Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov. Osmanakun İbraimov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov - Osmanakun İbraimov страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov - Osmanakun İbraimov

Скачать книгу

yazmalıyım.” Bu itiraf onun o yıllara ait iç dünyasını karakterize etmektedir.

      Bu arada Aytmatov’un bulunduğu bilinen bir görüntü, harap olmuş bir duvarın dibinde yaşlı bir kadına kesinlikle kendisi hakkında yazacağını söyler. Yazarın diğer hemşerileri de bu noktada tam da o Tolgonay’ın Toprak Ana’daki prototip olduğuna inanmaktadırlar. Eğer öyleyse bu prototip daha sonra somutlaştırılmış ve o zamanlar için hikâye artık yayınlanmıştır.

      Aytmatov’un kendi dediklerine göre gökyüzü kendisine karşı hep merhametliymiş, ama Allah’ın rahmetine ve lütfuna ek olarak basit bir anlatımla edebi yeteneği aynı zamanda önce parlak bulutlarla gelen umutların ve sonunda evrensel felaketlerle son derece çelişkili bir biyografiydi. Bütün bunlar özellikle hümanist bir sanatçının dünya kalibresinin oluşumunun temelinde yatmaktaydı. Böylece kendi üslubu yine kendisinin ifade ettiği itirafla gelişti. “İlk Öğretmen” de “Cemile” de birinci ağızdan, yaşayan karakterlerden ve gerçek olaylardan yazılmıştır.

      Cengiz Aytmatov sözcüklerde pervasızlığa âşık olmuş ve eser yaratıcılığı gücüne sonuna kadar inanmıştı. “Manas”ın yorulmaz okurları Kırgızların halk kurgusunu ve duyduklarını çok önce keşfetti. Sadece sözcüklerin sonsuz olabileceğinin, yok olmaya karşı sadece onların direnebileceğinin, ölümsüzlüklerinin gücünün çok önceden beri farkındaydı. Onu sonsuzluk olgusu hep ilgilendirirdi, o sonsuzluk olgusu içinde insanın görevini ısrarla sürdürürdü. Aytmatov eski Kırgız sırlarını yansıtan insanî sözcüklerini bizzat kendisi Rusçaya çevirmiştir. “Evrensel süt kelimesi ve nesilden nesile yüzyıllarca içilen o süt.” Bu nedenle sözün dışında, sözün ötesinde ne Tanrı ne de evren vardır. Dünyada sözün gücünden daha büyük bir güç yoktur, sönmez bir alevi ve ateşi vardır sözün.

      Söz, Aytmatov için boşluğa, evrenin entelektüel sessizliğine, doğanın döngüsünü açıklamaya ve hayatın kaosunu ifade etmeye yönelik bir şey anlamına gelmekteydi.

      Cengiz Aytmatov tamamlanmamış bir felsefi hikâyede “Göçmen Kuşların Hüznü” (1972) insan hayatının trajik özünü yansıtır. Günlük hayatın koşuşturmasındaki insanlar hafızalarda kalır. Genç ozan bir rüya görür, orada kendini tarifsiz halde görür ve “Manas”ı gerçek bir Manasçı, gerçek bir hikâye anlatıcısı gibi ezberden okur. Uyanınca bu inanılmaz rüyasını babasıyla paylaşır. Yaşlı adamın kalp hastalığı vardır ve iyi bir şeylere delalet olan oğlunun bu rüyasına sevinir. Ama aniden ölümcül hastalığı sebebiyle rüyayı açıklamaya vakti yoktur. Bu durumda ölüm döşeğindeyken Genç ozanın sözlerin gücüne ve insaniyetin gücüne sahip olacağını ümit etmektedir.

      Cengiz Aytmatov ezoterizme hiç ilgi göstermezdi, gizemli ve mistik açıklamalara inanmazdı, sihirli işaretlere inanmazdı, ama peygamberliğe inanırdı. Kadere de inanırdı ve önceleri peygamber hakkında da çok söz etmiştir. “Herkes ve her zaman için aynı olan tartışmasız bir şey var, – diye yazmıştı “Dağlar Devrildiğinde” adlı romanında, – hiç kimse kaderinde ne olduğunu ve kaderinde ne yazdığını önceden bilemez, sadece hayat bizzat kendisi kime ne olacağını gösterir, yoksa neden kadere razı gelinsin ki?…Dünya yaratıldığından beri bu böyledir, cennetten çıkarılan –ki bu da bir kaderdir- Adem ile Havva’dan bu yana kaderin sırları sonsuz bir bilinmezlik içinde herkes ve her zaman için gizemini korumaktadır ve koruyacaktır.

      Bu insanlığın genel olarak kaderidir. Aytmatov’un kaderinde bazı şeyler önceden belirgindir: Moskova, Rusça ve Büyük Kazak romancısı ve bilim insanı Muhtar Avezov’la karşılaşması.

