Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov. Osmanakun İbraimov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov - Osmanakun İbraimov страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov - Osmanakun İbraimov

Скачать книгу

dair bakış açısını ifade etmenin temel aracı olarak hizmet etmiştir.

      “Cemile” dedikleri gibi tek bir solukta yazılmıştır. Ama sonradan yazar kendi iradesi ile yedi kez daha yeniden yazmıştır, bu da eseri acımasızca eleştirilerden koruyamadı. Bu sadece Kırgızların zihniyet ve gelenekleri meselesi değildi. Yazar Sovyet edebiyatının “pozitif” bir kahramanın olağan konumu, normatif estetik ve diğer geleneklere de meydan okuyordu. Dahası komünist ahlak ve sosyalist ahlak ilkelerine de bir atıftı. Çünkü yazar kanunen evli olan Cemile’nin davranışını tamamen kınamamaktadır. Ama insanların yaşamı herhangi bir dogmadan, önem arz etmeyen gerçeklerden çok daha karmaşıktır. Aşk onlardan daha yücedir ve bu onun güzelliğidir, ama aynı zamanda yazarın iddia ettiği gibi temelde onun trajedisi yatmaktadır.

      Evet, en başından itibaren genç Seyit, Daniyar’ın, yani kasvetli ve suskun bir cephe askerinin bir tür yarı hassas ihale duygularını deneyimlediği neşeli bir gelinin suçlanamayan bir özlemle, inanılmaz bir tahribatla sevgilinin kaçışından sonra dönmesini istememesiyle gönülsüz casusluğuna şahit olacaktır. Bunu telafi etmek, bu depresyonu ve çaresizliği boğmak için iki insanın bu öyküsünü şarkı söylemeye, renklerini yeniden üretmeye, dolayısıyla sanatçı olmaya karar verir. Bu yüzden çaresizlik derin bir duygusal sarsıntı, erken yalnızlık hissi, bir tür manevî destek kaybı, yalnızlık hissi beklenmedik bir bulguya dönüşür. Hikâyede aynı zamanda keskin bir drama ve bu aşk hikâyesindeki karmaşıklıktan oluşan etkileyici bir empati atmosferi vardır. Bu nedenle ana öykünün, Daniyar ile Cemile arasındaki aşkın pek çok psikolojik kabile kompleksi yönüyle karmaşık bir hal alan Seyit’in kendi manevî olarak tekrarlanması da uygun değildir. Genç adam kendisini Cemile’den birbirine sıkı sıkıya bağlı olan bağlarını görünmez bir duvarla ayırır, daima belirsiz bir arzu, kıskançlık ve utancın çok ince bir çizgisi etrafında gezer durur. Yazar, bu durumu hafifçe hissettirerek böyle bir analiz olmaksızın haset zincirinin karmaşık zihinsel hareketlerini de terk eder; sadece şiirsel sembolizmi, sezgisel duyumları tercih eder, yalın bir anlatım ve açıklanmayan bir söylem yaratır. Freud bu durumu “Sapık zihinsel hareketler” olarak adlandırır, yani belirli semptomların neden olduğu bir acıdır.

      “ElvedaGülsarı” hikâyesinde de bu tür çizgiler vardır. “Gülsara sessizce durdu, bir yere bağlandı ve onu arıyordu. Küçük bir körfezin kıskacını, büyüdüğü ve aynı zamanda her zaman ayrılmaz bir bütün olduğu aynı şeyleri hissetti. Alnında beyaz bir yıldız lekesi vardı. Onunla koşmayı severdi. Aygırlar onu takip ederlerdi, ama onunla kaçtı, diğerlerinden çok uzaklara doğru gitti.Gülsarı daha yetişkin bir at değildi, aygır da yetişkinliğe erişmemişti, yani her ikisi de birlikte olup çiftleşecek erişkinlikte değillerdi.

      Yakınlarda bir yerlerde kişnedi. Evet, buGülsarı idi, aygır onun sesini hemen tanımıştı. Ona cevap vermek istemişti, fakat geviş getiren ağzını açmaya korkmuştu. Bu çok acı ve üzücüydü. NihayetGülsarı onu buldu. Yavaş adımlarla koştu, ay ışığı alnındaki yıldızı aydınlatıyordu. Ayakları ve kuyruğu ıslaktı. Nehirden geçerek gelmişti, suyun soğuk kokusunu da yanına getirmişti. Ağzıyla itiyordu, koklamaya başladı, ılık dudaklarını ona doğru temas ettiriyordu. Nazik bir edayla kişnedi ve onu da yanına çağırdı. Aygır ise yerinden kıpırdayamadı. SonraGülsarı başını onun boynuna koydu ve dişleriyle ona temasta bulundu. O da aynısını yapmalı ve dişleriyle onu kaşımalıydı. Lakin onun bu okşayıcılığına cevap veremedi. Hareket edebilecek durumda değildi.Gülsarı rahat bıraksaydı eğer, su içmek istiyordu da.Gülsarı koşup gitmeye başladığında izleri ve gölgesi alacakaranlıkta nehrin öte yakasında kayboluncaya dek onu izledi. Gelmiş ve geri gitmiştiGülsarı. Aygırın gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bezelye taneleri gibi yaşlar burnundan süzülerek sessizce ayaklarına kadar süzüldü. Bu rahvan at ilk defa ağlıyordu.”

