da büyük ölçüde sanatçının doğuşunun öyküsü, sanatının doğuşuydu. Kutsallık hakkındaki durum da boşuna değil, George Gachayev, hikâyenin Âdem ve Havva ile ilgili bazı olaylara benzediğini, Aytmatov’un öyküsünde dahi Seyit ile Cemile arasında da hiçbir cinsel münasebet bulunmadığını gördü.

      Genç Seyit için narin Cemile ideal bir kişi gibi görünmektedir. Aynı zamanda bazı durumların gizemli tutulduğu, gençlerin tahmin edebilecekleri, fikir yürütebilecekleri birçok ipucunun dağıtıldığı okunmamış çok katmanlı bir kitap olarak karşımıza çıkar. Genç Seyit’in kardeşi kendi karısına karşı onun yokluğunda bilinçsizce ensest bir şey beslemez, ama ölümsüz “Mona Lisa”nın yazarında olan “Leonardo Sendromu” olarak adlandırılabilecek bir şey söz konusudur.

      Mona Lisa’nın gülüşünde henüz kimsenin çözemediği ve kimsenin içinde ne olduğunu söyleyemediği aşk, gizli günah, kutsallık, manevî saflık… gibi durumlar vardır. Aynı durum Cemile için de söylenebilir. Ama gördüğümüz gibi Daniyar ile Cemile’nin aşk hikâyesi genç adamın gözlerinin önünde ortaya çıkarak Seyit’in bambaşka bir dram yaşamasına sebebiyet verir. O da sonunda ideal olma, en iyi olma hakkında kendini ispat etme ihtiyacı duyuyor. Daha önce sıkıcı, sıradan ve monoton olan dünya bir anlam ve içerik kazanıyor, bu da sevgi ile kutsallaştırılıyor. Evet, bu aslında Aytmatov’a duyulan sevgidir, bu yaşamın anlamıdır, bu insanlığın doluluğudur, onsuz hayat boş ve manasız, aşk olmadan manevî yaratıcılık, şiir yoktur, müzik yoktur.

      “Aşk geleceğin tanrıçasıdır. Aşk olmadan bir insan için gelecek olamaz. Aşk, hayatın temel direğidir. Sevgi yoksa tutkulu ilişki de yoktur dolayısıyla bir insanın hayatı da böylece harap olacaktır. Akabinde ise artık hiçbir sevgi olmayacaktır. Hatta hiçbir çocuk bile bizi geleceğe bağlayan bir faktör olmayacaktır. Doğa, yıldızlar, evrende yer alan her şey kendi içinde bir sevgi içerir. Aşk bir senfonidir, daha doğrusu evrensel bir senfonidir.”13

      Başlangıçta hikâye “Obon” yani “melodi” olarak adlandırıldı. “Cemile”nin müziği bir tuning çatalı, ana anlam kurma elemanıdır. Genel manada Aytmatov’un hikâyesi sevginin müzik ruhuyla doğuşu olan Nietzsche’yi açıklamaktadır. Bir Alman olan Friedrich Schiller’in ifadesiyle Aytmatov, bunun var olmayan edebî yaratıcılığın önünden gelen müzik ya da belirli bir müzikalite havası olduğunu söyleyebilirdi. Onun sözlerine şu şekilde katılıyor olabilir: “İlk bakışta duyum, ancak sonradan ortaya çıkan kesin ve net bir nesne değildir.” Ruhun bazı müzikal ruh hali her şeyden önce gelir ve sadece onun şiirsel bir düşünceyi takip etmesinin akabinde şekillenir.

      Cemile ve Seyit karanlığa, ülkeye, dünyanın güzelliğine sesini duyurmak için

Скачать книгу


<p>13</p>

O. İbragimov.Bübüsara i Murtaza. İstoriya nerazdelennoy lyubvi.—Avgust26, 2015,Rus.Azattyk.org.