      Geleceğin yazarının Moskova’daki Yüksek Edebiyat sınıflarında geçirdiği en cazibeli ve bahsetmekten hoşlandığı bir kaderdi. Tam da burada yani Moskova’da “Abay Yolu” ile sadece Kırgızistan ve Kazakistan’da değil, bütün Sovyet topraklarında tanınmıştır.

      Bu gerçekten kaderin ağlarını ördüğü bir karşılaşmaydı. Ortaya çıktı ki Muhtar Omarhanoğlu Cengiz’in babasını iyi tanıyordu, Kırgız yazarları biliyordu asıl önemli olan ise Manas Destanını uzun zaman önce ve tamamıyla incelemiş olmasıydı. Yani saygın yazar ile genç Kırgız yazar arasında çok fazla ortak nokta vardı ve bu Aytmatov için bir başarıydı. Avezov’un bir akıl hocası ve bir de bakıcısı vardı. Yakın bir gelecekte kendisinin iyi bir arkadaşı olan Lui Aragon’un dikkatini “Cemile” romanına çekecektir.

      Tek kelimeyle zorlu çalışmalarla geçen yıllar sona ermişti ve yazarı sözcüklerin zirvesine çıkaracak, önce toplumsal sonra da evrenselliğe götürecek yol başlamıştı.

      Moskova’da bulunduğunda, hevesli ve çalışkan bir dönemdeyken babası ve onun kaderini düşündü. İnsanların hayatının sonlandırılması, suçsuzların cezalandırılması, bu arada bazılarının cezalardan dönmesi umudu olmayan ümitler vermişti ona. Törökul’un da belki ortadan kaybolmayacağı inancıyla 15 Temmuz 1956 yılında Cengiz Aytmatov ülkenin en yüksek yargı organlarına şikâyette bulundu. İşte o tam metin:

      Şikâyet Dilekçesi,

      20 yıl geçmesine rağmen babamızın kaderi hakkında bir bilgimiz yok. Hayatta mı değil mi bilmiyoruz, ne zaman ve hangi suçla yargılandı bilmiyoruz, gerçekten devlet nazarında suçlu mu? Bu soruların cevabını merak etmekteyiz, çünkü hep acı veren bir olay yaşıyoruz ve duygularımızda kendi babamızın, Orta Asya’da kuruluş ve birleşmenin en zor yıllarında mücadele veren birinin Sovyet makamlarına ve vatana karşı bir suç işlemiş olduğuna inanmadık. Bildiğim kadarıyla babam Kırgızistan SSC Bölge Komünist Partisinde sekreterlik görevini ve diğer sorumluluk ve görevlerini şerefli ve düzgün bir şekilde ifa etti. Son zamanlarda Moskova’daki Marksizm – Leninizm Enstitüsünde eğitim gördü. Son sınıfı bitirdi. Şimdi 1937 olaylarının adil bir şekilde tekrar gözden geçirilmesini istiyoruz ve babamızın akıbetinin raporlarını bekliyoruz. Bu sadece onun kendisini değil, aynı zamanda da ailemizi ilgilendiren mevzudur. Mesela bu sebepten ötürü kabul için tüm şartları yerine getirmeme rağmen lisansüstü eğitime alınmadım. Aynı muamele sonucu Moskova Üniversitesi Jeoloji Fakültesi mezunu olan küçük kardeşim de alınmadı. 1954 yılında orta öğretimini tamamlayan kız kardeşim de Kırgızistan seçmelerinde üstün başarı kazandığı halde ve sınavları geçmesine rağmen Moskova’da bulunan eğitim kurumlarına kabul edilmemiştir.

      Sonuç olarak mesele bunlardan ibaret değildir, belki de bahse konu bile olmayacak şeyler ne yazık ki. Ama bilinmesi gereken bir gerçek var; o da babamızın durumu, ailemizin toplum nazarındaki onurunun kurtarılması bizim için çok önemlidir.

Cengiz Aytmatov, 15 Temmuz 1956 SSCB Kırgızistan, Çoñ Arık Köyü

      Aytmatov ailesi resmi cevabı 1957 yılının ağustos ayında aldı. Bu yazıda aile üyelerinden birisinin Frunze KGB şubesindeki bir odaya gelmesi gerektiği yazmaktaydı.

      Aytmatov ailesinin -özellikle de Nagima Hanımın-beklediği an gelip çatmıştı. Belki babaları hâlâ hayattadır, eğer hayatta değilse nasıl öldü ve nerede gömülü? Cengiz toparlandı ve annesi ile küçük kızı olmak üzere hep birlikte Frunze’ye gittiler. Roza Törökulkızı Aytmatova şöyle anlatıyor hatıralarında:

      “Annem ikinci derecede engelliydi, çok zor yürüyebiliyor, çok zor hareket edebiliyordu. Burada ise her ikimizi de unutmuştu. Hızlıca giyinmiş, bütün evraklarını almış ve beni acele ettiriyordu. Sonra babam yaşıyor olsaydı

Скачать книгу