      Aytmatov bu sözleri çok daha sonraları yazmıştı. “Cemile”de ise aşkın manevî ve duygusal yönleri görülmekteydi. Bu aşk Seyit’in içindeki artık dünyaya, insanlara, kendisine ve kardeşine bambaşka gözle bakan ressamı uyandırmıştı. Artık şehre gitmeye, kendi entelektüel macerasına ve kendine yaşamda bir yer edinmeye karar vermişti.

      “O zaman ilk kez hissettim.” diye itiraf eder lirik kahraman, “yeni bir şeylerin nasıl uyanacağını bilmiyordum, ama dayanılmaz bir şeydi, kendimi ifade etmem gerekiyordu. Evet, sadece dünyayı görmek ve hissetmekle kalmayıp, aynı zamanda başkalarına, vizyonunuzu, düşüncelerinizi ve duygularınızı anlatmak, Daniyar’ın yapabildiği gibi topraklarımızın güzelliğini insanlara anlatmak. Bilinmeyen bir şeyden sorumlu olmayan bir korku ve sevinçten donup kalmıştım. Ama elime o zaman bir fırça almam gerektiğini anlamamıştım.

      Çocukluğumdan beri resim yapmayı, çizmeyi severdim. Daniyar’ın şarkıları ruhumu uyandırmıştı. Rüyalarımda geziyor ve dünyayı sanki ilk kez görüyormuşçasına şaşkınlıkla izliyordum…

      Cemile’ye bakarak, bozkırdan kaçmak ve çığlık atmak, yeryüzünün ve gökyüzünün ne yapması gerektiğini sormak, bu anlaşılmaz alarmı kendim nasıl aşacağımı ve bu anlaşılmaz sevinçten bahsetmek istedim. Daniyar’ın şarkılarıyla gelen en anlaşılmaz heyecanlara kapıldım. Ve aniden ne istediğimi anladım. Onları çizmek istiyordum.”

      Böylece Aytmatov resmetti. “Leonarda Sendromu’yla” kendi Mona Lisa’sını resmetti. Bu arada, aynı “sendrom”, ya da daha doğrusu, iç dünyası, 1970’lerin başlarında, kahramanın karşılıksız sevgisinin içsel tahribatı telafi etmek için karşı konulmaz bir istek haline dönüştüğü, daha sonra yazılmış olan, “Göçmen Kuşların Ağlayışı” adlı bir başka hikâyede anlatılmıştır. Manevî yaratıcılık ve sanatsal kaygı kendini gerçekleştirme yönünde kalıcı bir dürtü içinde yüceltilmiştir.

      Bu arada biz “Cemile”ye geri dönelim.

      Tabii ki, biz hikâyede Kırgızlar arasında kocasından sevgi görmemiş kadınların ayrılmalarının sıradan bir şey olduğunu, Kırgız günlük yaşam durumlarında bazı oldukça sıra dışı durumlar dışında söyleyemeyiz. Alışılmadık şekilde, genelde sadece bir tek şeyle bir genç kız kaçınılmaz bir aşkla başka bir erkekle kardeşinin eşini bırakarak suç ortağı olur ve hatta daha bu görüntü onun saf, olgunlaşmamış zihninde aşk hikâyesini kutsar, aklıyla değil, kalbiyle hareket eder. Hayatta her şey olabilirdi. Bir zamanlar Resul Hamzatov, Romeo ve Jülyet’in öyküsünde olduğu gibi Kafkas aşk hikâyesinde de benzer olaylar neredeyse her köyde var idi. Ama bunu anlatacak bir Shakespeare’e sahip değillerdi.

      Aytmatov’un birçok çağdaşları, öykünün gücünü ve yenilikçiliğini yalnızca kahramanın eyleminde görmeye meyilliydi ki bu da sözde geleneksel görevi olan kavramlarından, sadakatten ayrılmayı işaret ediyordu. Örneğin, eleştirmen Kambaralı Bobulov, Cemile’nin yeni şartlarda ortaya çıktığını, bir kadının insanlık dışı muameleyle karşı karşıya kaldığını, Aytmatov’un “bir kadının kişisel haysiyetinin temasını” öne sürdüğünü iddia etti. Bu şekilde söyleyelim, ama bu sadece gerçeğin bir parçası. Cemile’nin dramı, daha güçlü bir biçimde, insanın varoluşunun özünü ve yaşamın tadını öğrenmeye başlayan, zengin ruhsal ve fiziksel sağlıkla güçlü ve donanımlı bir kadının trajedisidir. Ona karşı olan koşullar ve bu nedenle de kahramanın dünya görüşü – trajik bir dünya görüşüdür.

      Viktor Şklovskiy “Hudojestvennoe proza. Razmışleniya i razborı (Sanatsal Düzyazılar; Yansımalar ve Analizler) ”

Скачать книгу